1492 yılında Kristof Kolomb’un ayak bastığında nüfusu 8 milyon olan Arawaks yerlilerinin sayısı 22 yıl içerisinde 28 bine indi.
İngiltere Krallığı 1788?1938 tarihleri arasında sömürge amacıyla gittikleri Avustralya’da 750 bin siyah derili Aborjinden geriye sadece 31 bin kişi sağ bıraktı.
Kıbrıs’ta 1952 yılında kurulan. EOKA, 1963 yılında devreye soktukları yeni etnik temizleme planı sonucu 500 Türk öldürüldü, 130 Türk köyü yakıldı, 25 bin Türk, evlerini terk etmek zorunda kaldı. Ve bu katliam hep “dünyanın” gözü önünde yapıldı.
1919’da İzmir’i ve çevresini işgal eden İngiliz destekli Yunan ordusu ve yerli işbirlikçi Rumlar sadece İzmir de, işgalin ilk üç günü 4 bine yakın Türk’ü hunharca katletti.
ABD, Irak’a özgürlük getirme bahanesiyle, 100 binin üstünde sivil halkı, katletti. Fransız, İngiliz ve Almanlar başta olmak üzere bütün AB ülkelerinin Felluce soykırımı karşısında kayıtsız kaldı. Birleşmiş Milletler de kendi soykırım tanımına giren insanlık suçlarına karşı ses çıkarmadı, çıkarmıyor. Son örnek İsrail’in Lübnan’daki cinayetleri oldu.
Ve “dürüstlükten” sözden Chirac’ın ülkesi Fransa: 1945’den 1962 yılına kadar Cezayir’de toplam 1,5 milyon Cezayirli kadın, çocuk, yetişkin, yaşlı katletti.
Bosna Hersek’te, Amerika ve Avrupa’nın “bilgisi” dâhilinde ve Hollanda’nın da gözü önünde Boşnaklara yapılan katliamları da, Bulgaristan’daki Türklere yönelik yapılan asimilasyon ve katliamları da, şu anda bile devam eden ABD denetimindeki Kuzey Irak’taki Türkmen katliamları da unutulmamalıydı.
Cumhurbaşkanı Sezer, hükümet ve Genel Kurmay’ın “son çıkışlarına” bile sessiz kalan Türk İş Dünyası’nı da unutmamak gerekir. Ulusal çıkarlarımız ve doğrularımız için “sağ sol” edebiyatı yapılmaz!
İzmir’e bir çift söz!
Kocaoğlu-Demirtaş tartışmasına girmeyeceğim. Çünkü bu “plan tartışmasında” yeterli bilgilere sahip olduğumuza inanmıyorum. İzmir’in tümünü ilgilendiren bir çalışmada kamuoyuna yeterli bilgiler verildiğine de inanmıyorum. Ben “varoş gazetecisi” sıfatımla başkanların atışmalarını sadece “ibret ve dehşetle” izliyor ve kendi kendime “böyle olacağı belliydi” diyorum sadece. Ekrem Bey’in eleştirilerinden sonra, İzmir’de yayınlanan tüm gazete ve televizyonların Aziz Bey’in yanıtını “farklı” aktarmalarını da “tehlikeli” buluyorum. Canım İzmir’imin iki önemli yurttaşının kavgasından da “bazıları” gibi “sadistçe zevk” almıyorum. Ancak yadırgadığım bir taraf var ki o da İzmir Büyükşehir Belediyesi!
Aziz Kocaoğlu’nun “belediye başkanı” sıfatıyla hala bir vizyonunun oluşmayışı, “Başkan Aziz” ile “yurttaş Aziz” arasındaki gidip gelmeleri, ukalalık sanmayın ama en yakından izleyen gazeteci benim! Başkanın çevresindeki “belli” ve “yanlış” yönlendirmelerin, kamuoyundaki yankılarını ne yazık ki Başkan görmemeye devam ediyor. Ancak “gördüğü” yerlerde de “acil müdahale” ettiğini biliyorum. Yeni yıl yaklaşırken, Büyükşehir’deki bazı “danışman çalışmalarının” kritik bazı birimlerde yarattığı huzursuzluğu, bir kat alttaki başkanlık makamının duymamasını da ibret ve dehşetle izliyorum. Başkan Kocaoğlu’nun, “yurttaşlığından” gelen kredisinin hızla “başkanlığını” zora sokacağını görmenin keyifsizliğini de yaşıyorum. Bunun nedeni de “Başkan’ın, notlar aldığı deftere” sadık kalmaması sanırım. Sokağa kulak tıkayan yerel yöneticilerin, tarihe de geçemeyeceğini bilmesi gerekir. Büyükşehir Başkanı sıfatıyla, ilçe belediye başkanları arasına “malum bürokratların” girmesi, Büyükşehir’deki “bazı malum” bürokrat ve “efendici” danışmanların kendilerini, “halkın” ve “halk tarafından seçilmiş” ilçe belediye başkanlarının “üzerinde” sanmalarının faturası Başkan Kocaoğlu’na çıkacaktır, belki de çıkıyordur!
Bana laf düşmez belki. Ama şehrimi, tek başıma da kalsam ne “naylon efendilere” ne “pergel gönye kardeşliklerine” ne de “Bizans kompradorlarına” bırakmayacağım.
Ne demek istediğimi de, yazılarımda da söylemlerimde de “karşılıksız” sevdiğim Aziz Abi de, dinamizmine hep saygı duyduğum Ekrem Demirtaş da “anlar”! Çünkü ikisi de halktan uzak ve ne yazık ki ikisi de “halka yakın” olduklarını sanıyor!
Esnafa “eylem planı” gerekmez mi?
Şimdi ben bunları yazdım diye yine “birileri” kızacak. Belki de “yahu biz bunu TV’de susturduk, gazetede başımıza bela oldu. Bir de sokak sokak dolaşacak şimdi” diyecekler. Baştan beri söylüyorum, söylediklerime ve yazdıklarıma “kızacak” varsa, arasın beni hemen bir “buzcu” önereyim. Çünkü “değişmeyeceğim”! Dün de, bugün de ve inşallah ölüme dek “esnafçı” oldum, olacağım! Çünkü kriz döneminde “ecnebi hipermarketlerin” veresiye verdiğini duymadım. Ama esnaf o kriz döneminin her şeye rağmen kazasız belasız atlatılmasının kahramanı oldu. Kriz döneminde nice işini yitirmiş baba, yuvasının ekmeğini, zeytinini, bebeğinin sütünü sadece esnaftan veresiye aldı. Tabii bunlar “insani” değerler. Vahşi kapitalizmin acımasız kaleleri ve derebeylerinin “paylaşma, dayanışma” kavramlarından anladığı sadece, “kampanya” dönemi “reklâm sloganları”!
Gazetelerde esnaf başkanlarının mahalle arası işgallerinden yakındıklarını okudum geçen gün. Haklılar. Yerden göğe haklılar. Ama o temiz iyi niyetleri politikacılar tarafından o kadar çok istismar edildi ki.
O yasa bugün yürürlüğe girse ne işe yarayacak acaba? Mahalle arası işgaller püskürtülecek mi sanki? Esnaf “rekabet güç ve yöntemine mi” kavuşacak sanki? Keşke yanılsam ama “atı alan Üsküdar’ı birkaç kez geçti”.
Peki, ne yapılması gerekir? Bence bir yol kaldı, o da “eylem”! Üstelik seçim de geliyor. Esnaf eğer “yeniden” örgütlenip “masaya yumruğunu” vurmazsa, kepenk indirmekten tutun da mitinglere kadar, sesini çıkarmazsa uygarca, demokratça ve Ahi Evran’a yakışır bir şekilde; korkarım seçim sonrası yazacak esnaf kalmayacak.
Bence Susam Başkan “eylem stratejisini” yapacak birisi, hem de “tek” başına! Tokmakoğlu da “yanıp tutuşuyor” zaten! Balçova, Bornova, Karşıyaka, Çiğli ve diğer tüm esnaf artık “imdat” deme gücünü bile yitirdi. Lakin Esnaf “gerçek dostları” ile “ikiyüzlü dostlarını da” ayırmalı. Yani kimse aynı anda hem “mahalle arası ecnebi marketleri” hem de “esnafı” savunamaz. Öyle değil mi?
“Beynine sağlık” Ege Üniversitesi
Dün umudum güçlendi, karamsarlığımın yerini bilinçli bir iyimserlik aldı. İzmir’in, kökünden gelen aydınlığına bilim aydınlığı, bilim umudu eklendi.
Ege Üniversitesi’nin yeni akademik dönem açılışındaydım dün. Güler yüzlü ve iyimser Rektörüm davet eder de gitmez miyim? İyiki de gitmişim.
Bu yılki açılış dersini Zülfü Livaneli’nin verecek olmasına şaşırmakla birlikte, Livaneli’nin, Genelkurmay Başkanı Büyükanıt’ın konuşmasını da referans alarak anlattıklarına daha da şaşırdım. Ulusalcılığın adeta “yeni versiyonunu” çizmeye çalışan “vekil” Livaneli’nin, medya yozlaşmasıyla ilgili verdiği örneklerle “bu parlamento halkın eğilimlerini yansıtmıyor” sözüne bayıldım. Ancak alkışlamak “içimden” gelmedi.
EÜ Rektörü Ülkü Bayındır’ın konuşmasındaysa dikkat çekici iki önemli nokta vardı. Biri AKP Hükümeti’nin üniversitelere bakışının adeta sayısal kanıtıydı: “2002-2005 arasında devlet üniversitelerinde öğrenci sayısında %22’lik bir artış olmasına rağmen, araştırma görevlisi sayısındaki artış binde dörtte kalmıştır”. Ne dersiniz bu rakamlara?
Ama Ülkü Hoca’nın, o kendine has sempatik üslubuyla dile getirdiği bir “son bölüm” vardı ki, umarım “tüm dinleyenler” mesajı almıştır! Size sadece bir bölümü aktarayım: “Bazı gelişmeleri sevmiyoruz, sevemiyoruz. Bunun nedeni Büyük Atatürk’ün beynimizde ve ruhumuzda yer tutan ?Bağımsızlık benim karakterimdir’ sözleridir. Bin bir güçlükle kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin üniter devlet yapısını zedeleyen iç ve dış söylemleri kabul edemeyiz!” Sanırım devamını sizler de tahmin etmişinizdir. Umarım bu açılış konuşmasını E.Ü.’nün Internet sitesinde de yayınlarlar.
Ve Konservatuar öğrencileri. Hepsinin alınlarından tek tek öpmek isterdim. O aydınlık yüzlü çocuklarımızın Cumhuriyet’e sadakat duygusuyla oynadıkları Ege havalarını ve temsil ettikleri Atatürk’ü keşke tüm yurttaşlar izleyebilseler. Kimse kusura bakmasın, ama İzmir’de bu çocuklara sponsor olacak “gerçek” iş adamları olsa, “Anadolu Ateşi” falan kalmaz ortada!
Hep böyle var ol Ege Üniversitesi, çok yaşa gerçek Atatürkçü Rektör bayındır!
Livaneli sürpriz yapmış!
EÜ’nün açılışındaki o konservatuar öğrencilerinin aydınlık yüzlerini unutamıyorum. Sempatik Rektörümüz sevgili Ülkü Bayındır hocamız dün telefonla aradı. EÜ Hastanesi beni çok kızdırsa da ben rektör hocayı seviyorum be millet! Bir haber verdi ki müthiş! O aydınlık yüzlü öğrencilerin gösterisini Zülfü Livaneli de çok beğenmiş. Gösterinin CD’sini istemiş. Öğrencilerin bu idealist çabalarına yardımcı olacakmış. Çok sevindim. Çünkü Livaneli, politikacılığı bir yana önemli bir sanatçımız. Hem de dünya çapında. Ne dersiniz Livaneli’nin de yardımıyla “birilerinin” pabucu dama atılır belki de, değil mi? Umarım, umarım!
Mordoğan’dan haber var
Dün yazdığımız yazı üzerine Mordoğan Belediye Başkanı Ahmet Çakır aradı. Mordoğan’daki balık çiftliklerinin, Çeşme’den daha olumsuz olduklarını bir kez daha anlattı ve benim “Şimdi Sıra Mordoğan’da Olmalı” düşüncemi aynen desteklediğini ve kolları sıvadığını söyledi. Yani çok yakında Mordoğan’a “eyleme” gidiyoruz millet! Ancak bu protesto eyleminin bir farkı olacakmış. Başkan Çakır, eyleme ekmeğini denizden çıkaran “gerçek” balıkçıların katılacağını, eylemin bir “balıkçı” eylemi gibi olacağını söyledi. Umarım bu kez Sayın Vekiller ve “vekil olmak” isteyenler de meydana” çıkar da görürüz. Başkan Çakır’a teşekkür ediyorum.
Ali Aşlık “gündem” oldu!
AKP İl başkanı bir iftar verdi basına, olanlar oldu! Deniz Baykal’ı emekli edeceğini söyledi, AKP’nin İzmir’de “birinci” parti olduğunu vurguladı. Tuttu Ümit Yaldız da bunları yazdı. Arkasından da vay ki vay! CHP, MHP, DYP, ANAVATAN, DSP İl Başkan ya da yöneticileri “karşı hücuma” geçtiler.
Siyaset bu, herkes istediğini söyler. Ancak iktidar partisinin il başkanının söylediklerini de boşa atmamak lazım bence. Zira sokaklara bakınca ne Aşlık ne de diğerlerinin “gerçeği” tam yansıtmadığını anlayabiliriz. Sokaklarda her geçen gün oy oranı yükselen tek bir parti var. Ve bu görmezden gelinemez. O parti de kim ne derse desin “Kararsızlar Partisi”. İnanmayan varsa “harbiden” çıksın sokağa ve görsün gerçeği. Bugünlerde sokak sokak dolaştığını duyduğum Aziz Abi ile ciddi ciddi konuşma zamanı da geldi galiba. Yok, öyle koltuk üzeri, iftar arası politika! Bu arada, Ali Aşlık’ın “tavla” önerisini de kabul ediyorum. Yerini ve zamanını belirlesin, eyvallah! Ali Aşlık’tan sonra diğer il başkanlarına da sürprizlerim olacak, bekleyin!
Bir cevap yazın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.