Lafla laiklik gemisi yürümez!

Milyonlar sokağa çıktı, ellerinde Türk Bayraklarıyla.
İstemediklerinin ne olduğu çok açıktı.
Haykırdılar, ortak noktaları hep “geçmişi hatırlamaları” idi.
Geçmişi hatırlayıp, eski günlerdeki güzelliklere yanmaktı.
Eksikleri ise, geleceğe yönelik bir projeksiyon ortaya koyamayışlarıydı.
Çünkü bu ülkenin liderleri olacak öncü ve gerçek yurtseverleri katledilmişti.
Bugün lider bulmakta zorlanmak, eskiye öykünmeden başka bir “çağdaşlık yolu” sunamıyordu topluma.
Yeni bir toplum projesi sunamamak da, gittikçe yoksullaşan toplumu “muhtaç edip, yardımla doyuran” siyasi anlayışın önünü açtı.
Adalet arayışı, evinin önüne bırakılan bir torba dolusu nevalede sınırlı kaldı.
Özgürlük, hele hele kadınların özgürlüğü “türbana özgürlük” gündemine hapsedildi.
Oysa…
8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nden bir gün önce, bu ülke sınırları içerisinde bir berdel cinayeti işlendi.
Bir genç erkek, kendisiyle evlenmeyen kuzenini öldürmüştü.
Başbakan, “en az 3 çocuk” çağrısı yaparken Uşak’tan.
Kadınların gününü farklı bir kutlama (!) biçimiydi.
“Biz laiğiz” diye tepki gösteren pek çoğumuz ise, halkın nabzını yakalamaktan çok birbirimize şikayet etmekle geçirdik zamanımızı.
Kurban bayramında kestiğimiz kurbanın derisini, o çok efendi “eğitim vakfı”nın ya da “öğrenci yurdu”nun yararına veren de bizdik.
“Ah bu AK Parti, Atatürk Cumhuriyeti’ne zarar veriyor” diyen de…
Biz ne mi yaptık o cumhuriyet için?
Sokağa çıkıp, gazımızı alacak birkaç sloganı birlikte atmaktan başka hiçbir şey!
Sonuçta 22 Temmuz’da sandıktan “sürpriz” çıkmadı.
Sistemli olarak mahalle mahalle seçim çalışması yapan, halkın “midesi”ni gereğinden çok düşünen ve günü kurtaran bir siyaset anlayışı, bu ülkenin yarınlarına güçlü bir çoğunlukla yön vermeye ilk adımı attı.
Beklentimiz “asker”e kaldı.
“Ne zaman müdahale edecekler acaba” diye soran da bizdik.
Özel Güvenlik şirketinin görevlileri olduğunu sonradan öğrendiğimiz her gördüğümüz üniformalıyı alkışlayan da biz!…

***

Ve nihayet, “asker”den beklediğimiz ama bir türlü gerçekleşmeyen müdahale “yargı”dan geldi.
Yargı sürecine karışmak haddimize değil.
Ancak, biz siyaset biliminin gerçekliğinden hareketle ortaya çıkan durumu yorumlarsak, ne söylemeliyiz?
Yine beceriksizliğimizi kabul ettik.
Yine kurtarıcı aradık ve bulduk.
Sarılacağımız yeni can simidi, bu dava olacak şimdi.
“Haybeye laiğiz” yani.
Bu konularda “altın tepsi”de bizlere sunulan özgürlükleri kaybederken, ancak birbirimize muhabbetimiz olan ilginç “çağdaş” insanlarıyız bu cumhuriyetin.
Oysa bakın devlet kadrolarına:
Eğitime, diyanete, emniyet teşkilatına, sağlığa, radyo ve televizyonuna…
Bazı şeylerin davası olmaz biliyorsunuz.
Dün sokaklarda binlerce emekçi Sosyal Güvenlik Yasa Tasarısı’na karşı yürüdü.
“AKP sağlığa zararlıdır” diye haykırdı bir Tıp Bayramı gününde.
Çocuklarımızın ve torunlarımızın geleceğine sahip çıkmak adına sokaklara dökülen o insanların demokratik tepkisini önüne geçti, bu yeni dava.
Sivil taleplerle “değişiklik” yapma düşümüz bir kez daha kursağımızda kaldı.
Kurtarıcı bulduk, dedik ya.
Perdeledi binlerce emekçinin üretimden gelen gücünü bu dava haberi.
Ne olacak, tahmininiz nedir?
Değişiklik olacaksa, halkla olmalı!
Belki zor biliyoruz ama.
Tarihe bakın şöyle bir:
Zorla güzellik olmaz.
Emekle olur, belki biz bilmesek de.
Bana öğrenci yurtlarından, tarikat okullarından haber verin.
Sizin bu alanda “laiklik ve çağdaşlık” adına attığınız bir adımdan örnek verin bakalım.
Verebiliyor musunuz?
Örnek varsa sorun yok.
Ama lafla “laiklik gemisi yürümez”
Mustafa Kemallerin tükenmediği bir toplum dileğimiz sonsuz ama.
Zor da kalınca işi başkalarına havale etme kolaycılığımız bizi terk etmiyor bir türlü.
Artık AKP bu süreci, cumhurbaşkanlığında olduğu gibi nasıl tersine çevirir göreceğiz.
Yine “sadece izleyeceğiz” belki.
Ve göreceğiz ki, aslında “biz laik geçinenler” bu ülkede “laiklik karşıtı hareketlerin asıl odağı” haline gelmişiz…
Ama dava açanımız yok!

Related Images:


Yayımlandı

kategorisi

yazarı:

Etiketler:

Yorumlar

Bir cevap yazın