Tamamen rakı masası edebiyatı ile belirlenen sahte ve sanal gündem, İzmir’de ekmek kavgası yapan İzmir’in sessiz çoğunluğunu yaralasa da, bu çoğunluk sesini, çığlığını duyuracak iletişim araçlarına ulaşamadığından, Bizans işbirlikçisi rakı masası aydınlarının sahte gündemleri İzmir’in gerçek gündemiymiş gibi sanılabiliyor devletlülerce.
İzmir’in bitirilemeyen yatırımları, asayişi, sağlık ve eğitim kuruluşlarının yetersizliği, üniversitelerinin ilgisizliği, iş dünyasının yüreksizliği, kanka edebiyatına dayalı medya düzeni, İzmir’in sessiz çoğunluğunun tepkisini çekse de, bu tepkiler duyulmadığından, duyulsa da balçıkla sıvanmak isteğinden işe yaramıyor.
İzmir Geriye Giderken; İzmirli !..
Kabul edilmese de zaman zaman kanaat önderlerince yapılan “İzmir’in hakkı yeniyor” söylemleri kesin olarak ortaya koyuyor. Kaybeden İzmir, İzmirliler! Bu İzmirliler deyimini de istismar edilmesin diye iyice açıklamak lazım. Kimler İzmirliler? İki grup var sadece “İzmirli” olan. Birincisi göbekten İzmirli olup, hayatını İzmir’de yaşayanlar. İzmir’de kazanıp İzmir’de harcayanlar. Diğeri ise başka kentlerde dünyaya gelse de şu an için İzmir’de ikamet eden, ekmeğini İzmir’de kazanıp (kazanamayıp), İzmir’e karşı İzmir’de görevlerini yapanlardır. İzmir’de doğup, ekmeğini İzmir’de kazanmayıp, İzmir’e beş kuruş harcamayanlara ise, kusura bakmayın ama, ben İzmirli falan demem, gönül veya şükran borcum da yoktur. Bırakın heykellerini dikmeyi, suratlarını görmeye bile tahammül edemediğimdir.
İstanbul, Ankara, Bursa, Kayseri süper hızla koşarken İzmir’in ağır aksak yürümesini, koşmaktan sayanların tamamı ne yazık ki, kıblelerini İzmir ile ilgisi olmayan bir takım odaklara ayarlamışlardır; o kadar!
Neden Sezen Aksu?
Bu sorunun yanıtını inanın ben de bilmiyorum. Sezen Aksu’nun İzmir’de doğması, okuması İzmirli denmesine olanak vermekte midir? Hayır! Evet diyebilmem için, İstanbul’da yaşıyor olsa da, İzmir’e katkısının olması gerekir. Onu da ben bilmiyorum işte. Bildiğim ise İstanbullu bir kalemşorun isteği olması Sezen Aksu heykelini… Beyazıt Öztürk’ün TV programında bahsi geçmesi, Sezen Aksu’nun karşı çıkması. Ardından meslektaşımız Deniz Sipahi’nin, Milliyet Ege’de, konuyu sanki İzmir’in kurtuluş yoluymuş gibi yazması ve bir gün sonra da Büyükşehir ile Konak Belediye Başkanlarının bu “kurtuluş yoluna” (!) nasıl onay verdiklerinin yansıtılması.
Yine bilmiyorum ve anımsamıyorum. Rahmetli başkan neden Sezen Aksu’nun heykelini dikmek istedi? Sezen Aksu’ya “şükran borcumuz” neden var? Sezen’in İzmir’e neler verdiğini neden ben bilmiyorum? Acaba diyorum, bir zamanlar Sezen’in bir kasetini borç olarak mı aldım? Ya da Sezen Aksu İzmir’de bir konser verdi de “beleş mi” dinledim? Gerçekten bilmiyorum o “şükran borcum” ne zaman yazıldı deftere?
Acaba Aziz Kocaoğlu veya danışmanları ya da Muzaffer Tunçağ biliyor mu bu borcun nedenini?
Bu heykel konusunun kaynağının İstanbul olduğunu düşünürsek ben “hey Allahım sen sabır ver” diye haykırabilirim sanırım!
Mesele “şükran borcu” ise…
Evet aynen öyle. Mesele “şükran borcundan” kaynaklanan heykeller ise, Sezen Aksu sıralamada kaçıncıdır bilemem. Aksu’nun heykelinin dikilmesi için mücadele edecekler varsa, bilinmelidir ki dikilmemesi için de mücadele verecekler de vardır. Ama insanın içini yakan nedir biliyor musunuz? İzmir’de yaşamaya devam edip, canını İzmir’e adayan o kadar çok İzmirli var ve bunların birinin bile farkında olmayan bir de yerel yönetim anlayışı.. Kentte kaybolan o kadar çok da heykel, büst, anıt, değer var ki!
Örneğin Burhan Özfatura zamanında, Orta Asya Türk Devletleri’nden gelenler? O kocaman otağ.. Nerede şimdi kim bilir? Ya Büyükşehir Başkanlık katında sergilenen hediyeler nerede acaba? Resimler, giyisiler? Ya İzmir fuarındaki Türk Büyükleri’nin büstleri? Kime ne kötülük etti acaba Alparslan, Mimar Sinan? Karşıyaka’da daha geçenlerde dikilen Bombacı Ali Çavuş’un heykelindeki oksitlenmeye ne demeli? Ya bir türlü başlanamayan Emir Sultan Haziresi restorasyonuna?
Arsız Yunan’ın işgal ettiği gün katledilen İzmirlileri kaçınız tanıyorsunuz?
Peki 9 Eylül 1922’de arsız Yunan’dan kenti kurtarma adına şehit olanlardan kaçını tanıyorsun? Ama sadece İzmir merkezde değil, çevre ilçelerdekileri de soruyorum? Konak’taki İlk Kurşun, Cumhuriyet Meydanı’ndaki Ata anıtı, Gündoğdu’daki anıt da olmasa nasıl hatırlayacağız acaba Cumhuriyetin şanlı şehri olduğunu İzmir’in?
Yine adını askeri limana da veren Çaka Bey’in büstü nerede şimdi? Hindistan’ın İzmir’e armağan ettiği Gandi büstünün başına gelenleri bileniniz var mı?
“Ben Mustafa Kemal”, “Ben Kubilay” ve “Ben Hasan Tahsin” kitaplarının yazarı İzmirli Aydoğan Yavaşlı’ya kaç kişi “geçmiş olsun” dedi acaba? Yoksa Aydoğan Yavaşlı’nın kabahati M.Y. Yılmaz’ın, Beyaz’ın ve Deniz Sipahi’nin dostları olmaması mı? Aydoğan Yavaşlı’ya İstanbul Milli Eğitim Müdürlüğü’ne bağlı okullar büyük ilgi gösterirken İzmir Milli Eğitim Müdürü Kamil Aydoğan tanıyor mu ki Yavaşlı’yı?
İşgören’e şükranım daha çok efendiler!
Benim Sezen’e ne bir kuruş ne de yürekten bir borcum yok. Ama Salih İşgören’e gerçek bir şükran borcum var. Çünkü kapısına kim gitse “kamu adına”, geri ve boş çevirmiyor. Yoksa İzmir’de Sezen Aksu’nun yaptırdığı bir okul, diktiği bir ağaç veya aldığı bir kuvöz var da ben mi bilmiyorum. Oysa heykel fikrine karşı çıkanların söylediği bir olay var. O da Sezen’in yakın bir erkek arkadaşının gazeteci dövdüğü! Mesele okuttuğu çocuklarsa, Aziz Bey’e birileri söylemeli: İzmir’de hala yaşayıp, okuttuğu çocukların sayısını bilmeyen yüzlerce İzmirli var. Üstelik banka hesapları da İzmir’de banka şubelerine ait. Birkaçını ben de tanıyorum.
Neden başkanlar, neden?
İstanbul büyük kent. Bunu kimse inkar edemez. İstanbul’daki televizyon ve gazetelerin yazar çizenlerini önemsemeyi de çok bulmuyorum. Ama içimi yakan, İzmir’in belediye başkanlarının, İstanbullu gazetecileri aşırı önemsemeleri. Şu Nebil Özgentürk belgeseli örneğinde olduğu gibi İzmir’i yönetenlerin, İzmir’i küçümsemeleri. Ve ne yazık ki gazetecileri de dahil tüm İzmir’e zaman zaman “aptal” muamelesi yapmaları. İzmir deyince, Çeşme’den başka bir yer hatırlamayan Kumkapı entellerine, fazla değer biçmeleri. Belediye Başkanlarının her saniye hatırlamaları gereken bir gerçek var ki, o da harcadıkları “her kuruş” İzmirlinin parasıdır. Bu İzmirliler tanımının içine tabii ki İzmirli gazeteciler de girmektedir. Ancak garip olan İzmir’de bir meslek birlikteliğinin olmayışıdır. Ne basın adına bir birliktelik vardır ne de organizasyon veya prodüksiyon şirketleri arasında.. İş böyle olunca, “adamın” ya da “kadının” birinin çıkıp İstanbul’da, İzmir’i küçümsemesi hatta “yetersiz” bulduğunu söylemesi doğal gelebilir.
Aziz Kocaoğlu ve Muzaffer Tunçağ, güven ve sevgi sınırlarımı açıkçası zorlamaya başladılar. Umarım yanılan ben olurum. Zira İzmir’i, İstanbul’un ortağı değil de “sömürgesi” yapmaya dönük eylemlere karşı “fiili” olarak karşı duracağımı herkesin bilmesi gerekebilir.
İstanbul’un gazeteleri neyse, İzmir’in gazeteleri de odur!
İstanbul’un televizyonları neyse, İzmir’in televizyonları da odur!
İstanbul’un organizasyon ve prodüksiyon kuruluşları neyse, İzmir’inkiler de odur!
Sanırım Üniversiade ile başlayan kötü alışkanlıklar, daha korkunç bir boyut kazanmaya başladı. Belediye Başkanlarının, kendi siyasal gelecekleri açısından sürekli özeleştiri yapmalarında yarar vardır bence. Çünkü İzmir 18 Nisan 1999’dan önce de vardı. İzmir’in 7000 yıllık bir kent olduğunu ben değil, başkanların kankaları iddia ediyor!
Son sözüm sana İzmirli!
Önce bir sorum var. Bu yazıyı okuyanlar içinde İzmir’i terk etmek isteyenler varsa, benden uzak dursun! Benim uygarca “harekete” geçirmeye hatta “uyandırmaya” çalıştıklarım, kaderlerini İzmir’e bağlayanlar. Siyasi düşüncelerin, etnik veya dinsel ayrılıkların zerre kadar önemi yok. Çünkü İzmir’de yaşayanların vazgeçilmez ortaklığının adı İzmir’dir!
Bu acayip süreçten nasıl çıkacağız?
İstanbul’u düşman görmeden, İstanbul’dan onurluca yararlanmak için ne yapmalıyız?
Bu konuda İZMİRLİ okurlarımdan yardım istiyorum. Çünkü bu kente İZMİRLİLERİN damga vurmasını istiyorum. Çocuklarımızın İzmir’de yaşadıklarına pişman olmamalrını istiyorum! Aman “yanlış” anlaşılmasın!
Bir cevap yazın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.