Tutkuyla bağlı olduğum, yalnız ve güzel ülkemde olan biteni özetleyen bu mektubu okuduktan sonra sizlerin oyuna talip olan siyasetçilere de okutun ve “Oy verdiğimize bizi pişman etmeyin” deyin.
***
“SEVGİLİ Metin, telefonla sana bir türlü ulaşamadım.
Herhalde bendeki numaralar eski.
Kalp durumun iyidir, inşallah.
Kafa kağıdı eskidikçe bende de aynı problemler çıktı. İlaç falan idare ediyorum.
Ben Eski Foça’da oturuyorum.
Fabrikayı da İzmir’e taşıdım.
Oğlum Kerem ve eşim Günseli benimle beraber çalışıyor.
İstanbul Mecidiyeköy’deki ofis hâlâ duruyor. Başında Günseli’nin kardeşi Cahit var. Kızım Yeşim orada çalıştığı gibi, TV dizilerinde de oyunculuk yapıyor. Kazandığını da şirkete harcıyor.
Şimdi, hoppala, bu adam ne istiyor diyorsundur. Vallahi borç filan istemiyorum. Senden KOBİ denen gariban topluluğun küçük bir mensubu olarak gerçekleri bilmeni ve sesimizi duyurmanı diliyor ve istiyorum.
Şimdiye kadar üç ihtilal ve 3 kriz gördüm. Bunlara rağmen bu derece bir sıkıntı çekmedim. KOSGEB’e kayıtlıyım.
Ancak partili olmadığımdan ve politikadan da hep uzak durduğumdan, devletten bu güne kadar hiçbir konuda ve şekilde yardım göremedim.
Anladığım kadarıyla da 200-300 kişi istihdam etmiyorsan KOBİ de sayılmıyorsun ve kimse senin sesine kulak vermiyor.
Biliyorsun, biz yükleme, boşaltma, istifleme araçları, şeffaf plastik ve otomatik endüstriyel kapılar üretiyoruz. Dolayısıyla bakkal dükkânından tut, sanayinin ve hizmet sektörünün her kesimi müşterimiz.
Şu anda satışlarımız yüzde 85 oranında düştü. Koskoca holdinglerden 200 TL’yi bile zor bela tahsil edebiliyoruz.
İlk olarak, 3 bin 500 metrekarelik fabrikamızı daha düşük kiralı 500 metrekarelik bir yere taşıdık. 35 kişi olan mevcudumuzu da, kendimiz dahil, 15 kişiye indirdik.
İşçi çıkardıkça, tazminatlarını da kredi kartlarımın son kertesine kadar kullanarak şimdiye kadar ödeyebildim. Üçkağıda bağlayıp da adam atamıyorum. Hepsi geleceklerini bana bağlamış, çıraklıktan yetişmiş oğullarım ve dostlarım. Her birini gönderdiğimde sinirden ve çaresizlikten ağlıyorum.
Fabrikayı kapatmamak için sonuna kadar mücadele edeceğim.
Bağ-Kur’dan emekli oldum. Elime 500 YTL geçiyor. Bu ülkeye 34 sene üreterek hizmet edip 65 yaşında bu duruma düşmek bana çok ağır geliyor.
Esasında, babamdan ders almalıydım ama almadım. Devrim arabalarını üreten mühendislerden biriydi ve Küçükyalı’da bir bodrum katında öldü.
Ha şu an ne yapıyoruz, biliyor musun?
Şirkete nakit para sağlamak için Günseli ile evde, bahçemizdeki ağaçların meyvelerinden reçel ve fabrikada yaptığım tornet ile seramik kül tablası, saksı imal edip, salı günleri Foça pazarında satıyoruz.
Mevcut kadromu da kışta kıyamette işsiz bırakmamak için mücadeleye devam ediyoruz.
Netice olarak;
– Üretici olduğumdan dolayı pişmanım.
– Üniversite okuduğum için pişmanım.
– İki lisan öğrendiğim için pişmanım.
– Gençliğimde Almanya veya Avustralya gibi bir ülkeye göçüp de yüksek maaşla emekli olmadığım için pişmanım.
– Vergi kaçırmadığım ve sigortalı eleman çalıştırdığım için pişmanım.
– Rüşvet almadığım ve vermediğim için pişmanım.
– İşler iyi iken, İsviçre’ye para kaçırmadığım için pişmanım.
– İthalat yapacağıma her şeyi Türkiye’de üretmek için çabaladığım için pişmanım.
– Kendi bünyemde araştırma-geliştirme için para harcadığım için pişmanım.
Gelecekten hiçbir beklentim ve ümidim yok. Hep merak ederdim, insanlar neden intihar eder diye. Öğrendim.”
Umarım, siz de bu yazıyı okuduğunuz için pişman olmadınız!
***
Yiyelim içelim, satılmayalım!
ÜLKEMİZDE hemen her seçim döneminde siyasi partilerin adayları, oy toplayabilmek için “rüşvet” gibi “hediye” dağıtır, “yardım” yapar.
Bu “hediyeler” adayların veya partilerin ekonomik durumlarına göre değişir. Kimi kömür dağıtır, kimi para…
Kimi altın dağıtır, kimi ise tencere, tava…
En çok dağıtılan ise gıda maddesidir. Pirinç, yağ, şeker, çay v.s.
Adaylar gittikleri evlere bu ufak hediyelerini bırakırlar.
Alan memnun satan memnundur.
Son günlerde “Sosyal devletin gereğini yapıyoruz” diyerek beyaz eşya, halı, çek yat gibi ev eşyaları da dağıtılmaya başlandı.
Ne hikmetse bu devletimizin “sosyal” olduğu hep seçim dönemleri hatırlanıyor.
Tıpkı, hukuku kendi işimize geldiği gibi tanımladığımız gibi.
Neyse…
Seçim dönemi dağıtılan bu “seçim rüşvetleri” ile kaç kişi ikna edilir ve oyu alınır bilmem…
Ama, bildiğim bir slogan var.
“Yiyelim içelim, satılmayalım” diye…
Şayet, hediye alanların çoğu bu slogana uyarsa vay partilerin haline…
***
Figüran partiler!
YEREL seçime katılacak partilerin oy pusulasındaki yerleri geçtiğimiz ay belli olmuştu.
Pusulada tam 21 partinin ismi ve amblemi yer alıyor.
Ancak, bazı partiler seçimlere ya hiç katılmıyor ya da kısmen katılıyor.
Örneğin; SHP, CHP adaylarını destekleme kararı aldı.
Aynı şekilde, GP, bazı yerlerde MHP, bazı merkezlerde ise CHP adaylarına destek verecek.
Diğer bazı partiler de kendi adaylarını çıkarmak yerine, başka partilere destek vereceklerini açıkladı.
Görünen o ki; yarış Ege, Marmara ve Karadeniz’de AKP, CHP, MHP ve DSP adayları arasında geçecek.
Yarışın, İç Anadolu’da AKP, CHP ve MHP arasında, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde ise AKP ile DTP arasında geçmesi bekleniyor.
Oy pusulasında yer alan diğer partilerin “figüranlıktan” başka bir işe yaramadıkları görülüyor.
Bu durumda ha kapılarına kilit vurmuşlar, ha seçime katılmamışlar hiç farketmiyor.
Bir cevap yazın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.