“Çocuk edebiyatımız henüz emekliyor”

Geçtiğimiz ay İstanbul Kitap Fuarı 33. kez okurlarla buluştu ve yüzlerce etkinliğe ev sahipliği yaptı. Bu etkinliklerin arasında ödül törenleri de vardı. 2005 yılından bu yana dağıtılan ve artık gelenekselleşen yılın en iyi çocuk kitapları ödül töreni de bunlardan biriydi ve Arslan Sayman’ın yazdığı Deniz Üçbaşaran’ın resimlediği Yapı Kredi Yayınları tarafından yayımlanan “Piraye’nin Bir Günü” isimli kitap “yılın resimli öykü kitabı” dalında ödüle değer görüldü. Ödülü kazanan Arslan Sayman’la yağmurlu bir İzmir gününde buluşup, söyleştik. Öncelikle aldığı ödülü, töreni, İstanbul Kitap Fuarı’nı, yazarlık serüvenini, kitaplarını, ülkemizdeki çocuk yazınını, dünya ile kıyaslandığında bu alanda nerede olduğumuzu ve aklımıza gelen pek çok soruya yanıt aradık. Bu keyifli söyleşiyle sizleri başbaşa bırakıyoruz. İyi okumalar… – İstanbul Kitap Fuarı’ndan İzmir’e çok yorgun döndüğünü biliyorum, ama mutlu döndün. Fuar nasıl geçti? – Yorucu, ama söylediğin gibi mutluluk vericiydi. Sadece İstanbul’a gitmek, orada üç beş gün geçirmek bile İzmir’in yavaşlığına alışmış benim gibi biri için cehennem azabı gibiydi. Hele İstanbul’un bir ucundaki fuara ulaşmak için saatlerce trafikte takıldığını düşünürsen… Ancak bu yıl benim için farklıydı, ödül almaya gitmiştim ve tüm olumsuzlukları sevincimle yenmeye çabaladım. Başardım mı? Eh! Sayılabilir. Şimdi İzmir’e dönüp dinlendikten sonra şunu söyleyebilirim; farklı yayınevlerindeki imza günleri, bir panel ve ödül töreni ile tamamladığım kitap fuarı yorucu ama çok keyifliydi. – Ödülü, Çocuk ve Gençlik Yayınları Derneği verdi, dernekten söz etsene biraz. – Ben yeni üyelerden biriyim. Kısaca derneği şöyle tanıtabilirim; derneğimiz; nitelikli çocuk ve gençlik yayınlarının yurt içinde ve yurt dışında ortaya çıkarılması ve bunların okuyucuya yaygın olarak ulaştırılmasını sağlamayı amaçlayan bir dernek. Bunun dışında oldukça ciddi sosyal sorumluluk projelerinde kampanya oluşturucu ya da katılımcı olarak çaba harcadığımızı da eklemeliyim. 2005 yılından bu yana da çeşitli kategorilerde ödüller dağıtıyor. Bu yıl o ödüllerden biri de bana ve kitabımı çizen Deniz Üçbaşaran’a verildi. – Sırası gelmişken hemen sorayım, bu kitap sizin ilk ve tek kitabınız değil, Deniz Üçbaşaran’la birlikte yaptığınız bir çok kitap var… – Evet, evet. Deniz benim çocuk edebiyatla tanışmamı sağlayan kişi zaten. Hatta zorlayan kişi bile diyebilirim. Ben başta çok direndim, bu alanda kalem oynatmak istemedim ve günün birinde çizdiği bir kitabı önüme koydu “Mızmızlanma, bu kitabı sen yazacaksın” dedi. O gün benim açımdan bir milat oldu. Devamı çorap söküğü gibi geldi. Deniz Üçbaşaran benim dışımda başka yazarlarla da çalışıyor, çiziyor ama birlikte yaptığımız kitap sayısı da 10’u geçti galiba. – İyi ki zorlamış seni, baksana bir çok eser ve sonunda ortak kazanılan bir ödül gelmiş. – Haklısın. Şunu da eklemeliyim bence; Deniz’in bir çok kitabı ödülü hak eder. – Senin ilk kitapların resimli çocuk kitaplarıydı, sonra okur yaşını da büyüttün ve ağırlıklı olarak çocuk romanları, öyküler, şiirsel metinler yazmaya başladın. Bu süreç nasıl gelişti? – İlk kitaplar hep Deniz’in talebi üzerine yazıldı ve hepsi resimli çocuk kitaplarıydı. Hatta öyküleri, temaları bile Deniz bulur bana aktarırdı, ben de oturur yazardım. Sonra bu işi sevdiğimi, çocuklar için yazmanın beni mutlu ettiğini anladım. Okur profilim de değişti. Okul öncesi için de ilköğretim çağına gelmiş çocuklar için yazmayı sürdürüyorum. Şimdi sırada ilk gençlik öykü ve romanı var. – Ben “Bruni’nin Avlusu” kitabının yazılış serüvenini biliyorum ve çok hoşuma giden bir hikayesi var. O kitaptan başlayarak sorayım, konularını nasıl seçiyorsun, başat bir tema üzerinden giderek mi kitaplarını yazıyorsun? Çocuklar söz konusu olduğu için sormadan edemeyeceğim; mesaj vermek, eğitmek gibi kaygıların var mı? – “Bruni’nin Avlusu” kitabım biraz da senin sayende yazıldı, biliyorsun. Güzelbahçe’de beni tanıştırdığın Alman çift ve oturdukları mahalledeki çocuklar o kitabımın esin kaynağıydı. Çok güzel ve herkesin beğendiği bir kitap oldu. Şimdi Almanca’ya çevriliyor. Ne yazıyorum ve nasıl yazıyorum sorusuna gelince… Baştan şunu belirtmem gerek; asla ama asla mesaj kaygısı vereyim diye yazmaya başlamıyorum. Bugüne değin, çocukluğumdan başlayarak heybemde biriktirdiklerim varmış. Bu yaşa gelince o heybedekiler kafalarını çıkardılar ve “Bizi yaz” dediler bana. Kızıma anlattığım uyduruk masallar, okuma sürecimde dibe çöküp orada demlenenler, bir şiirden aklımda kalan bir dize, Sait Faik’in bir öyküsünden çarpıcı bir cümle, izlediğim bir filmde beni bambaşka diyarlara götürmüş kareler, gezip gördüğüm yerlerde gözüme takılan oradan beni dürten resimler günün birinde su yüzüne çıkayorlar ve bana “Bizi de yaz” diyorlar. “Engin Mavi” kitabımın kahramanıyla Karaburun’da tanışmıştım, “Barba ile Rabarba” kitabım bir kukla gösterisini izledikten sonra kendini zorla yazdırdı, “Limon Ağacının Şarkısı” ise bahçeme diktiğim bir limon fidanının büyümesini gözlerken ortaya çıktı. Hepsinin hikayesi ayrı ama çıkış noktaları aynı, beni dürten şeyleri yazıyorum.. (Gülüyor) – Sadece Sait Faik’i andın, fakat kitaplarında Nazım Hikmet’ten Sadun Boro’ya, Şavkar Altınel’den Sara Şahinkanat’a bir çok isim yer alıyor. Seviyorsun bu isimlere göndermeler yapmayı, öyle mi? – Çok seviyorum. Fakat yanlış anlaşılmamalı, sevdiğim isimleri kitaplarımda anmak amacıyla yapmıyorum bunu. Tam tersine yazdığım metin gerektirdiği için o isimler kitaplara giriyor. Kimseye kıyak yapmıyorum yani. Bir kahramanım anaokuluna gidiyor ve okulda öğretmeni çocuklara bir kitap okuyor. Aklıma Sara Şahinkanat’ın yazdığı çok nitelikli bir eser geliyor ve kitapta yerini alıyor Sara. Örneğin “Engin Mavi”yi yazarken Sadun Boro ismini anmamak olamaz ya da içinden deniz geçen bir kitabın kahramanlarından biri Sait Faik olmazsa olmaz. Piri Reis’i Şavkar Altınel’in bir kitabını okuduktan sonra aklıma takılan bir cümle nedeniyle oturup yazdım. Ha! Şunu yapmayı da seviyorum. Şimdiki kuşaklar bu isimleri bilmiyorlar, öğrenmeleri için ben bir kapı aralasam fena mı olur yani, ne dersin? – Nefis olur derim. Dikkatimi çeken bir konu var. Kitapların zaman içinde farklı yayınevlerinden çıktı. Niye bu kadar dağıldın? – (Gülüyor) Dağılana değil, dağıtana bakacaksın. Bu benden kaynaklanmadı. Zor bir yazar olduğum, yazdıklarıma karşı son derece “şahin” kesildiğim söylenebilir. Hatta kılın biri olduğum bile iddia edilebilir. Ben yaptığım işe değer veriyorum, dolayısıyla değeri bilinsin istiyorum. Çalıştığım yayınevi gönderdiğim bazı dosyaları “Basılamaz” buluyor. Ben de güvenle, “Olmaz öyle şey. Bu dosya basılacak nitelikte” diye diretiyorum. Sonra başka bir yayınevine gönderiyorum ve orada “Bu dosyayı basmak istiyoruz” diyen insanlarla karşılaşıyorum. Kendimi tek bir yayınevinin iki dudağı arasından çıkacak karara göre belirleyip, biçimlendirmek istemiyorum. O nedenle birkaç yayıneviyle çalışmayı tercih ettim. İyi ki öyle yapmışım, şimdi Kırmızı Kedi, Yapı Kredi, RedHose Kidz Yayınevleri’nden çıkmış toplam 16 kitabım var. – Anlamadım, bir yayınevi için basılamaz olan dosya diğeri için nasıl basılır bulunuyor? – Henüz taze bir yazarken, çok severek yazdığım ve güvendiğim insanlara okutup “olur” aldığım bir dosyamı kitaplarımı basan yayınevime yolladım. Ret edildi, üstelik bir gerekçe gösterilmeden. Israrla “Neden?” diye sordum. Aldığım yanıt garipti, ben söz konusu dosyamın neden ret edildiğini sorarken “Bir önceki dosyan da basılacak gibi değildi ama bastık işte” yanıtı aldım. “Eee! Basmasaydınız… Size de yazık değil mi?” dedim. Değilmiş (gülüyor). Baktım olacak gibi değil, sektörde bambaşka ara değişkenler var, yapamadım ve yeni yayınevleri arayışına girdim. – Ara değişken derken…? – Yayınevi patronuyla iyi geçineceksin, istemesen, böyle şeyleri sevmesen bile vakit ayırıp editörünü eğleyeceksin, telifin ödenmesi gecikmişse itiraz etmeyip bekleyeceksin, dağıtımla ilgili sorunun varsa yokmuş gibi davranacaksın… Saymaya devam edeyim mi? – Bence etme, sıkıntılı değişkenlermiş. Gelelim çocuk yazınımızla ilgili sorularımıza. Türkiye’nin bu alanda ciddi bir yol kat ettiğini düşünüyorum. Artık çok daha fazla sayıda yazar ve çizer ürünleriyle kitapçı vitrinlerinde yer bulabiliyor. Kentli, eğitimli ebeveynler çocuklarına okuma alışkanlığı kazandırmak için çaba harcıyor, dolayısıyla daha fazla kitap alıyor, okutmaya çabalıyor. Eğitim kurumları da bu konuda daha ciddi çalışmalar içindeler, doğru mu? – Doğru, ama eksik. Bundan yirmi yıl öncesine gittiğimizde durumun vahimdi. Emekli öğretmenlerin günümüz gerçekleriyle hiç örtüşmeyen, kahramanları bugüne hiç uymayan hatta diliyle bile eskimiş kitaplar yazdıklarını biliyoruz. Hala yazıyorlar. Şimdi çocuk edebiyatı alanında oldukça iyi gelişmeler var. Ancak yeterli değil. Bizim çocuk edebiyatımız henüz her açıdan emekliyor. Belki çok daha fazla yayınevi bu sektöre girdi, daha çok yazar ve çizer çocuklar için nitelikli yapıtlar üretiyor, ama dünya ile kıyaslandığında çok gerideyiz. Yayınevlerinde bu alanda yetkinleşmiş editörler, sanat yönetmenleri yok ve hala el yordamıyla iş yapılıyor. Eminim bir çok iyi dosya yayınevlerinin yayın kurullarında yitip gidiyor. Ya tanınmamış olduğu için es geçiliyor ya da yeni bir yazara yatırım yapmak yayınevine yorucu geliyor. Basın ayağı berbat, hemen her gazete kitap eki yayımlıyor, ama bu eklerde çocuk edebiyatı için ya sayfa ayrılmıyor ya da “dostlar alışverişte görsün” diyerek bir iki sayfa ayrılıyor. O sayfalar da gerçekten eşe dosta yarıyor. Devletin bu alana yatırımı neredeyse yok. Müfredatın içinde çağdaş çocuk edebiyatımızın yeri kocaman bir sıfır. Geçmişe göre daha iyi durumda olmamıza rağmen çeviri eserlerin ağırlıkta olduğu bir yerdeyiz. Gelişmiş ülkelerde çocuk edebiyatıyla ilgili kurumsallaşmış organlar vardır; üniversiteler, bölümler, kürsüler falan. Bizim ülkemizde bu alana ilgi gösteren kurum neredeyse yok. Çocuk edebiyatı alanında etkinlik gösteren dernekler övgüye değer işler yapsalar da çalışmaları yetersiz. – Söyleşinin sonuna geldik, yerimiz dar… Arslan Sayman çocuklara ve ebeveynlere kimleri öneriyor, kimleri okuyalım? – Bu soru için artık ezberlediğim ve her söyleşide verdiğim bir listem var. Okul öncesi için hem yazara hem çizere bakılmalı. Ben çizerleri saymayı yeğliyorum çünkü o yaş gurubu için çizer çok önemli. Resimli bir çocuk kitabını ebeveyn alır çoğunlukla, okur ve metni beğenmezse kitabı o resimlerin üzerinden yeniden yazar, metin ikinci planda kalır. O nedenle kitabın resimlemesi son derece önemli. Çizer listem şöyle: Can Göknil, Mustafa Delioğlu, Ferit Avcı, Behiç Ak, Feridun Oral, Deniz Üçbaşaran, Ayşe İnan Alican ve Sedat Girgin’in resimlediği kitaplar son derece iyidir ve çocuğun sadece düş dünyasını zenginleştirmeye yönelik değil, estetik duygularının gelişmesi için de faydalıdır. Bu çizerlerin kitaplarını gördüğünüzde sakıncasız alın derim. Yazarlara gelince bir liste vermiyorum, çünkü yanlış anlaşılıyor (gülüyor). – Sağol, aldığınız ödül için ikinizi yeniden kutlamak isterim. Dilerim çocukların tarihe yolculuk yapacağı bir kitabı birlikte yazarız, ne dersin? – Çok isterim. Seninle özellikle İzmir’in geçmişine yolculuk yapacağımız bir kitabı yazmayı hep arzu ederim, biliyorsun…

Related Images:


Yayımlandı

kategorisi

yazarı:

Etiketler:

Yorumlar

Bir cevap yazın