“Kent” denilen bu yapılı çevrenin yaşam süresi ile insanın yaşam süresi arasındaki fark, insanı, çoğunlukla kendisinden öncekilerin oluşturduğu çevrede yaşamaya mahkûm bırakmaktadır. Kısacası, günümüzde içinde yaşanılan yapılı çevre gerçekte, daha önce orada yaşayanların oluşturarak bugüne bıraktıkları bir yerdir. İçinde yaşanılan yapılı çevre, bir yandan insan eliyle yavaş yavaş değiştirilirken bir yandan da günlük yaşamı biçimlendiren yanlarıyla, orada yaşayanların oluşumunda derin izler bırakır. Yani, içinde yaşanılan çevreyi sürekli yeniden yapan, biçimlendiren insan aynı zamanda kendisinin oluşumunda da bu çevreden yoğun biçimde etkilenir. Bu nedenle, bugün içinde yaşanılan kentsel çevreye yapılacak her köktenci müdahale aslında, gelecekte o yerleşmede yaşayacak kentlilerin oluşumuna, biçimlenişine müdahaledir.
Öyleyse, kentin oluşumuna, biçimlendirilişine ve yönlendirilişine yönelik kararların üretilme sürecinde yalnızca ortaya çıkacak kentsel mekânın alacağı biçim değil, bu mekânın kullanıcılar üzerinde bırakacağı etki de göz önüne alınmalıdır.
Kent mekânının biçimlenişinde, kısaca “üretim ilişkileri” diye adlandırılan iktisadi ve toplumsal etkinlikler bütününün çok önemli etkileri vardır ama iklimden topografyaya değin yerleşmenin coğrafi konumlanışı da bu biçimlenişte göz ardı edilemez bir bağımsız değişkendir. Ancak, bütün bunların ötesinde aslında mekânı biçimlendiren orada yaşayan insanlardır. Bu insanların hem doğrudan kendileri, hem de ulaştıkları örgütlenme düzeyi kapsamında oluşturdukları yönetim biçimi kentin kimliğinin belirlenmesinde çok etkili olmaktadır.
Her kent, hiçbir müdahale olmasa da tarihi süreç içinde oluşan kimliğiyle yüz yıllar boyunca yaşamını sürdürür; zamanın belirli bir evresinde, önce durgunluğa girer, sonra gerilemeye başlar ve bulunduğu ülkedeki etkinliğini yitirerek sıradan bir yerleşme düzeyine düşer, hatta yok olabilir. Bilimsel bilgiye dayalı politikalar doğrultusunda çalışan kent yönetimleri, bu gerçeğin bilincinde olarak, ülkenin ve dünyanın gelişen koşullarına uygun önlemlerle söz konusu tehlikeden kentlerini korurlar.
Tarihi süreç içinde biçimlenmiş ve bu biçimlenişe göre yaşamakta olan kentlerin kimliğini ve yaşam çizgisini bir anda değiştirmek mümkün değildir. Bugünün kentini sorunlarından arındırarak yarına taşımak için sabırla ve kararlılıkla çalışmak gerekir. Bunun için günümüze değin keşfedilmiş en akılcı yol “planlı kentleşme” olarak adlandırılmaktadır. Planlı kent, imar planına sahip olan kent değildir. Planlı kent, geçmişin olumlu kazanımlarından da yararlanarak kenti bugünden yarına taşıma savıyla hazırlanmış; iktisadi, toplumsal ve fiziksel bütünlüğü olan bir plana göre gelişen kenttir. Bu planların, kent toprağında oluşan ranttan kimin ne kadar pay alacağını düzenlemenin ötesinde çok fazla anlamı olmayan imar planlarıyla pek ilgisi yoktur.
Uygar insanların yarattığı uygar yaşam alanları olarak özenilen dünya kentlerine bakınız; hepsinin bu tür planlarla geliştiğini ve geleceklerinin pırıl pırıl aydınlık olduğunu görürsünüz.
Bir cevap yazın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.