Belki de bizi, aşevi önünde kuyrukta bekleşen, verilene razı “zavallılar” sanıyorlar.
Belki de bizi, “acaba”yı unutmuş, avuntulara gark olmuş, geri zekalılar yerine koyuyorlar.
Yanılıyorlar…
İntihar eden Albay’la ilgili ahkam kesen arkadaş, medyayı suçlayıp, “şerefsiz basın, bunu da yazın” diye bitirmiş yazısını.
Yazabilir…
Yazabilir, ama çalıştığı grubun gazetelerinde bir zamanlar aynı Albay’ın sür manşetlerde günlerce yer aldığının da hata olduğunu ekleyerek.
Politika, yazarlık, gazetecilik hep birilerinin hataları üzerine mi yapılacak?
Hiç özeleştiri olmayacak mı? Biz hep “sütten çıkmış ak kaşık”, diğerleri katran karası mı?
Nazım’ın mezarını yurduna getirmek için çırpınıp didinirken, Nobel almış yazarımızı kendi yurdunda yaşatabilmenin yollarını konuşmayacağız.
Ergenekoncular ve Ergenekon karşıtları olarak ikiye bölünüp birbirimize en aşağılayıcı yaftaları layık görürken, hep birlikte yaşadığımız o derin acıların nedenlerine kafa yormayacağız.
İşimize gelene oh, gelmeyene yuh çekeceğiz.
Linç edilen bizden değilse, görmedim, duymadım oynayacağız.
İçimizdeki nefreti yorum gibi sunacağız.
Göz göre göre çarpıtacağız.
Gerçek bir demokrasiye böyle mi ulaşacağız?
Uğur Mumcu, başına gelenlerin aradan 16 yıl geçmesine karşın hala berraklaşmamasına kıs kıs gülüyordur.
Nazım, “beni bırakın da yaşayanları yaşatmaya çalışın” diyordur.
Ahmet Kaya, TRT Şeş’i izleyip , “Peki ben yurdumdan neden uzaktayım” diye sızlanıyordur.
Bir yerlerde unuttuğumuz merak yetimize yeniden kavuşmamız lazım.
Önümüze sürülen her yemeğe dalmadan önce, “acaba”yı anımsamamız lazım.
Medyamız “merak yeteneği”ne kavuşmadan düzlüğe çıkmamız olanaksız.
Bu “meraksız”, “acabasız” medyayla gerçek demokrasiye ulaşmak imkansız…
Bir cevap yazın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.