Birbirinin boğazlarına yapışmış insanlar. Herkes her şeyin en doğrusunu biliyor. İçlerinden geçenleri Allah bilir, ama anlattıkları, söyledikleri içler acısı. Kumpaslar, efelenmeler, dayılanmalar. Herkes bir maskenin arkasında kayıp.
Medyamız belki de tarihinin en kasvetli günlerini yaşıyor. Haber çöplüğünün içinde “5N 1K”lısını bulmak her babayiğidin harcı değil. Kalemi olan konuşuyor, klavyesi olan konuşuyor, mikrofonu olan konuşuyor. Herkes, o Hintli ressamla öğrencisi arasındaki anekdottan fırlamış gibi.
Çoğunluk bilir de yine kısaltarak anlatayım:
Hindistan’da ünlü bir ressam, öğrencisinin değerlendirsin diye getirdiği resme şöyle bir baktıktan sonra, “Sen benim gözümde iyi bir ressamsın. Ama bu resmi kentin en kalabalık meydanına as ve yanına da bir kırmızı kalem koy ki insanlar beğenmedikleri yerlere çarpı işareti koysunlar” demiş.
Öğrenci denileni yapmış. Birkaç gün sonra resmine bakmaya gitmiş. Resim kırmızı çarpılardan görünmez haldeymiş. Çok üzgün olarak hocasına gitmiş. Hocası bir resim daha yapmasını, ancak bu kez aynı meydana asacağı resmin yanına boyalar, fırçalar koymasını ve beğenilmeyen yerlerin düzeltilmesini rica eden bir de not bırakmasını istemiş. Öğrenci denileni yapmış. Yine birkaç gün sonra resmine bakmaya gittiğinde hayretler içinde kalmış. Çünkü resme hiç dokunulmamış.
Bu duruma çok sevinen öğrencisine hocası şöyle demiş:
“Yaşamı boyunca hiç resim yapmamış insanlar bile senin resmini karaladı. Oysa hatalarını düzeltmelerini istediğinde yapıcı olmalarını istedin. Yapıcı olmak eğitim gerektirir. Hiç kimse bilmediği bir konuyu düzeltmeye kalkmadı, cesaret edemedi. Emeğinin karşılığını, ne yaptığından haberi olmayan insanlardan alamazsın…”
Kırmızı kalemlerle dolaşanların medyasına mı dönüştük?
Hayatın en kolay kulvarını seçtiğini sananlar, benden bir kez daha anımsatması ölümsüz değilsiniz.
Küçücük çıkarları uğruna beş takla atanlar, söyledikleriyle yazdıkları arasında uçurumlar olanlar, “ali cengiz oyunlarıyla” avunmayı yaşamak sananlar, son model cipleriyle mastürbasyon yapmayı adet haline getirenler, ağabeyleri olmadan tutunamayanlar, tutundukları yerlere sakız gibi yapışanlar…
Ölüm var…
Bir dostum aradı. Gazetesinde yaşananları anlattı. Eh, ben de epeycesini biliyordum zaten. Ağlaştıkça ağlaştı, anlattıkça anlattı. Neden hâlâ orada bulunduğunu sordum. Epey bir durdu. Ekonomik sorunu yoktu. İşsiz kalma korkusu yoktu.
Son günlerde sabahlara kadar çekip gitmeyi düşündüğünü söyledi.
Sık sık yinelediğim o ünlü tümceyi söyledim ona:
“Görüyorsan içinde olamazsın…”
“Önemli bir şey daha var tabii” diye ekledim.
Ölüm var…
Bir cevap yazın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.