İzmir kocaman bir şehir. Zaman zaman kızıp “köy de” desem İzmir, binlerce yılın “deneyimli” şehri.
Hele Türkiye Cumhuriyeti’nin en “anlamlı” kenti. Gururu, onuru kenti. Gazi Paşa’nın “sevgili İzmir’i”. Devrimlerin en sadık şehri.
Demokrasinin, hoşgörünün, birlikteliğin buram buram yaşandığı yer(di) İzmir.
Başka kentler, özellikle de İstanbul hep kıskanmış İzmir’i. Çok duygusal olacak ama, “yalnız” kalıp düşünmeye dalınca, Atatürk’e suikast girişiminin bile altında “İzmir düşmanlığı” arıyorum. Neyse, hem Nevruz hem de 1 Mayıs’ta yaşanan olaylar, bana “yine İzmir’e komplo mu kuruluyor?” sorusunu sordurdu. Öyle ya, hem demokratik hoşgörünün kalesi sayılacaksın, hem de demokrasiyi “gözden düşürme” şeklinde algılanabilecek olaylara sahne olacaksın.
Ama her iki olayda da “derin” ve “esrarengiz” kokular alıyorum. Düşünsenize burası İzmir, 9 Eylül’ün has Türk kenti. Lakin miskinliği de kendine neredeyse ideoloji seçmiş gibi.
İzmir’de, hem de Kordon’da, hani 9 Eylül 1922’de “Kemal’in askerlerinin” özgürlük getirdiği yolda, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne ve de milletine ikidir “meydan” okundu mu? Okundu! Peki laik, demokratik Türkiye Cumhuriyeti’nin bölünmez bütünlüğünden yana olan bizler neredeyiz? Gazete sayfalarındaki “yasakçı” yaygaralarıyla Cumhuriyet savunulmuyor işte. Öte yandan, Yeşilyurt’ta bomba patladığında, vatandaşların gösterdiği “ay yıldızlı al bayrak” hassasiyetini, neden “Kordon ahalisi” göstermiyor? Var mı öyle “bana dokunmayan yılan bin yaşasın” demeye getirmek? Konser sonraları olan rezaletlere ne demeli peki?
Neyse, önümüz 19 Mayıs!
Hani Ebedi Şefimiz Atatürk’ümüzün “vatanın bağrına düşman dayasın hançerini; bulunur kurtaracak bahtı kara maderini” deyip, kurtuluş ateşini yakmak için Samsun’a “çıktığı” gün, 19 Mayıs 1919!
Ne dersiniz, Atatürk Cumhuriyeti’ne sadık yurttaşlar, siyasal partiler, askerler, emekliler, çocuklar, polisler, kadınlar, öğretmenler, öğrenciler, çiftçiler, üniversiteliler, işçiler, sivil toplum örgütleri, esnaf odaları, işadamları yok mu? Var tabii ki. O halde 19 Mayıs 2006 Cuma günü toplanamaz mıyız Gündoğdu’da? Ellerimizde sadece ulusal birlik sembolümüz bayrağımızla? Bunu organize edecek “yürekte” Cumhuriyetçiler mutlaka vardır değil mi?
Siz önerimi bir düşünün hele?
İzmir’de çevreci olmak yürek ister, yürek!
Dün sabah yayınımda Çevre Müdürü Osman Tatar vardı. Bugüne kadar bu kadar “net” konuşan bir “devlet memuru” ile hiç konuşmamıştım. Çevre Müdürlüğü personelinin zor çalışma koşularını da açık açık anlattı Osman Tatar. Ancak benim “derdim” şu 105 fabrika olunca, aklım daha da karıştı. Belediyenin faaliyet raporu toplantısında konu edilen “çevre çalışmalarının” kamuoyuna böylesine yansıması da pek garip doğrusu. Üstelik Osman Tatar’ın “çevresel risk” taşıyan fabrikalarla “yakından” ilgilenen reklamcılardan söz etmesi de kayıt edilmesi gereken çok çarpıcı bir ayrıntıydı. Ve “şeytanın da” ayrıntılarda gizlendiğini takdirinize sunuyorum. GSM ruhsatı olmayan “büyük firmalar” meselesi de sanırım en çok Tamer Taşkın’ı ilgilendiriyordur. Canlı yayın sırasında “ihbarcılık” yapmaktan büyük keyif de aldım. Burhan Özfatura’nın 8 Şubat 1996 tarihinde mektupla, zamanın EBSO Başkanı Atıl Akkan’a “ihbar” ettiği 18 firmanın, on yıl sonraki yani “bugünkü” durumlarını da çok merak ediyorum. Hele aralarında GSM ruhsatı olmayan “çok ünlü bir gıda” firmasıyla yine GSM ruhsatı olmayan “çok ünlü bir kimyasalcı firmanın” bugün itibariyle ruhsatlarını alıp almadıklarını da öğrenmek isterim doğrusu.
İzmir’de bir yandan ukalalık yapacaksın diğer yandan da her bir yeri kirleteceksin… Ayıp yahu, ayıp!
Tamer Taşkın’ın “duygusal” çıkışları ne Çevre Müdürlüğü’ne yardımcı olur ne de İzmir’i temizler. Ama biz “konuşmaya” devam ederiz!
Çocuklarımızdan, torunlarımızdan “özür” dileyeceğimize “efelik” yapmıyor muyuz, işte buna çıldırıyorum. Bakalım “mezarına tükürülecekler” safında “eksilmeler” olacak mı?
Işılay Saygın Güzel Sanatlar Lisesi’nin hali!
Şimdilik kısa geçeceğim. İzmir Valisi Köksal, Milli Eğitim Müdürü Aydoğan, İzmir Milletvekilleri, Büyükşehir Belediye Başkanı Kocaoğlu, Buca Belediye Başkanı Şeboy’un tez vakitte Buca’daki bu okula gitmelerini diliyorum. Önce gitsinler sonra da ben yazayım. Zira gördüklerimden çok utandım.
Bir cevap yazın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.