Yanıtınız çoğunlukla olumsuzsa Güher Süher Pekinel kardeşleri tanımadınız demektir.
Sabancı Kültür Merkezinin küçücük toplantı odasında tanıdım onları. İstanbul ve Ankara turnelerinden sonra, İzmirde verecekleri konserin hemen öncesinde heyecanlarına, mücadele güçlerine tanık oldum. Uykusuzdular, yorgundular ama günün 25. saatinde eğitim projelerini anlatırken bir o kadar da dirençli ve inançlıydılar.
Yıllardır statik ve kalıplaşmış müzik eğitimi alanında yenilikler getirmeye kalkmak, yeni eğitim anlayışıyla genç yetenekleri desteklemek kolay bir çaba mıdır? Üretkenseniz, hele hele yıllık konser programları arasında bu çalışmaları oradan oraya koşarak yapıyorsanız, bu çabaların hiç ama hiç kolay olmadığını söyleyebilirim.
İlk kez 6 yaşında dinleyici karşısına çıkıyorsanız, 9 yaşındayken Ankara Filarmoni Orkestrası eşliğinde ilk konserinizi veriyorsanız, bir süre sonra, o aşamalardan geçtiğiniz için bu çabalar kaçınılmaz oluyor hayatınızda. Eğer o günlerde bize bu şanslar verilmeseydi, bu basamakları çıkmamış olsaydık…
Bu duygu ve öngörüyle kamçılanınca duygular önünde ne durabilir ki…
![]() |
Bu projenin ikinci aşaması ise perde demiş bile. Dünya sahnelerinde genç yetenekler projesiyle, Türkiyedeki konservatuvarlardan seçilen genç müzisyenler Avrupadaki en önemli eğitmen-müzisyen sanatçılarla buluşuyor, onlardan eğitim alıyor, onlarla sahneye çıkıyor ve uluslararası yarışmalara bu sanatçı eğitmenlerle hazırlanıyor.
Evet, eğitim almak çok abartılacak bir konu değil, ama bu eğitimi kendi alanında üreten kişilerden alıyorsanız o zaman başka… Eğitmeniniz sizi eğitirken konser verecek, size rol model olacak, sizin ruh haritanızı elinin çizgileri gibi bilecek, enstrüman eğitimi dışında ruhsal eğitiminizi de yön verecek, kendi çalışma saatlerini gençlerle paylaşacak. Genç yetenekler için ne bulunmaz bir fırsat değil mi?
Eğitimde çok inanırım bu modele. Sanatın hangi alanında olursanız olun, eğitmen dediğiniz kişi o alanın üreticisi olmalı; sahneye çıkmalı, sahnede ter dökmeli, genç üretenin yürek atlasını iyi bilmeli, heyecanlarını en az öğrencisi kadar yaşamalı. Üreten insanın egosu yüksek olurmuş, iyi sanatçıdan iyi eğitmen olmazmış safsatalarına hiç ama hiç inanmadım. Bu yaklaşımlar, olsa olsa, çalışkanlar dünyasında yer kapmak isteyenlerin uydurmasıdır o kadar…
İşte somut sonuç o küçücük salonda karşımda duruyordu. Sahnede ter döken eğitmenlerle dünya çapındaki yarışmalara giren genç yetenekler üç dünya birinciliğini ülkemize getirmişlerdi bile. Projenin sahibi Pekinel Kardeşler de genç yeteneklerle konser veriyor, büyük bir gururla sahneyi paylaşıyordu. Bu paylaşımı büyük bir coşkuyla anlatırlarken
Bir süre sonra onlar kendi kanatlarıyla uçacaklar, kendi konserlerini verecekler. demeyi de ihmal etmiyorlardı büyük bir alçakgönüllülükle…
1984 yılında Herbert Von Karajan tarafından Salzburg Festivaline davet edildiğimiz zaman neler hissetmiştik… Dünya çapındaki orkestra şefi büyük bir tevazu ile dünya çapındaki müzik kariyerimize ilk adımı atmamızı sağlamıştı.
Pekinel Kardeşlerin çabası bu çalışmalarla da sınırlı değil elbette. Anadoluda müzik eğitimini geliştirmek amaçlı hazırlanan Orff -Schulwerk eğitim sistemi insanın içinden geldiği gibi müzik yapıp, dans etmesini amaçlayan bir metot ve yaratarak keşfetmeyi amaçlayan bir sistem.
5-9 yaş arası çocukların eğitimine çok özen gösteriyoruz. Çünkü çocuk o yaşlarda sünger gibi bir hafıza sahip. Bu metodun dünyanın bir çok ülkesinde, Afrikada uygulandığını ve çok başarılı sonuçlar alındığını biliyor musunuz? Onun için, ülkemizde de bu metodun tüm okullarda uygulanmasını amaçlıyoruz. Bu sistemle, çocuklar yaratıcılıklarını keşfedebilirler ve ifade güçlerini geliştirebilirler. Özgüvenli ve geleceğe bakışları açık kişiler ülkenin kaderini değiştirebilir, buna inanıyoruz. Şunu da söylemeliyiz, iyi bir proje her kesimden çok destek görüyor. Milli Eğitim Bakanlığı projemizi destekliyor. Ana destek (sponsor) firmamız eğitim projelerimizi on dakika gibi kısa bir sürede kabul etti ki, bu bizim bile beklemediğimiz bir şeydi.
Çoksesli müzik bir duygu, bir tutku, bir direnç noktası, bir ritim, bir yaşama biçimi. İçinde bulunduğumuz odada düşünceler hızla akıyor usumdan. Deneyimlerini gençlerle paylaşan iki müthiş müzisyen, müziğin tek bir motife takılmadığını, yaşam hüzünleri içinde tutkunun da var olabileceğini kanıtlarcasına sıralıyor sözcükleri.
Pekinel Kardeşleri bu çabaya iten en önemli nedenlerin başında 1948 yılında çıkan 6660 sayılı Harika Çocuk Yasasının artık uygulanmayışı geliyor. 1960lı yılların sonunda sekteye uğrayan, 1976 yılında ise yasa kapsamında Devlet Konservatuarında yoğun eğitime olanak sağlayan özel statü yönetmeliğine dönüşen bu yasadan en son – 1998 yılında piyanodaki yeteneğiyle büyüleyen Emrecan Yavuz yararlanmıştı. İzmir Senfoni Orkestrası konserlerini yakından takip edenler, yıllar sonra genç Emrecan Yavuzun üçüncü konserini şef Ender Sakpınar yönetiminde 2005 yılının Nisan ayında verdiğini anımsayacaklardır.
Pekinellerin bu olağanüstü çabasını, ödeneksizlik nedeniyle 10 yıldır uygulanmayan bu yasaya en iyi tepkilerden biri olarak gördüğümü belirtmeliyim. Duymuşsunuzdur, yıllarca alınan Özel İletişim Vergisinin, halk dilinde deprem vergisinin duble yollara gittiği açıklandı. Keşke, o vergilerin bir bölümü özel yeteneklere, beyin göçlerinin yaşandığı bilim alanlarına harcansaydı da, toplum olarak 5.6 büyüklüğündeki depremlerin altında kalmasaydık. Ama nerde?
Yıllarca piyano tuşlarından çıkan her sesi bir dinleyici olarak paylaştığım Pekinellerin yürek ve tutku gerektiren bu çabaları dördüncü aşamasıyla da çok etkileyici. Pekineller, Müzik Bilimi Fakültesi kurma yolunda çok önemli adımlar atmış durumda. Müzik Bilimi Fakültesi, özellikle müzik nota kütüphanesi ile bestecilerin eserlerini kuşaktan kuşağa aktarmayı amaçlayan bir yapıda oluşuyor ve desteklerinizi bekliyor.
Pekineler konuşurken Mozartın çocuksuluğunu ve saflığını, Beethovenın kutsallığını ve kardeşlik çağrısını, Çaykovskinin romantizmi ve coşkusunu, Ahmed Adnan Saygunun araştırmacılığı ve eğitmenliğini hissettim yüreğimde.
13 yaşındaki çocuk bedeninde 26 kişinin erkekliklerini (!) acımasızca kanıtladığı ve ırza geçmenin yasalarla korunduğu bu topraklarda bir labirentin içinde yaşamak ve orada kalarak çıkış yolu çözümleri üretmek… Çıkış yolunu bulduğunuz anda yeniden labirentin içinde kalarak uzun ince bir yolda yeni çözüm yollarını aramak… Bu çaba mitolojideki Sisifosun öyküsünü anımsattı bana.
Sisifosu ( Sisyphus ) gördüm, korkunç işkenceler çekerken yakalamış iki avucuyla kocan bir kayayı ve kollarıyla bacaklarıyla dayanmıştı kayaya, habire itiyordu onu bir tepeye doğru… İşte tamam, tepeye varmasına bir parmak kala, bir güç itiyordu onu tepeden gerisin geri. O kaya aşağı yuvarlandıkça, Sisifos yeniden itiyordu kayayı, kan ter içinde…
Hadi, o kayayı birlikte itmeye var mısınız?
Bir cevap yazın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.