İlkokul öğretmenim Saliha Hanım’ın tatlı-sert bağrışları halen kulağımdadır: “Yerlere tükürmeyin, çöp atmayın”… Bu iki basit cümle yaşamımda her zaman bana doğru yolu göstermiştir. Yere tükürmem ve çöp atmam. Çocuklarıma da bunu öğrettim. Çevremdeki arkadaşlarıma ve dostlarıma da. Bu iki kural insanın çevreye ve çevresinde yaşayanlara saygılı olmasına yetiyor.
Çevreye ve o çevrede yaşayanlara saygılı olan da var olmayan da. Kentli olan da var olmayan da. Kentli olmak gerçekten çok zor. Yere tükürmeyeceksin, çöp atmayacaksın. Çöp kutusu bulana kadar elinde veya cebinde dolaştıracaksın.Köpeğin varsa ve gezdiriyorsanız, pisliğini bir naylon torbaya koyarak konteynere atacaksınız. Balkonunuzdan, halı, kilim ve benzeri ev eşyalarını silkmeyeceksiniz. Alt katta yaşayanları hiçbir şekilde rahatsız etmeyeceksin. Aracının klaksonunu çalmayacaksın.
Kentli gibi yaşamak için getirilen o kadar çok yasak var ki sıralamaya kalksak bu sayfalara sığmaz. Tabi ki yasaklar uyum içinde sağlıklı ve insanların birbirlerine saygılı yaşamaları için konulmuş.. Kentlerde yaşayıp da kentli olamayanlara ne demeli. Köylü mü? Kesinlikle hepimiz köykökenliyiz. Ve gidip köy yaşamında insanların ne kadar titiz, temiz ve birbirlerine ne kadar saygılı davrandıklarını ve yaşadıklarını görmelisiniz.
Kentli olmak, kentli olarak yaşamak gerçekten sorumluluk isteyen yaşam biçimi. Yaşamın içinde insanların birbirlerine saygı duymak zorunda oldukları o kadar çok konu var ki. Hangisini anlatsam, nereden başlasam bilmiyorum. Çünkü ben kent içinde sürekli olarak olumsuzluklar ile karşılaşıyorum. Olumlu olan bir konu yok mu sanki? Var ama kentli olmak ve kent içinde yaşamak için yeterli değil.
Mustafa Kemal Sahil Bulvarı, rahmetli Ahmet Piriştina döneminde dikilen hurma ağaçları ile ne güzel bir görünüm kazandı. Çevreye dikilen ağaçlar büyüdü. Çimler yemyeşil. Gel görelim ki. Yoğun koşuşturmanın içinde bu güzellikleri pek gören yok. Göztepe Köprüsüne yazı yazmak bizde. Köpeklere güzelim çimlerin üzerine tuvaletlerini yaptırmak bizde. Balkondan halı, kilim ve battaniye silkmek bizde,
Otomobilin içinde yüksek sesle müzik dinlemek yine bizde. Otomobilin içinden yediklerinin kabuklarını sokağa atmak, park etmek üzere olduğu otoparkta hemen yanındaki aracın dibine kül tablasını boşaltmak bizde. Belediyenin diktiği canım fidanları kırarak güç denemesinde bulunmak bizde.
Burada sözünü ettiğimiz “bizde” kelimesiyle kentlileri anlatmaya çalışıyorum.. Hatta kendilerini daha da soylu görenler var bunların içinde. O’nunla birlikte kent içinde yaşamını sürdürmeye çalışan hemşehrisine yaşam hakkı tanımayan kentsoylular.
Sabah uyandığında evin içinde ne var yok çöpünü camdan aşağı atan, sabahın erken saatlerinde yüksek sesle müzik dinleyen, hatta topuklu terlikler ile evin içinde dolaşan, balkonunuza silktiği halının tozlarının inişini izleyen yine kentsoylular değil mi?
Çevre ile ilgili gördüklerimi, duyarsızlıkları anlatmaya başlamak için bilgisayarımın başına oturdum. Parmaklarım klavyenin tuşlarına değmeye başlayınca kentte yaşamanın ne denli zor olduğu konusu onlarca sorun ve sıkıntı dökülüverdi yazıcıdan akıp giden beyaz kağıda.
Gerçekten kent yaşamı zor. Uyum sağlanması ise daha da zor. Bu zorluk, kentte doğanlar ve yaşayanlar için de köyden kente göç edenler için de geçerli.
Kent yaşamına ayak uyduramıyorsak, hiç olmazsa çevreye zarar verecek olan dürtülerimizi içimizde tutmaya çalışalım; gerçek anlamda göç edeceğimiz gün gelene kadar.
Bir cevap yazın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.