
145 metre uzunluğundaki içi aydınlatılmış mağarada flaşlı fotoğraf çekimi yasaklanmış. Daha önceki yıllarda bunun zararını görmüşler ve yasaklamışlar. Biz de buna saygı duyarak fotoğraflarımızı çektik.
Mağarada yarasalar uçuşuyor ve sarkıt – dikitlerin oluşturduğu görüntüler gerçekten çok güzel. İçeride yarım saat kadar kaldık. Başına bir bekçi dikmişler. Her taraf pırıl tuvaletlerine kadar örnek gösterilecek bir ören yeri. Mağara gezilir de öyküsü öğrenilmez mi? Hemen size aktaracağım öyküsünü.

Halk arasında anlatılan rivayete göre yörede yaşayan kel ve köse Himmet adında bir çoban Dodurgalar Kasabasının altı kilometre batısındaki Malı Dağı’nın doğu yamaçlarında
O sırada sığınacak bir yer ararken mağaranın girişini bulur. Bir süre mağaranın girişinde bekler. Ama merak bu ya mağaranın derinliklerine doğru yol alır ve bir daha çıkışını bulamaz. Otlattığı koyunlar köye döner.
Ailesi ve yakınları merak eder Himmet’i aramaya başlarlar. Bir hafta sonra başka bir çoban Himmet’in mağaradan gelen sesini duyar ve ailesine haber verir. Ailesi Himmet’i bulur ve bir de ne görsünler? Himmet’in saçları ve sakalları çıkmış, işte bu efsane ile ünlenir mağara.
Daha sonraki yıllarda sarkıt ve dikitlerden alınan parçalardan yapılan analiz sonuçlarından mağaradaki suların önemli miktarda çinko içerdiği belirlenmiş. Bu bölgeden gelip geçenlere bu mağarayı mutlaka görmeleri gerektiğini öneriyorum. Mağara gezimizden büyülenmiş bir şekilde ayrılıp yola koyulduk.
Kibrya

Spor karşılaşmalarının yapıldığı bu Gimnazyumu oluşturan taşlar özenle yerleştirilmiş. Karşılaşmaları izlemeye gelenlerin rahat etmeleri için her şey düşünülmüş o yıllarda. Sonra bilinmeyen bir nedenle bu güzelim kenti terk etmek zorunda kalmış yaşayanlar.
Gölhisar kampı

Herkese öneririm, kaplarda erken uyumak iyidir. Çünkü ertesi sabah çok erken kalkılır ve daha çok yol alınıp, daha çok yerleri görme şansı yakalanır.
Sabah erkenden herkes ayakta. Aykut ateşi canlandırmış, İsmet kahvaltı hazırlıyor. Bana da sucukları kesip mangala koymak düştü. Çadırlarımızı topladık, kamp ateşini söndürdük, yola koyulduk. Tekrar Gölhisar’a döndük. Oradan Altınyayla üzerinden kısa da olsa bir Saklıkent turu, ardından Göcek. İşte burada yüreğime ateş düştü.
Göçek diye bir köy kalmamış

Köye girişte köylü kadınlar gazetecilere isimleriyle hitap ederdi. Biz onlardan biri gibi olmuştuk. Doğrudan, onların pansiyonlarına gider kalırdık. Bizleri kendi evlatları gibi ağırlarlardı. Pek paracı da değillerdi. Ama Özal onların gözünü açtı.
Göçek’in girişini bulamadık. Sanki bir İtalyan kasabası veya Yunanistan’in bir adası gibi olmuş Göcek. Anılarımın geçtiği tek bir nokta bile bulamadım. Metrelerce doldurulmuş deniz kenarında bir anı fotoğrafı çekildim o kadar. Başka söyleyecek bir şey kalmamış. Ormanlar, dağlar, bahçeler ve çayırlar her taraf villa dolmuş. Göcek diye bir köy kalmamış.
İztuzu Caretta’ları bekliyor
Göçek’ten hemen sonra Köyçeğiz’e yakın bir turizm beldesi, Dalyan’a uğramamak olmaz. Dalyan daha hareketlenmemiş. Sokaklar bomboş. Tekneler müşteri bekliyor İztuzu’na taşımak için. Ama Nisan ayı sonlarına doğru tekneler on dakikada bir dolup hareket edecek O günlere çok az kaldı.
Dalyan’dan karayoluyla İztuzu’na geçtik. Caretta Caretta’ların yumurtalarını bıraktıkları o eşsiz, görkemli ve muhteşem sahilde nefeslendik.
Katrancı Koyu’nda öğle ile karışık akşam yemeğimizi yedikten sonra dönüşe geçtik. Yolda, gelecek aylarda yapacağımız kamp planlarını tasarladık.
Bir cevap yazın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.