Gözlerim dolu dolu olur. Kalbim pır pır eder. İçim daralır. Göz pınarlarım dışarı akmak ister ben engellemeye çalışırım. Bazen durdururum akıntıyı, bazen de kaçıverir ucundan kenarından. Contası gevşemiş vanalar gibi…Arada bir ağlamak iyi oluyor. Kendine getiriyor insanı. Hani sıkıldığınız ve çok üzüntü duyduğunuz zamanlarda insanın kendini mezarlığa atıp huzurlu hissettiği dönemler olur ya. .
Bilmem, ben arada bir sıkıldığımda, karamsarlaştığımda, dostlarımı yüreğimin kenarında bulamadığımda kendimi bol yeşilli bir mezarlığa atıyorum. Bu mezarlık genellikle babamın 48 yaşında bize veda ederek 35 yıl önce yattığı Kokluca Mezarlığı oluyor…Mezarın başında manevi anlamda minik bir iletişim kuruyorum; rahatlayıp işimin başına dönüyorum…
Eski dostlar; yani eskiyip yok olup gitmiş dostlar. Hayır. . Yok olup gitmemiş halen duruyor ama eski olmuş dostlar. Artık dost değil,sadece eskimiş dost…Yani bitmiş gitmiş dost…
Bir de eskimeyen dostlar… Bu kelimeyi yazarken bile yüreğim titriyor. Dolu dolu geliyor eskimeyen dostlar. Hiçbir zaman eskimeyen; başın sıkıştığında üzüntüye kapıldığında, çaresiz kaldığında, hatta doğup büyüdüğün kenti terk etmeyi düşündüğünde maddi ve manevi birçok anlamda ilk aklına gelen dost; eskimeyen dost. .
Eskimeyen dost ile yıllar yılı birbirimizi görmesek bile, aylarca telefon ile konuşmasak bile; İşte o kötü anlarda insanın aklına ilk gelen dost eskimeyen dost.
Yüreğim neden sızlar; Aytaç Sefiloğlu canım arkadaşım, Celal Yılmaz ağabeyim, Cüneyt Mumcu kardeşim, Emre Özdestan neşe kaynağım, genç yaşta aramızdan ayrılan arkadaşlarımız. Bazıları o kadar ani gittiler ki,
Aytaç Sefiloğlu, hastalığı, geçirdiği sıkıntılı dönemler ve O’nu uğurladığımız o yağmurlu gün. Tüm dostları son dakikaya kadar yanındaydı. Onlar gerçek dostları mıydı? Bugünlerde düşünüyorum, onlar hangi gruba giren dostlardı acaba? Adına açılmış parkın yanından geçerken Narlıdere’den…
O’nu ziyaret ederken, Ahmet Piriştina’yı efsane başkanı selamlamadan geçmiyorum. Bir kenarda Macit’in babası, diğer kenarda Ünal’ın babası. . Panter kaleci Ali Artuner de orada yatıyor. Daha çok tanıdık isimler var. Bilinmedik…
Yaşıyorken, hemen ucunda diğer yaşamın kokusunu hissederken burnumda; eski değil eskimeyen dostların kokusu tüter buram buram…
Eskimeyen dostum meslektaşım gazeteci Osman Ülkü yıllar önce halen kürkü üzerindeyken, at sineği gibi tüm dostlarının üzerine konar onları bırakmazdı. Kötü bir benzetme değil at sineği. Her ne kadar nefret ettiğimiz bir sinek olsa da hoş bir benzetmedir. At sineği Kovalarsın; konar… Konar; kovalarsın. .
Eskimeyen dost Osman Ülkü gazetecilik mesleğinin doruğunda iken; kürkünden azar azar yedirdiği yıllar geride kaldığında…
Varını yoğunu kaybettiğinde, illet hastalığın pençesinden kurtulma mücadelesi verdiği günlerde kürkünün son parçalarını da sunuyordu dostlarına…
Ayaklarının üzerinde durduğu son aylarda bu kez eşi sevgili Mine Ülkü, çağın illeti ile mücadele vermeye başladı…
Mine Ülkü’nün Dokuz Eylül Üniversitesi’nde yattığı odasında Osman ve kızı ve ben ve Ayşe ve arada bir gelip giden hemşire ve Mine’nin kulaklık ile dinlediği radyosundan gelen müzik nağmeleri…
Başka kimse yok…Çünkü Osman Ülkü’nün yedirecek kürkü ve yeni kürk bulmak için para verecek lüksü yok…
Eskimeyen dostlar; ne bir haber, ne bir selam,eski dostlar eski dostlar…
Bir cevap yazın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.