Geçtiğimiz günlerde Sadık Yemni İzmirdeydi. Biz de bu fırsatı değerlendirerek kendisi ile Kent-Yaşam okurları için kısa ama keyifli bir söyleşi yaptık…
– İzmiri konu alan dört romanınız var. Bunlardan Muska, Öte Yer ve Yatır ayrı bir üçleme. Durum 429 ise bir Atatürk Lisesi romanı… Romanlarınıza otobiyografik öğeler hakim. Ayrıca bu romanlar dönem romanları, örneğin Muskada 1963 yılının Göztepe semtini oldukça ayrıntılı resmediyorsunuz… Peki nasıldı Göztepe o yıllarda?
– Bu üç roman ve anı anlatı tarzındaki lise kitabının ortak özelliği İzmirde geçiyor olmasıdır. Dört kitap da altmışlı yılları anlatmaktadır. O dönemin İzmirini resmediyor. Muskadaki olaylar 1922 1994 yılları arasında seyreder, ama esas serüven 1963 yılında geçmektedir. Göztepede. 94 Sokak’ta. O yıllarda İzmir bayağı kozmopolit bir yapıya sahipti. 94 Sokak da bundan nasibini almıştı. Çeşitli kültürlere ait haneleri barındırmaktaydı. Mahalle hayatı denen bir şey vardı. Örneğin ben okuldan gelip evde kimseyi bulamasam hiç sorun olmazdı. Komşulardan biri bana sahip çıkar kışsa evine alır, yiyecek içecek ikram ederdi. Aşure zamanı aşure, hamursuz zamanı hamursuz dağıtılırdı. Ben hatırlıyorum bizim evde aşure kazanla yapılırdı. Yukarı doğru eğimi artan bir sokaktı. Yokuş yukarı çok tepsi taşımışımdır. Hıdrellezlerde çok büyük ateşler yakılırdı. Katılım bayağı fazla olurdu. Televizyon, internet ve cep telefonu olmayan yıllardı. Sinemalara rağbet büyüktü. Yakınlardaki açık hava sinemaları bütün yaz dolar taşardı. Evler bahçeli ve ağaçlı olduğu için yaz sıcağı aşırı bayıltmazdı. Sayısı belirsiz kedimiz vardı hep. Muskada yer alan Minnoş gerçekten yaşamıştır. Bir eleştirmen onun için Türk edebiyatının en karakterli kedisi demişti. Kış akşamları dışarıda kaldığında kapının demir oymalarına tırmanır tokmağı çalardı. İnanılmaz zeki bir kediydi. Deniz temizdi. 94 Sokak’ın bitiminde Mithat Paşa Caddesi’ni geçince bir gazoz imalathanesi ile karşılaşırdık. Kasa kasa gazozlar kamyonlara yüklenir dururdu. Arkası denizdi. Su göreceli olarak temizdi o sırada. Yüzerdik ve balık avlardık. Muskada anlattığım olağan dışı, gizemli olayların bir kısmı bizzat yaşanmıştır. Örneğin topun o yaşlı kadını üç kez vurması gerçektir. Öğle üzeri dört sıralarıydı. Sıcak bir yaz günüydü. Beş şahidim var. Karşılaştığımızda bu konuyu açarlar heyecanla. Bir kadına gerçekten sabun büyüsü yapılmıştı. Ve daha bir sürü şey. Giderek aşırı maddileşen dünyanın kenarlara ittiği şeyimsiler. Gerçek denilen yaşamın tekinsiz türevleri. Cuma akşamları radyoda ailece polisiye temsiller izlerdik. Annem ve babamın kitaplıklarında polisiye eserler çoğunluktaydı. Sanırım bu da benim için belirleyici bir etken olmuştur sonradan yazdığımda.
– Yatır romanında da eski Alsancak tüm canlılığı ile karşımızda.
– Annem eski Alsancak doğumludur. 1965de Göztepeden oraya taşındık. 1460 Sokak’a. Yanımızda Avare Kasap, karşımızda da Radyolu Bakkal vardı. Saint Josef Lisesi çapraz karşıda, ünlü gevrekçi fırını da hemen yakınımızdaydı. İki katlı, bazıları cumbalı olan evler vardı o yıllarda. Yatırda öyküde kullandığım tekinsiz ev gerçekten vardı. Yeni taşınan birilerinin gece yarısı apar topar kaçtıklarına bizzat şahit oldum. Sonradan romanı kurgularken bu gerçek olayın üstüne çıktım fantazi gökdelenimi. Yatır bütün özellikleriyle, ama en çok kurgusu nedeniyle Türk romancılığının üst noktalarından biridir.
– Biraz Avare Kasap ve Radyolu Bakkaldan söz etseniz. Romanınızda çok ayrıntılı anlatıyorsunuz.
– Avare Kasap, uzun boylu orta yaşlı halinde bile yakışıklı bir adamdı. Sophia Loren ve Türkan Şoray hayranıydı. Çerçeveli resimleri asılıydı dükkânda. Bizim Minnoş adlı kedimiz kasap dükkânında içeride durup bütün gün çıkan artıkları yeme lüksüne sahip iki üç ayrıcalıklı kediden biriydi. Diğer kediler kapıya bile yaklaşamazlardı. Kasap ona Türkan Şorayım derdi güzel gözleri nedeniyle. Minnoş Pazar günleri hariç her sabah işe gider gibi iki ev yanımızdaki kasaba gider, akşam dükkân kapanınca eve gelirdi. Pazar günü evde verilen yemekleri artık beğenmediğinden neredeyse hiç bir şey yemez, Pazartesi sabahı kurt gibi acıkmış şekilde işe giderdi. Radyolu Bakkal da bir alemdi. Bakkal dükkânında dar gelirli emeklilere ucuz içki servisi yapardı. İçenler bardakları sotada saklarlardı. Herkes bilir, ama taşkınlık falan yapılmadığı için kimse bozuntuya vermezdi. Bakkal dükkânları o sıralarda iş bulma bürosu gibi çalışırdı. Gelin ya da damat adayının araştırılması işinde ciddi bir rol oynardı. Ev arayanlar da önce bakkala sorardı. Telefonu olmayanlar için telefon evi işlevini görürdü. Önemli bir şey olduğunda bakkala telefon edilip haber verilirdi. Bakkal insan sarrafıydı. Kim kimdir araştırmasında da bayağı işe yarardı. Bütün bu işlevleri nedeniyle bakkalın dedikodu merkezi konumuna düşmesi kaçınılmaz olmaktaydı.
– Romanlarınızda İzmir bir arka plan değil adeta baş aktör… Öte Yerde de bize 1969 yılı İnciraltını yaşatıyorsunuz…
– Bu kitaplar yerin ruhu bağlamında buram buram İzmir terlerler. Gerçekten de İzmir baş aktördür. Öte Yer 1969 yılındaki İnciraltı yazını arka plan olarak kullanır. Sayfiye hayatı, plaj adabı, uzun ve sıcak güneşli saatlerin içine tekinsiz serüvenler sıkışmıştır. O yaz 21 Temmuz günü Aya inilmişti. Benim için olağanüstü bir olaydı. Çok heyecanlanmıştım. Omuzunda kocaman bir transistörlü radyoyla gezen bir abimizin İndiler! İndiler! diye bağırışı hâlâ kulaklarımda. 1975de Amsterdama gittim ve hâlâ oradayım malum. Orada İzmirde yazları üç ay sayfiyede geçen anları ne çok özledim bir bilseniz. Öte Yer kitabını imzalarken bir çok kez şunları yazdım: 1969da batmış gitmiş İnciraltı gezegeninden sevgiler… O yıl İnciraltı sayfiye kalitesinin sonuncu yüksek yılıydı. Koli basili kıyıları vurmaktaydı. Çeşmeye doğru yelken açmıştık biz de. Sonradan da İnciraltı bu özelliğini tamamen yitirdi ve şehire bağlı bir semt haline geldi.
– Gelelim Durum 429 romanınıza… Siz Atatürk Lisesi mezunusunuz. Bu kez de lisenin kendisi bizzat baş aktör değil mi?
– Atatürk Lisesi Cumhuriyet öncesi gündüz eğitim veren Rum Kız Okulu’ydu. Cumhuriyet’ten itibaren el değiştirerek, İzmir Erkek Lisesi, İzmir Birinci Erkek Lisesi, nihayet 1942de İzmir Atatürk Lisesi adını almış. Tarihi bina kitaba dekor değil, aktör de oldu diyebilirim. Orayı çok sevmiş olmalıyım, çift dikiş yaparak okulu altı yılda bitirdim. Beş yıl o binada okudum. Roketlerim ve kimya şakalarımla ünlüydüm. Lise üçte öğrenciyken bir ara ikinci sınıflara kimya dersi verdim. Okuldaki dördüncü yılımda fizik dersine o yıl emekli ayrılacak olan Sururi adlı bir fizik hocası geldi. Bu kitap Sururi Bey sayesinde yazıldı. Üsluplu çatlaklık açısından benzeri olmayan kimseydi. Binlerce hayranı vardır hâlâ. Eski liseli arkadaşlarla bahsi açıldı mı saatlerce Sururi fıkraları ve anekdotları anlatılır.
– Sururi Bey Karşıyaka Lisesinde annemin de öğretmeni olmuş. Kendisinden çok dinledim. Sizden bir Sururi anekdotu alsak?
– Eskiden kara tahtalar çok engebeli olabiliyordu. Kocaman tahta pergellerle yakışıklı bir daire çizmek bayağı beceri isteyen bir işti. Bir gün bir arkadaş tahtada bir daire çizdi. Sonuç pek başarılı değildi. Sururi Bey bize döndü ve Çocuklar arkadaşınıza daire çiz dedik, kalktı babasının bagajını çizdi deyince kahkahalar kopmuştu. Kısa ama unutulmaz anılarımızdan biridir.
– Son olarak İzmir ve İzmirli olmak sizin için ne anlama geliyor?
– İzmir aldığı bunca göçe rağmen insanına hâlâ şehirlilik formatı verebilen müstesna bir kenttir. Türkiyede başka bir benzeri yoktur. Bu yanıyla örnek alınması gerekli bir modeldir. 35 yıldır Amsterdamda Türkiyenin her yerinden gelmiş insanla karşılaştım. Başka ülkeden gelenlerle de tanıştım. Her yerin kendine has bir kalitesi var. İzmirli; medeni, hoş sohbet, esprilektüel ve girişkendir.
– Bu güzel sohbet için çok teşekkür ederiz.
Sadık Yemni kimdir?
Sadık Yemni 1951 yılında İstanbul, Kurtuluşta (Tatavla), Sopalı Hüsnü Sokak’ta doğdu. İkibuçuk yaşında ailesi İzmire taşındı. Böylece 1954 kaldırılan tramvaylara son demlerinde binme şansını elde etti. İlkokulu Sadık Bey troleybüs durağındaki Hakimiyeti Milliye İlkokulunda okudu. İlk öğretmeni Muzaffer Öniz bey beş yıllık süreyi Sadık yıldızlar gibi bir parlıyor, bir sönüyor, ama varlığı her an hissedilir durumda cümlesiyle özetledi. Üç şeyde marifetli olduğu hemen anlaşılmıştı ayrıca. Yaramazlık, matematik ve edebiyat. İlkokuldan sonra Karataş Ortaokulu’nu bitirdi. Liseye başlayacağı yıl devlet liselerinin belki de tarihinde tek bir kez sınavlı olacağı tutmaz mı? Neyse 1500 kişi arasından 28.olarak Salah Birselin, Samim Kocagözün ve Atilla İlhanın da okulu olan Atatürk Lisesi’ne girmeyi başardı. Altı yıl sürecek olan olan lise yılları hem kendi, hem arkadaşları için unutulmaz olacaktı. Sadık Yemni bu unutulmaz lise anılarını Durum 429 adlı kitabı ile okurları ile paylaştı. 1975 yılında Ege Üniversitesinde Kimya Mühendisliğinde 3. sınıf öğrencisiyken kısa bir hava değişimi için Amsterdama giden yazar hala orada yaşamaktadır. 1987de Sadık Yemni ilk kitabı Demirden Gaga (De ijzeren snavel) ile çoğu demiryolu işçilerinin hayatlarını anlatan sekiz öyküyle edebiyat arenasına çıktı. 1986 1987 yıllarında İlke dergisinde muhabir olarak çalıştı. Bunu 1991de Köprünün Ruhu (De geest van de brug) adlı ikinci kitabı takip etti. Arkadan diğerleri gelmeye başladı. 1993de Amsterdam Gülü (De Roos van Amsterdam) adlı kitabıyla Eurotürkün göçmenlik tarihindeki ilk dedektifi, Orhan Demiri yarattı. 1994de aynı kahramanın ikinci romanı çıktı. Amsterdamın Şövalyeleri (de Ridders van Amsterdam). O yıllarda çok aşağılanan göçmen edebiyatının ölümünü ilan eden bu iki kitabın ardından Yemni konuları daha alengirli, boğumu, büklümü gani, anlatımı gaddar romanlarını yaratmaya başladı. 1995 yılında AKO uzun listesine giren Muska (De Amulet) bu tür romanların ilkiydi. 1996da Yemninin Türkiyede basılan ilk kitabı oldu. Onu Öte Yer ve Amsterdamın Gülü (1997) takip etti. Türkiyede 2002 yılında cümbüşlü tirildeme makamında Metros, 2003te Pera adacığında sıkışanların gizemli öyküsü olan Çözücü, 2004de tasavvufi bilimkurgumuz olan Ölümsüz ve 2005de Sarp Sapmazlı Yatır adlı romanları (Alfa-Everest yayınları) yayımlandı. 2005 şubatında Türkiyede ilk kez yayımlanan (Metis yayınları) 1002. Gece Masalları adlı fantastik öykü derlemesinde Bekleme Odası adlı öyküsüyle katıldı. 2006 yılında 2005 yılının huzursuzca çalkantılı Hollandasını anlatan Muhabbet Evi adlı romanı yayımlandı. Son yıllarda öykü yazmaya ağırlık veren yazar eserlerinden bazılarını Hayal Tozu Gölgecisi adlı kitapta bir araya getirdi. Yazarın son kitabı ise Zaman Tozları, Tekinsiz X – Vak’alar Hafiyesi Osman Demir’in Serüvenleridir. (www.sadikyemni.net sitesinden alınmıştır).
Bir cevap yazın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.