Evrenimizin on milyonlarca yıllık mı, yüz milyonlarca yıllık mı bilmiyorum; doğrusu pek umurumda değil. Ama bir başlangıcı olduğuna şüphe yok. Ama ben bugünle ilgileniyorum. Bugün insanlığın geldiği noktaya bakıyorum.
Teknolojinin aşırı derecede hızla ilerlemesi, olumlu olumsuz etkileriyle tüm insanları çarptı. Çocukluğumuzda evlerinde radyosu olanlar bile sayılıydı. Çoğu ailenin eğlence dünyası, radyo ile sınırlıydı; şarkılar, yurttan sesler, hafta sonu özel eğlence programları, radyofonik piyesler…
Radyo, sesten bir dünyaydı. Eve telefon alabilmek için aylarca sıra beklenirdi. Sonra televizyon girdi evlerimize. İnternet yoktu henüz, mektuplaşmak diye bir zevk vardı hayatta. E-posta asla yerini tutmadı. Soba ile ısınan bir toplumken doğalgaz ile tanıştık. Çamaşır, bulaşık elde yıkanırken şimdi tam otomatik, hatta kurutmalı makineler var. Önceden bu işleri yaparken insanlar hareket halindeydi, şimdi ise bir düğmeye basıp çamaşır, bulaşık yıkıyoruz
Şimdiki nesil teknolojinin içine doğdu. Herkesin elinde rengârenk, boy boy telefon, tablet ve bilgisayarlar var. Yaşadığımız çağa “hız çağı”, “bilgi çağı”, “tüketim çağı” deniyor ve teknolojinin getirdiği birçok yeniliği yaşıyoruz.
İnsanın en büyük doğal donanımı çevreye uyum sağlaması. Ayrıca diğer canlılardan farklı olarak insan, çevreye uyum sağlamakla kalmaz; onu değiştirir, dönüştürür ve hükmetmeye çalışır. Bugün içinde bulunduğumuz insanlık kültürü, bu mücadelenin bir sonucu. Ancak insan eseri olan kültür, yine insan üzerinde en belirleyici, yargılarını etkileyici bir niteliğe sahip. Bu yönüyle kişinin üzerinde önemli bir rol oynuyor.
Algılayan, kavrayan, düşünen, bilmek için yönelen insan yıllardan beri getirdiği bilgi birikimiyle bir nesne tasarlayabiliyor, onu üretime geçirebiliyor ve kendi amacı doğrultusunda kullanabiliyor. Zaman geçtikçe özne olarak insan bu tasarladığı ve ürettiği nesnenin esiri oluyor. Öznenin biçimlediği nesne, kendisini satın almayı dayatıyor. Satın alamadığında Marx’ın ileri sürdüğü gibi “yabancılaşma” tezine uygun şekilde onu meta konumuna indirgiyor.
Özneden nesneye doğru yönelen bilinçli insanın yerini günümüzde nesneden özneye doğru yönelen insan tipi böylece oluşuyor. “Tüketen insan”, özendiren, haz uyandıran nesnenin egemenliği altına giriyor. “Beni al, beni al”, dayatması ile özne/insan artık nesne tarafından kuşatılmış oluyor. Söz insanın değil nesnenin oluyor. Dolayısıyla nesneler de insanlar gibi seçkin, saygı duyulan, haz uyandıran bir özneye dönüşüyor. Nesnelere anlam veren insan oluyor. Modern toplumun nesne odaklı yaşamı tuzaklarla böylece döşenmiş oluyor.
İnsanların ihtiyaçları dışında tüketim yaptıklarını gösteren 2010 yılında yayınlanmış olan Renault Megane reklamı bu anlamda etkili bir örnek olmuş. Reklamda satıcı ve alıcı arasında ihtiyaç üzerine bir konuşma geçiyor. Satıcının alıcıya sıraladığı birçok ihtiyaçlar listesine alıcı “Hayır” yanıtını veriyor. Satıcı, en sonunda “Bu arabaya gerçekten ihtiyacınız var mı?” diye soruyor. Alıcı da “İhtiyacım yok, ama benim olsun istiyorum” yanıtını veriyor. Ve reklam “Her şeyin bir sebebi olması gerekmez, bazı şeyleri yalnızca beğendiğiniz ve sevdiğiniz için istersiniz” repliğiyle sona eriyor. Bu reklam insanların ihtiyacı olmağı halde tüketim yapmak istemelerine en doğru örneği oluşturmuş.
Bir bebeği düşünün. Bebek bir kültürün içine doğuyor. Daha gözleri tam olarak görmezken dış dünya bir şey ifade etmiyor. Daha sonra ilk yaptığı şey bazı nesneleri ayırt etmek, eline alarak, ağzına götürerek tanımaya çalışmak. Onun için nesnelerin adı yok, işlevi yok, anlamı yok. Bizler gibi dışarı baktığında “işte ağaç, işte kedi, işte apartman, işte insan” demiyor. Onun bebek gözleriyle bizim 30, 40 yıllık gözlerimiz bambaşka şeyleri görüyor. Biz her şeyi isimlendirip sınıflandırırken ve tanımlarken “yaşlı ağaç”, “yüksek kaldırım” “tombul çocuk” diye betimlerken o dünyayı nesnel olarak algılıyor. Yargı vermeden, önyargılara sahip olmadan, iyi-güzel-doğru gibi ahlaki yorumlarda bulunmadan.
İnsanlığın dünya ile etkileşimi ve etkileri bağlamında geçmişten bugüne insanlığın geldiği bu noktayı eleştiren sanatçılardan illustrator Steve Cutts, çalışmalarında yoksulluk, yolsuzluk, açgözlülük, sosyal medya, tüketim, popüler kültür ve teknoloji kullanımının bilinçsizliğini karikatürize ederek sorguluyor. Özellikle teknolojin kullanımı ile duyarsızlaşmış, bilinçsiz, davranışlarının farkında olmayan birey ve toplumu kendisine ve çevresine etkileri ile birlikte yaşanılan dünyayı betimliyor.
İllüstrasyonlarının arasında yirmi birinci yüzyılda teknoloji kullanımının çevresel etkisini ve bireysel yaşam içerisindeki boyutlarını yorumluyor. Çizimlerinde insanları açgözlü canavarlar, zombiler ve çukur ya da siyah gözlü olarak tasvir ediyor. Akıllı telefonların kullanımı ve sosyal medyaya bağımlı bir halde yaşayan insanların sosyolojik olarak değişimlerini, birey toplum arasındaki ilişkiyi sorguluyor.
Çağımız insanı tüketim iblisine teslim olmuş. Tüketimin günümüz hastalığı olduğu söyleniyor. Bir kez şifayı kaptın mı kurtulmak için hastalığı geçirmek zorundasın, yoksa arada kalırsın, merkezsiz, tek kanatlı kuş misali. Özneleşen tüketim nesnesi kendi özelliklerini şöyle sıralıyor:
“Benim sürekli ayartmam gerekiyor. Asla elde edilmeden arzulanan, var olamayacağı için düşlenenim. Bu evrendeki mevcudiyetim, çağrılı olmayan bir kimsenin mevcudiyetidir. Ben senin her zaman aradığın ve asla bulamayacağın kimseyim. Eşyaları güzelleştiren tüm kurdeleleri güzelce bağlarım. Yaşamda yaşam olmayan şeylerin mutlak efendisiyim.”
Yaşadığımız bu günler, her anımız, dünyanın kaderiyle bağlantılı. Bizler kendi küçük varlıklarımızı aşarak, içinde bulunduğumuz dönemi ve tarihi, acı tatlı yanlarıyla dolu dolu yaşıyor, yaşayacağız. Bizden önceki nesiller kendi kuşaklarının içinde sınırlı bir yaşam sürmüşlerdi. Bildiklerimiz, yaşadıklarımız hiçbiri bize bir armağan değil, aksine biz bunların bedelini yaşayarak ödüyoruz.
İdeal bir dünya var mı, diyeceksiniz, elbette yok, ama insan iyiyi, güzeli arıyor. Her şeyin daha iyi olduğu bir dünya yaratmak insanoğlunun elinde. Güzelin, iyinin, doğrunun, erdemin peşine takılan çocuksu yürekler taşıyoruz her birimiz. Dünyayı sürekli yenilemek ve iyileştirmek zorundayız.
İlkbaharın çağrısına kulak veriyorum, ağaçların filizlenmesine seviniyorum, yeşilin tazeliği gözlerimi okşuyor, ortancalar gürbüz, mor salkımlar neşe saçıyor. Dünya güzelliğiyle, direnciyle, kırılganlığıyla, orada. Gözlerimin önünde.
Sahip olunan / Steve Cutts Uyuyanlar / Steve Cutts iBrain’imden gönderildi / Steve Cutts Sosyal medya zombileri / Steve Cutts