Adaylar, bir şekilde burunlarını başlıklar eliyle “gündeme sokmayı” görev edindi.
Son günlerde gerek yerel basında gerek ulusal basının eklerindeki haberler, adayların atacakları adımlarda bir satranç oyunuyla karşı karşıya olduklarını ortaya koyuyordu.
Hiç yoktan bizim Balçova’nın emekli kahvelerindeki yorumlar onu gösteriyor.
Öyle ilginç dengeler kurulmaya başlandı ki, adaylar için sırat köprüsünden beter bir yolculuk başladı.
İzmir’i yönetmeye aday isimlere gelince:
Önce kendilerini yerel medyanın baronlarına beğendirme ve yakınlaşma yarışına girdiler.
Bu yarıştan galip çıkanın “kazanan” olacağı yanılgısına düştüler.
Yanlış yola girdiklerinin ayırdına varmaksızın…
Yanı başındaki “dostları”nın uyarılarına aldırmaksızın girilen bu siyaset yolculuğunun, kendilerine koltuk kazandıramayacağını düşünmeksizin!..
Bu yolculuğun onlardan sadece “para” götüreceği gerçeğiyle yüzleşmeksizin…
Bu aday isimler, zaman içinde görecekler ki; Sırat köprüsünden geçmek bile daha tercih edilir olacak kendileri için…
Ama çok geç olacak hem kendileri hem de İzmir için…
***
Kolay geçmedi geride kalan yıllar.
Alman ekolünden geliyordu.
Köln’de bulundu.
Gurbetteki işçilerimizin kurdukları derneklerin burs katkılarıyla, öğrencilik yaşamını rahat geçirdi.
Hatta yakışıklılığı sayesinde, Almanya’daki o dönemlerin büyük süpermarketlerde kurulan tanıtım stantlarında bile çalıştı.
Hem de daha sonra İzmir’e üst düzey gazete yöneticisi olarak gelecek gazeteci üstadının katkılarıyla.
Ama zaman içinde değişti.
“Spartakist”likten “şansölyeliğe” geçiş sürecini İzmir’de yaşadı.
Başarılı bir gazeteciydi, herkesin geçtiği yollardan geri dönüyordu.
Arkadaşları bile “Şansölye” diye çağırır oldular onu.
Zaman içinde mesleğin geldiği (belki de onun gibilerinin de katkısıyla gelinen) durum; çıkardığı ek gazetelerinin birinci sayfalarını bu kentin yöneticileriyle bir şişe viski içerek yapmaya zorladı.
Viski lezzetlendikçe, gazetelerin ve gazeteciliğinin tadı kaçmaya başladı.
Zaten o da zaman içinde “kentin geleceğine yön veren” bir güç olmayı, gazeteciliğe tercih etti.
Siz bakmayın onun çeşitli platformlarda “gazeteci” diye takdim edildiğine.
O şu anda İzmir’e yön verecek yeni yerel iktidar sürecinin satranç taşlarını, çok sevdiği arkadaşlarıyla birlikte yönetme keyfini yaşıyor.
Hem de büyük bir zevkle ve titiz bir zariflikle…
***
Üniversite öğrencisiyken kapısını çalmıştı bir dönemlerin unutulmaz spor gazetesinin.
Adı “Merhaba” ile başlayan bir yayındı…
O zamanlar henüz göbeği çıkmamış ve sonradan sevmeyenlerinin yapıştırdığı “evrim teorisine uygun” kimi yakıştırmaların hedefi olmamıştı.
Gazeteye başvurmaya birlikte geldiği ve “can dostum” dediği, işe birlikte başladığı arkadaşını “okey dışarı” yaptı önce.
Ona stadyumları ve spor salonlarının yerini gösteren ağabeylerinin tepesine çıkıverdi birden.
Çünkü gazeteyi kuran ve her an “Nazım’dan şiir okumaya hazır” o ismin ağız tadını yakalamıştı.
“Gurme” yönüyle rakı ve mezenin en iyi olduğu mekanlarda, o ismin gönlünü hoş tutmasını bilmişti.
Neredeyse “stajyer” denilecek konumdan jet hızıyla gazetenin yayınını yönetmeye başladı.
Ayağı çamura değmeden, amatör sahalarda ıslanmadan ve rüzgarla-gazetecilik mecazıyla-terbiye olmadan…
Bugün geldiği noktada, yüzünden eksik olmayan pişkinliğin ve her şeyi bilmişliğin arkasında; bu eksikliğin olduğunu söyleyenler çok.
Sonra İzmir’in köklü yayın kurumunun çatısı altında, yayın grubunun bir başka gazetesine arka sayfa güzeli olacak kız resmi arayan da kendisiydi.
Şimdi mitoloji, tarih, hatta Homeros’u bile yazıyor.
Herhalde kendisi araştırıp yazıyordur
1. Sanayi Sitesi’nde “dingil mesafeleri” üzerine bilimsel bir konferans verebilecek donanımda.
***
İşte bu gibi isimlerin yön vermeye çalıştığı “İzmir hamuru”nda tuzu olanların canı fena yanacağa benziyor.
Üstelik bunlar; CHP’de önemli görevlere aday bazı isimlerle birlikte, “değişik bir İzmir pişirmeye” çalışıyorlar …
Aralarında bir dönemlerin “kırat adayı” ve Alman ekolünden gibi görünme çabasındaki isimle birlikte hareket ediyorlar.
EXPO deyin, söyleyecekleri çok şey var…
Büyükşehir seçimi deyin, anlatacakları çok şey var…
Donanımlı kisveleri, samimiyet cümleleri belki farklı…
Ama beklentileri ve amaçları aynı:
En önemlisi İzmir’in geleceğine yön vermek.
Diğerini Napolyon’u uyandırsak da mı sorsak?
St. Helena adasındaki mezar, Tantalosunkine benzemez ama!
Peki ya İzmir hamuru, yeni dönemde bu ellerde şekillenirse?
Üzerine biraz da “susam” eklersek…
Düşünmesi bile korkunç.
Bir cevap yazın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.