“Birileri” kazanırken kaybedilen yarınlar!

Geçen yazı kafa karışıklığı kadar ne yazık ki “düşmanlarımı da” uyandırdı.

Farkındayım…

Farkında olarak yazdım zaten.

Düşünülsün diye sorduklarımın “düşünüldüğüne” ve müstehzi tebessümlerin ardında paniğe yol açtığını da biliyorum.

İzmir’in “sümen altı edilen tarihini” ortaya çıkarmaya ne gücüm ne de birikimin yeter. Kayıp tarihi bilenlerin de bunu ya korkuyla ya da başka nedenlerle saklamaya devam etmelerini de kahrolarak izliyorum. Oysa öyle bir dönemden geçiyoruz ki, konuşulmayan, tartışılmayan, tahrip ve tahrif edilmeyen kalmadı neredeyse.

Dinsel inançlardan milli değerlere…

Tarihsel süreçlerden aile birliğine, geleneklere kadar ne varsa “bize ait” olan zaten Pazar tezgâhlarında en ucuz fiyata telef ediliyor…

Solcunun “solcu gibi”, sağcının da “sağcı gibi” yaşamayı ittiği sürece, vatanseverlikle yurtseverlik arasındaki müşterek fark edilmediği sürece kaybetmeye mahkûmuz. Lakin kaybedenlerin karşısında 174 yıldır kazanan şeytan güruh misliyle kazanmaya devam ediyor. Esasında kaybeden de bugün değil “yarınlar” oluyor…

“Kapitalizm; gölgesini satamadığı ağacı keser…”

Kabul etmek lazım din, milliyetçilik, ahlak, sevgi, paylaşma, birliktelik gibi “insani” değerler ne yazık ki dünden bugüne sadece “fukaranın” sığındığı limanlar olmuş.

Hemen aklıma gelen kavramları yazdım ki çoğaltılabilir…

Bunlara, bunların da kapsadığı aile birliğini, ölmüşe saygıyı, büyüye hürmeti, bilene sevgiyi de ekleyebilirim değil mi?

Ama değil işte öyle olmuyor ve olmayacak gibi…

Allah’ın Peygamberleri hayattayken dinlerinin durumlarıyla, peygamberlerin bu dünyadan göçtükten sonra dinlerinin durumları bir değil ne yazık ki mesela…

Neden?

Tıpkı dünyevi ideolojilerin kurucularının, bu dünyadan göçtükten sonra ideolojilerin düştükleri durumlar gibi…

Bugün belki de “gördüğümüz “gerçekle” doğru olan “gerçekler” bir değil…

Olamaz mı?

Nasıl olsa çok okuyan, öğrenmeye eğilimli bir ulus değiliz.

Nasıl olsa her söylenene “eyvallah” tavrımız var hep…

Peki, bu tavrımız bize karşı silaha dönüştürülmüş olamaz mı?

Bugün dünyada hâkim olan “madde” ne yazık ki…

Madde dediğim de kapitalizmin en vahşi yüzü…

Kapitalizmin ki liberal görünüşü de farklı değildir; duygudan, maneviyattan uzaktır. Kapitalizmde yürek değildir asıl olan sadece beyindir ve o beyin “nasıl daha çok para kazanırıma” programlanmıştır.

Elbette inanç, vatan, millet, bayrak gibi değerler de bulunur “kapitalist amaçlarda”… Lakin sadece “kullanılacak malzemedir”…

Bunu sevinerek yazmıyorum, sadece artık sözünün bittiği yere çok yaklaştık duygusundayım.

Televizyon ekranlarında adına ister “haber” ister “dizi film” isterseniz “tartışma programı” deyin ahlaki düzey inanılmaz inişte. Düşünebiliyor musunuz öyle gamsız bir ülke olduk ki, liseli kız öğrencilerin birbirlerini bıçaklamaları, darp etmeleri, öldürmeleri dikkat çekmiyor. Hatta kendini tamamen şeytana teslim etmiş gibi kimileri “abartma, münferit olay” diyebiliyor… “Utanmazlığın, yüzsüzlüğün, arsızlığın son 30 yılda geldiği nokta bizi helaka mı götürüyor?” diye sorgulamıyoruz bile.

İnsanı “insan” eden ne kadar değer varsa yok olurken ağzımızdan çıkan iki kelime var bugünlerde: “Yalan dünya”… Dünya yalansa “doğru” olan nedir, gerçek nerededir acaba?

İster inanın isterseniz “yok” sayın ama 2012’nin duyulan sloganı bellidir: “Kapitalizm; gölgesini satamadığı ağacı keser…” Ve kapitalizmde insan sadece parasal gücüyle orantılı insandır!

Gelelim İzmir’e…

Şu satırlara bir göz atın önce:

“… Şehirde yaşayanlar kıyının devamlı bir şekilde bombalanmasını büyülenmişçesine izliyorlardı. Rıhtım kenarındaki barların birinden akşam bombardımanını seyretmek, şehrin en popüler etkinliği olan akşam yürüyüşlerilerinin yerini almıştı. Horton, ‘Her akşam rıhtım seyircilerle doluyordu,’ diye yazmıştı, ‘rıhtımdaki kafelerin denize bakan masaları daha pahalı oluyordu.’ Amerikan Konsolosluğu’nun terası en popüler mekânlardan biriydi, çünkü Smyrna körfezini karşıdan görüyordu. Horton’un arkadaşları ve çalışanlar akşamları burada toplanır, şehrin dış kaleleri bombalanırken cinlerini yudumlarlardı. Rahmi Bey de bombardımanı seyretmekten hoşlanıyordu. En sevdiği mekân, rıhtımda yer alan Costi’nin Kafesi’ydi. Bir akşam Horton’u rıhtımda yürürken gördü ve onu sohbet etmek için yanına çağırdı. ‘Şimdi beşe beş var’ dedi. ‘İngiliz dostlarımız her akşam saat beşte çay içmek için bizi bombalamayı durdurduklarını fark ettim. Rakı da Türk milli içkisidir ve onlar çay içerken ben de rakımı içiyorum.’ Tam beşte köstekli saatinin kapağını kapattı ve gerçekten de ateş kesilmişti.”

Şimdi bilgi vereyim.

Bu satırlar Şenocak Yayınları’ndan 2009 yılında yayımlanmış, Giles Milton’un yazdığı “Kayıp Cennet Smyrna 1922, Hoşgörü kentinin yıkılışı” kitabının 65. sayfasına ait.

Bu kitap neden önemli?

Çünkü geçen hafta yazdıklarımla doğrudan ilgili.

İzmir Osmanlı’nın son döneminde o kahrolası kapitalizmin adeta merkeziydi. İnsanlık değerlerinin nasıl yerle yeksan edildiğinin ayrıntıları ne yazık ki sadece İzmir’in gizli tarihine kaldı. Kapitalizmin en kanlı vahşeti de İzmir’de yaşandı belki de… Yaşandı ve unutturuldu!

Levanten iş adamlarının bugün şakşakçısı olanlar, karşılık olarak neler kazanıyor bilemem ama bugünün dedeleri özellikle Egeli köylünün başının belasıydı. “Kolcuların” özellikle Levanten patronların emriyle öldürdükleri köylülerin sayısı bugün nerede yazıyor acaba?

Yukarıdaki satırlar Birinci Dünya Savaşı yıllarına ait.

Hani 1915’de Çanakkale’de Müslüman Türk gençler beşer onar kurban olurken vatan ve bayrak uğruna, aynı yıllarda İzmir de İngilizler tarafından bombalanıyordu. Osmanlı Devleti Almanya’nın müttefikiydi. Yani İngiltere “düşman” sıfatıyla bomba atıyordu İzmir’e ya da eski namıyla Smyrna’ya…

Şimdi dönelim yeniden o satırlara: “Şehirde yaşayanlar kıyının devamlı bir şekilde bombalanmasını büyülenmişçesine izliyorlardı. Rıhtım kenarındaki barların birinden akşam bombardımanını seyretmek, şehrin en popüler etkinliği olan akşam yürüyüşlerilerinin yerini almıştı.”

Allah aşkına elinizi vicdanınıza koyun şimdi…

İzmir bombalanıyor. İngilizler nedense “Punta’yı” değil ama iç mahalleleri ve kaleleri bombalıyor…

Yani Türk ve Müslüman canlara kastediyor!

Ve kentin valisi Rahmi Bey de bundan hoşnut oluyor!

“Rahmi Bey de bombardımanı seyretmekten hoşlanıyordu. En sevdiği mekân, rıhtımda yer alan Costi’nin Kafesi’ydi.”

Bugün ne acıdır ki o “bombalanan yerler” nereleri ve o bombalarla kaç cana kıyıldı bilmiyoruz!

Ve ne acıdır ki bugün İzmir’de “bombalamayı cin içerek seyretmeyi” keyif sananların övgülerinin yapıldığı talihsizlikler yaşıyoruz.

Gün “hesaplaşma, yüzleşme” günüyse…

Gün “yüzleşme” günüyse yüzleşelim.

Ama ne varsa yüzleşelim…

Eksik bırakmayalım…

Taraf olmayalım…

Arınalım da yüzleşelim…

Dün yapılan yanlışların tümünü dökelim ortaya, dünün yanlış sahiplerinin bugüne gelmiş akrabalarını düşman görmeden yüzleşelim…

İzmir nasıl bir kentti nasıl bir kent oldu?

İzmir’in kahramanları kimlerdi? Neden hep Levanten babalar, anılar dökülüyor da satırlara; Damlacık’ta, Dönertaş’ta, Basmane’de, Tilkilik’te olan bitenler hatırlanmıyor?

Yazmaya başladım bir kere…

Bu kez ne gelecekse yine gelecek “başıma”, lakin yazmaya devam…

Bana, “Bunlara ne gerek var, neden yazıyorsun ki, ne kazandıracak sana?” diye soran muhterem “büyüğüme de” cevap vereyim: Yazarak kazanacak değilim, zira bugüne kadar çok kaybettim yazmadığımdan…

Related Images:


Yayımlandı

kategorisi

yazarı:

Etiketler:

Yorumlar

Bir cevap yazın