Ülkemizde imar, şehircilik ve inşaat işlerini düzenleyen yasal çerçevenin, yıkıcı doğa olaylarına karşı gerekli önlemlerin alınması yönünden, hemen hiçbir eksiği bulunmamaktadır. İlgili yasa ve yönetmeliklerde konuya ilişkin bütün ayrıntılar düzenlenmiş ve konulmuş kurallara uyulmaması durumunda uygulanacak yaptırımlar da gösterilmiştir. Bu anlamda; toplumun genel yararını ya da bireylerin ve toplumun ortak iyiliğini sağlamak amacıyla konulan ve kamu gücüyle desteklenen yasa, kural ve hakların bütünü olarak algılanması gereken hukuk çerçevesinde gerekli önlemler alınmıştır.
Ülkemizdeki imar, şehircilik, mekânsal planlama, yapılaşma, proje ve uygulama konularına ilişkin yasal çerçeve;
Dere yataklarında,
Tarımsal alanlarda,
Kıyılarda, sahil şeritlerinde,
Heyelan bölgelerinde,
Plansız alanlarda,
Devletin hüküm ve tasarrufu altındaki yerlerde
ayrıksı ve tanımlanmış kimi durumlar dışında yapı yapılmasını yasaklamaktadır. Aynı yasal çerçeve, planlı alanlarda, mühendislik, mimarlık hizmeti olmaksızın ve ilgili kurumdan ruhsat alınmadan yapı yapılmasını da kesin bir ifadeyle yasaklamıştır. Bu yasakların yaptırımları da aynı yasalarda, ayrıntılı olarak yer almaktadır.
Hangi alanda, hangi amaçla yapılacak yapının, hangi malzemeyle ve ne tür tekniklerle yapılacağı da yine bu yasal çerçevede ayrıntılarıyla belirtilmiştir.
Kısacası; nerede, neyin, nasıl yapılabileceği, neyin yapılamayacağı, konuya ilişkin yasa ve yönetmeliklerle belirlenmiştir. Söz konusu yasal çerçeve bilimsel verilere ve yılların deneyimlerine dayalıdır. Bu özellikleriyle, ülkemizdeki yapılaşmaya ilişkin yasal çerçevenin gelişmiş ülkelerden önemli bir farkı yoktur.
Demek ki;
Toplumun genel yararını,
Bireylerin ve toplumun ortak iyiliğini
sağlamak için yasa, kural ve haklar belirlenmiş ve bunlar kamu otoritesinin desteği ve güvencesi altına konulmuştur. Daha doğrusu, söz konusu yasa, kural ve hakların kamu otoritesinin desteği ve güvencesi altında olduğu varsayılmıştır. Bu varsayım gelişmiş toplumlar için doğal ve olağandır. Bu tür toplumlar koydukları kuralları uygulamakta; uygulayamayacakları kuralları koymamaktadırlar. Bu hukuk düzeninin güvencesi devlet otoritesidir. Onlara özenmenin ötesine geçemeyen toplumlarda ise, genellikle oralardan ithal edilen bu kurallar yasallaştırılarak yürürlüğe konulmakta ama sıra uygulamaya geldiğinde toplumun özündeki duyarsızlık, umursamazlık, başıbozukluk ve kural tanımazlık bütün ağırlığıyla o kuralların üzerini örtmektedir. Yasalarda yer alan kurallara boş verilmesi, uymayanlara karşı gerekli yaptırımların uygulanmaması, kurallara uymayanın ihya, uyanın mağdur olduğu bir işleyişe yol açmaktadır. Bu işleyişte kurallara uymayanlarla, o kuralları uygulamayanlar arasında olağanüstü bir uyum vardır. Bir yanda konulmuş yasal kurallardan rahatsız olanlar; o kurallara uyarsa elinin kolunun bağlanacağını düşünenler, bir yanda da yönetme erkini elinde tutan kamu otoritesi her konuda uzlaşmaz karşıtlık içinde olsalar bile bu konuda şaşırtıcı bir uyum içindedirler.
Hemen her konuda, yaşamın her alanında kendini duyumsatan, bunu yaparken özel yaşam sınırlarını bile daraltmaktan kaçınmayan kamu otoritesi bu konuda olağanüstü liberal(!), özgürlükçü(!) ve kural tanımazlara yakın durmaktadır. Yönetme erkini ellerinde tutanlar; siyasetçiler ve bürokratlar için sözü edilen uyum ve bu uyumun korunması her şeyden önemlidir. O uyumun korunması adına yasalar uygulanmaz, kurallar görmezden gelinir, yaptırımlar asla anımsanmaz.
Ancak doğa o denli liberal(!) ve özgürlükçü(!) değildir; kuralsızlığı asla bağışlamamakta, kendi diyalektiği içinde davranmakta ve her zaman kendi kurallarını uygulamaktadır. O nedenle, ülkemizde yüksek enerji çıkışına neden olan büyük doğa olaylarının her biri bizlere tutulan ayna gibidir. O aynadaki görüntünün hoşa gidecek bir yanı bulunmadığına göre bunca zamandır o görüntüyü değiştirecek adım atılmamasının sağlam nedenleri olmalıdır. Bize göre bu nedenlerin en başında ülkemizin gerçek bir hukuk devletinden hayli uzak bir noktada bulunması gelmektedir.
Bir cevap yazın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.