“İstanbul 2010, Kültür başkenti” kavramından sonra her kent, kendine göre bir “başkent” tanımı kullanmaya başladı. İzmir için de son zamanlarda sıkça kullanılan bir “başkent” söylemi var: Organik tarımın başkenti İzmir… Ancak İzmir, bu konuda gerçekten “başkent” kavramını hak eden bir konuma sahip. Ülkemizde 247 çeşit ürün, 14 bin 926 üretici ile 166 bin 883 hektar alanda organik tarım kuralları içinde sertifikalı olarak üretim yapılıyor. Bu üretimin yaklaşık 200 milyon doları ihracatta, 5 milyon doları yurt içinde değerlendiriliyor. Ege Bölgesi, Türkiye organik tarım alanlarının yüzde 29.07’unu, üretim miktarının ise yüzde 23.54’ünü kapsıyor. İzmir bin 156 organik üretici ile Türkiye’de ilk sırayı alıyor. 6-9 Mayıs 2010’da gerçekleştirilecek Ekoloji/İzmir Fuarı’yla da kent, “Organik Tarımın Başkenti” olmaya hak kazanacak. Ekolojik Tarım Organizasyonu Derneği (ETO) Başkanı Atilla Ertem ile İzmir’de ilk defa düzenlenecek Uluslararası Ekoloji Fuarı’nı, ekolojik pazarı, ihracat rakamlarını, ekolojik tarımın ülke ekonomisine katkısını, organik dünyasında kendisini şaşırtan ürünleri konuştuk. Bu fuarı İzmir sahiplenmeli– Organik ürünler fuarı sekiz yıldır İstanbul’da düzenleniyordu. İzmir’de ise bu konu geçtiğimiz yıllarda Uluslararası İzmir Fuarı’nda, bir tema olarak ele alınmıştı. Mayıs ayında yapılacak Ekoloji Fuarı’nın düzenlenme gerekçeleri arasında, İzmir’in “ekolojik tarımın başkenti” olması iddiası var. Biraz anlatır mısınız süreci?..

– Organik konusu, İzmir Fuarı içinde bir tema olarak işlendi, bir de sağlıklı yaşam fuarı olarak düzenlendi ama bu konsept başka bir konsept başlı başına. İzmir’in “ekolojik tarımın başkenti” olması iddiasına gelince, oldu da, o iddiayı kanıtlayacak belgeleri çoğaltıyoruz. Yoksa bana göre İzmir, ekolojik tarımın başkenti. Ekolojik tarımın başkenti olduğunu, herkes söylüyordu ama biz fuarı da buraya getirerek kurumsallaştırmış olduk. Söylemleri, eyleme dönüştürmüş olduk. Bu fuarın öncekilerden gerek İstanbul’da sekiz senedir yapılan gerek İzmir’de Sağlıklı Yaşam Fuarı altında tematik yapı içinde sunulan fuardan farkı şu: Bu fuar, sektörün arama tarama toplantıları sonucu ortaya çıkmış bir istek. 2008 yılı içinde iki tane toplantı yapıldı. İki toplantının sonuçlarından birisi de Türkiye’de uluslararası büyük bir fuar yapılmasıydı. Sektörün ortak isteği buydu. Biz bu toplantıları düzenleyen kuruluş olarak bunun arayışına başladık. 2008 Mayıs’ından 2009 Mayıs’ına kadar bir yıl sürdü fuarın alt yapısının, kurumsal yapısının oluşması. ETO fuarın destekçisi değil, organizasyonunu sağlıyor. Fuarcılık şirketleri ADSF ve İZFAŞ ile birlikte bir protokol imzalandı. Bu arada İZFAŞ ile birlikte Ege İhracatçı Birlikleri’yle (EİB) bir görüşme yaptık. Birlik zaten sektörde koordinatör birliği. Onların da prensipte fuar için desteğini sağladık. -Yeni bir gelişme sanıyorum. – Evet çok yeni. Bu işbirliğini genişletmek istiyoruz. Sanayi Odası da, Ticaret Odası da, Borsa da bu işin içinde olsun. Çünkü bu öncelikle Türkiye’nin, Ege Bölgesi’nin ve İzmir’in fuarı. Dolayısıyla bu sektörün Türkiye anlamında 1 milyar dolarlık hedefe ulaşması isteniyorsa, 2012’de böyle bir hedef vardı, iç piyasada 5 milyon doların 100 milyon dolar olması isteniyorsa İzmir’in bu fuarı sahiplenmesi lazım. Aynı Expo’da olduğu gibi. Neden? Çünkü burada bir Mermer Fuarı düzenleniyor, o esnada otellerde yer yok. Restoranlar doluyor. Bundan İzmir sebeplenecek, sadece organikçiler sebeplenmeyecek. O yüzden İzfaş “Mermer Fuarı’ndan sonra ikinci büyük fuar olarak bunu yapmak istiyorum” diyor. İzfaş bu kadar iddialı ve destek veriyor. Mermer fuarı, Ayakkabı Fuarı, Gelinlik Fuarı gibi İzmir’e mal olmuş fuarların yanına bunu da koymak istiyor. İzfaş’ın arkamızda olması çok önemli bir güç. Fuarda sadece organikçiler olacak– Fuarda ne tür aktiviteler olacak? – Bu fuar dört gün. Üç günü profesyonellere açık, dört gün biletle girilecek. Tüketici gelecekse bilinçli olarak gelip cüzi bir bedel ödeyecek fuara girmek için. Üç gün boyunca kesinlikle satış olmayacak. Son gün ise tüketicilere de açık olacak ve satış olacak. Sertifikalı ürünler sunulacak. Çevreyle ilgili diye yoldan geçen, güneş enerjisi üretenler gelsin istemiyoruz. Türkiye organikte köprü ülke konumunda– Yani organik logosunu taşıyanlar gelecek.

– Evet organik sertifikası taşıyanlar gelecek. Ekolojik ve çevreci yaklaşımlara karşı değiliz ama organik sektörün içinde olan kuruluşlar, sivil toplum örgütleri ya da bazı projesi olan il özel idareleri var, Konya’da Samsun’da olduğu gibi. Firmalar var, konrol sertifikasyon kuruluşları var. Bunların katılımıyla gerçekleşecek fuar. Bir de öncekilerden farkı, uluslararası olacak. Kendimize bir ülke profili belirledik, Ukrayna’dan Çin’e kadar olan profildeki yaklaşık 40 civarındaki ülke, Türki Cumhuriyetleri, Kafkasya, Balkanlar, Orta Doğu ve Kuzey Afrika ülkeleri. Şu anda bu ülkeler Türkiye’nin en büyük organik mal sattığı ülkeler. İthalatçı olduğu ülkeler. Türkiye bu ülkelerden ciddi anlamda organik mal alıyor. Bu ülkeler pazarlarında kalıcı olmak ve büyütmek istiyorlarsa, Türkiye’de bulunmak istemeliler. Keza bu ülkelerin toplam kalite anlayışları yetersiz olduğu için, Türkiye bu ürünleri alıp re-exportla tekrar dünyaya ve Avrupa’ya satıyor. Dolayısıyla Avrupalı alıcılar da orjinini görmek istiyorsa buraya gelmeliler. Kırgizistan’ın malını Türkiye fazlasıyla alıyor ama Almanya’daki alıcı buraya gelirse, hem Kırgizistan’ın malını görecek hem de Türkiye’de işleyen satan firmayı görecek. Dolayısıyla amacımız hem alıcıları, hem satıcıları hem de bütün tarafları ve ayakları birleştirmek.Türkiyedeki iç piyasayı da bu anlamda canlandırmak, ürün çeşitlerini çoğaltmak, alıcı ve satıcıların daha şeffaf ilişki içinde olmalarını istiyoruz. Pazarın hem enine hem boyuna büyümesini istiyoruz. Bu anlamda fuar ilk olacak. -Türkiye’nin aracı ülke özelliği de var bu durumda. – Var. Kırgizistan, Etiyopya, Sudan, Ukrayna, Özbekistan, Rusya… Bu ülkelerde şu anda Türkiye’deki firmaların projeleri var. Kendi projelerinden mal alıp, Türkiye’ye getiriyorlar. Oralarda kalite yetersizliklerinden dolayı işleme ya da işletme şansı olmadığı için, tekrar Avrupa’ya ağırlıklı olarak bu malları satıyorlar. – Biz kalite anlamında ne durumdayız? – Genel olarak söylemek zor ama organik ürünlerin kalitesinde Avrupa’nın üzerinde olanlar da var, ayarında olanlar da. Tabii ki Türkiye’nin gerisinde olan firmalar da var. Kaliteyi, toplam kalite olarak anlıyorum. Ürünün kalitesi, projenin kalitesi, servis kalitesi…Bizim hedefimiz burada çıtayı göstermek. Hem Avrupada’ki firmaları Türkiye ile tanıştırıp, Türkiye’nin çıtasını yükseltsinler hem de Türkiye’ye mal satan ülkeler de Avrupalı alıcılarla buluşup kendilerini geliştirmeye çalışsınlar. – Türkiye’nin iddiası olacak mı bu fuarda? – Biz iddialıyız, çünkü çevremizde bu ülkelerde böyle bir fuar yok. Bize en yakın, Çin’de ve Hindistan’da bir fuar var. Dubai’de de bir fuar var ama giderek profili düşüyor. Dolayısıyla Çin’den Almanya’ya kadar büyük bir yelpaze var. Biz coğrafi olarak da kültürel ve dini anlamda yaklaşım olarak da tam ortasında oluyoruz. Dolayısıyla Türkiye gerçekten bu köprü görevini görebilir. Bu coğrafyada iyi bir fuar olabilir. Bu fuar alıcıları ve satıcıları bir araya getirecek iddiasındayız. Türkiye Avrupa’nın dibinde çok iyi bir pazar da aslında. Bu pazarı büyütebilirsek Avrupalı satıcılar da buraya gelecek. Çünkü Türkiye herşeyi üretemiyor. Çikolatayı, reçeli, bisküviyi, kozmetik ürünleri ve deterjanı organik olarak üretemiyor. – Bir konferans düzenlemeyi düşünüyor musunuz?

– Fuarın ikinci ve üçüncü günü uluslararası bir kongre düzenleyeceğiz, ticaret temalı bir kongre. Henüz bu konuda somut bir adım atmadık. Konsept olarak belirledik. Bugün ihracatçı birliklerini ziyaret nedenimiz buydu. Uluslararası alanda organikte söz sahibi olan ülkelerden resmi özel alıcı satıcı kişileri burada buluşturup hem onların birikimlerinden yararlanmak hem de Türkiye’nin vizyonunu geliştirmek istiyoruz. Bu kongre fuarın da bir başka farklılığı olacak. – Geçtiğimiz aylarda Ege İhracatçı Birlikleri’nde bir toplantı düzenlemiştiniz. “Organik düşün, organik davran” konulu. İtalya’dan, Romanya’dan konuklar vardı ve ülkelerindeki organik tarım uygulamaları konusunda bilgi vermişlerdi. O toplantıda dile getirdiğiniz konulardan bir tanesi resmi ihracat rakamlarının gerçeği yansıtmaması konusuydu. Bu konuda yapılan bir çalışma var mı? Gerçek rakamın 200 milyon dolar olduğu ama resmi istatistiklerin bunu yansıtmadığını dile getirmiştiniz.

Biz öncelikle ihracat rakamlarının 200 milyon dolar olduğunu tahmin ediyoruz. Tahmin etmekten öte elimizde bir şey yok. O toplantıdan sonra Tarım Bakanlığı, İhracatçı Birlikleri ve ETO işbirilğiyle bir toplantı yapıldı İzmir’de. Tarım Bakanlığı OTK Daire Başkanı “Biz çok yakın bir süre içinde, (aralık ayı başındaydı sanırım) Tarım Bakanlığı’nın bu rakam istatistik veri tabanını İhracatçı Birlikleri’nin kullanımına açacağız.” dediler. Henüz öyle bir şey olmadı. Ama duyumlarım odur ki, çok yakın bir zaman içinde rakamlarım açılımı, kullanımı ve doğrulanması anlamında ortak çalışmalar üretilecek.
– Yani İhracatçı Birlikleri güncelleyebilecek mi bu rakamları?
– Ümit ediyoruz. O anlamda bir toplantı yapıldı ve bir söz verildi. Dolayısıyla Tarım Bakanlığı’ndaki rakamlar öncelikle ulaşılabilir hale gelirse, sonra bunların ulaşilabilirliğinin doğrulanabilir hale gelmesi lazım, kuşkusuz bu rakamları sağlamamız lazım. Dolayısıyla belki orada da eksik, yanlış veriler olabilir. Veri tabanını bir irdelememiz lazım. Ondan sonra eşgüdümlü olarak yürütebiliriz inşaallah.
– Şu anda 200 milyon dolar denebilir mi peki?
– Olduğunu tahmin ediyoruz. Artısı, eksisi olabilir. Neye göre tahmin ediyorum? Bu sektörün nabzını tutan bir sivil toplum örgütü olarak, ilgili en azından 10-15 firmanın organik olarak ihracat rakamlarını bildiğimizden, geri kalanlarının olsa olsa olurunu üstüne koyduğumuzda elimizdeki rakam bu.
– Büyük ihracat yapan 10-5 firma dediniz. Bunlar İzmir kökenli firmalar mı? İzmir’de bir kümelenme söz konusu sanıyorum.
– Çoğunluk İzmir kökenli. Bu konuda birliğin bir projesi var. Dün Birlikten arkadaşlarım Sanayi Bakanlığı’yla görüşmeye gitti. Dolayısıyla Biofach içinde de bu paralelde bir toplantı yapılacak. Gıda kümelenmesinin Avrupa’daki organik gıda kümelenmeleriyle ilişkisi, Fransa, İngiltere, İtalya’dan kurumsal yapılar gelecek. Onlarla bu konular da orada görüşülecek.
Mayıs ayında İzmir’de organik pazar açılabilir– İzmir için organik tarımın başkenti deniyor. Ama bizim hala bir organik pazarımız yok, marketimiz yok.
– Bu konuda bir şeyler yapıldı aslında. Belki su yüzüne çıkmadı. İzmir bu konuda genel kültürel birikimi doğrultusunda hareket ediyor. İzmirli çok gelir geçer davranmıyor. Çok duygusal değil. İzmirli biraz duyarlı. Duygusal tepkiler hızlı olur, saman alevi gibi parlar çıkar söner. İzmirli biraz daha ince elekten geçiriyor her anlamda atacağı adımı. Bir İstanbul’un ya da bir Anadolu Kaplanları’nın gösterdiği tepkiyle hızlı davranışlar göstermiyor. Daha sakin, daha yavaş ama daha kalıcı adımlar.
– Moda deyimle Citta slow durumu yani ?
– Öyle ama daha kalıcı oluyor attığı adımlar.
– Nasıl bir adım atıldı peki?
– Belediyenin ETO, üniversite ve İZKA destekli bir projesi başladı. Yarımada’da Organik Yaşam diye. Bu projede de ETO paydaş. Bu projenin çıktısı olarak bir pazar yeri kurulması söz konusu hedefte. Aslında bu pazaryeri 2009’un sonbaharında Balçova’da kurulacaktı, yeri dahi belirlenmişti. Ancak belediyeler arasındaki bir takım idari anlaşmazlıklardan dolayı bu pazarın açılışı ertelendi. Fikir olarak başka bir yere taşındı. Sonra Aziz Bey’in ısrarlarıyla tekrar oraya konuşlanması söz konusu oldu. Sonbahardan, ilkbahara ertelendi. Son dakikada bir değişiklik olmazsa fuarla belki aynı zamanlarda açılması düşünülüyor. Ama bu arada bizim Buca ve Bornova’yla dernek olarak temaslarımız sürüyor. Dolayısıyla o ikisi de bu yıl içinde belki açılacak. Ancak kolay değil, açtığınız bir pazarın Antalya’daki, Samsun’daki gibi açılıp kapanması hem İzmir’e hem de ETO’nun içinde bulunduğu aktiviteye olmsuz bir imaj yaratır. O yüzden çok dikkatli oluyoruz.
– Bir standart oluşturdunuz mu bu konuda? Bir de bu pazar market gibi mi düşünülüyor ya da açık bir pazar mı?
– Tabii, ekolojik semt pazarı yönetmeliği oluşturduk. Bu bir buçuk sene sürdü. Standartlarını geliştirdik. Bunu oluştururken Ankara’daki Çankaya pazarı, İstanbul’daki eski Şişli pazarı, Antalya’daki pazardan faydalandık. Olumlu, olumsuz yönlerini irdeledik. Biraz titizlendik. Bu sene ben de bir tüketici olarak çok umutluyum. 2010’da İzmir’in mutlak bir pazarı olacak.
– İzmir’e organik satışı olan bir yer var mı peki?
– Aslında Alsancak’ta bir dükkan açıldı, altı ay kadar oldu. Özel bir girişim. Güzel de bir konsept tekstil, kozmetik, gıdanın da olduğu. Üyelik sistemiyle çalışıyorlar, 65 tane üyeleri var. Her hafta organik sebze meyve dağıtımı yapıyorlar. Biz manevi detekçisiyiz. İnternet ortamında satış yapmak üzere bir başka girişim de var. Ama kalıcı olanı, bunun gibi çeşitli semtlerde ulaşılabilir ve sürdürülebilir olması lazım.
– İzmir’de işlerin yavaş gitmesinin bir nedeni bizim otlara, taze sebzeye daha kolay ulaşabilir olmamızdan da mı kaynaklanıyor dersiniz? Bizim radika, turp otu ya da arapsaçı gibi otlara, taze sebzeye ulaşmamız daha kolay İstanbul’da yaşayanlara göre.
– O da çok önemli bir faktör. Bu bizim için avantaj ama sektör için belki de dezavantaj oluyor. Yarım saat gititğinizde bir köylüye, köylü ürününe ulaşabiliyorsunuz. Her ne kadar köylü ürünü sayılıyorsa da aslında pazarda satılan da köylü ürünü. Çünkü o da aynı tarladan geliyor. Sepete konunca köylü ürünü, kasaya konulunca manav ürünü oluyor.
İyi tarım uygulaması, “kötünün iyisi”
– İZKA’nın yeni dönem projelerinde tarımsal gelişim, iyi tarım uygulamalarına destek söz konusu. Buraya bir projeyle katılımınız olacak mı?
– Hayır, iyi tarımla ilgili bir katılımımız olmayacak. İyi tarımın organik bir dernek olarak karşısında değiliz. Ama onların da doğru ayırmlar içinde olmasından da yanayız. Çünkü insanlar zamanında doğal tarım, natürel gibi isimlerle de organiği karıştırdılar. Oradaki iyi tarımın tanımını doğru yapmak lazım. İyi tarım, kullanılan kimyasal girdilerin ne olduğunun belirlenmesini sağlar.
– Belgesi var değil mi?
– Evet, yani yediğiniz, tırnak içinde zehirlerin ne olduğunu bilerek yersiniz. Öbürkünde ne kullanıldığı belli olmayan şeyi, ne yediğinizi bilmeden yiyorsunuz. Yani daha korkunç bir kimyasal. Çünkü tütün ilacını domatese kullanıyor ve siz bunu yiyorsunuz. Bugün atıyor, ertesi gün hasat ediyor. İyi tarımda buna izin verilmiyor. Tütün ilacı kullanılmıyor. Domates ilacını domatese kullanıyor. Dolayısıyla benim şahsi görüşüm en azından ehven-i şer bir işlem.
– Kötünün iyisi yani…
– Öyle diyebiliriz. Organiğe ulaşamıyorsanız, iyi tarım ürünü bence alınmalıdır. Ben tüketici olarak organiğe ulaşamıyorsam, iyi tarım ürünü almayı tercih ederim. O da belirli kontrol sertifikasyon sistemine tabi. Dolayısıyla onu ayırmak gerekiyor. İyi tarım deyince, herşey iyi oluyor anlamına gelmez.
Arılı domatesler organik demek değil
– Pazarlarda domateslerin üzerinde arı resmi baskılı etiketler görüyoruz. Bu ürünler tercih edilir ürünler mi olmalı, yoksa bu bir sahtekarlık mı?
– Sahtekarlık değil. Döllenmede Bambu arıları kullanılıyordur. Ama o ürünün sağlıklı olduğu anlamında değildir. Üründe verimliliği, döllenmeyi arttırmak için arıların kullanıldığını gösteren bir araç.
– Bu ürünleri organik diye de satıyorlar ama?
– Bambu arısıyla üretilmiş ürünler özellikle seralarda kullanılıyor. Bunların organik olduğunu söylemek doğru değil.Organik ürünlerde mutlaka sertifika olacak. Organik ürünlerde bambu arısı kullanılabilir ama bambu arısı kullanılan her ürün organik demek değil.
– Pazarda organik ürün satıyoruz diyenlerde görüyor musunuz sertifika? Hani bağırıyorlar ya, “organik ürün bunlar “diye. Sorduğunuz oluyor mu?
– Ben pazarda bir de 2M Migros’larda iki kere sordum. Birinde ürünleri kaldırttırdım, diğerinde “belgesi benim” dedi pazarcı sorunca. Dolayısıyla ürünü organik değildi. Diğerinde kurumsal yapıydı ısrar ettim. Kontrollü ürün diye yazmışlar. Analizini istedim, temin edemediler. “O zaman lütfen ürünleri kaldırın. Genel merkezde bulunan analizin burada bulunan ürüne faydası yok” dedim. Ben tüketici olarak burada görmek isterim analizini. Bilinçli tüketici olarak duyarlılık gösteriyorum. Ama en çok yaptığım da kendi ürünümü kendim üretiyorum.
Organik sektöründe pozitif ayrımcılık yok
– Organik sektöründe kadınlar ne kadar yer alıyor? Kadınlar daha mı yoğunlukla çalışıyor?
– Pozitif ayrımcılık yok. Organik tarımın özünde böyle bir şey yok. Ancak işlevine baktığınızda kendi yerel kaynakların kullanılması esası yatıyor. Yerel iş gücü nedir? Aile iş gücü. Dolayısıyla kadının aile iş gücü içinde sadece bilek gücü, bedensel gücüyle değil, akıl gücüyle de kullanılması söz konusu. Yaptığımız yerel eğitimlerde görüyoruz, kadınlar da toplantılarda katılımcı oluyorlar. Çünkü “ben üretiyorum ben söz sahibi olacağım” diyor. Dolayısıyla onların aydınlanması, bilinçlenmesi projeye katkı olmasını sağlıyor ama bu pozitif ayrımcılık esası olarak değil, olayın doğası gereği içinde yer alıyor.
– Bu sektörde kaç yıldır çalışıyorsunuz?
– 24 yıldır.
– Geldiğiniz noktayı nasıl değerlendiriyorsunuz?
– Ben sonuça endeksli çalışmayı çok tercih etmiyorum. Sürecin kendisinden zevk almak gerekiyor. Çünkü sürekli sonuca odaklı çalışırsanız, sonuca ulaştığınızda neyle tatmin olacaksınız? Yeni bir hedef koyacaksınız kendinize, sürekli tatminsiz bir şekilde çalışacaksınız. Dolayııyla ben sürecin geldiği noktadan mutluyum. Daha iyi olabilir miydi? Tabi ki daha iyi olabilirdi kuşkusuz. Ama 24 yıllık süreç devam ediyorsa demek ki sürdürülebilir hale dönüşmüş. Önemli olan bu şu anda. Daha iyi ileri gidebilir mi? Evet.
24 yıldır bu konuşuluyorsa, günden güne yönetmeliği, kanunu, semt pazarı, fuarı gibi sürekli bir şeyler ekleniyorsa iyi yolda gidiyor. Yavaş mı? Evet, ama kalıcı. Yani 85-86’da başlamış, 10 sene kimse sahiplenmemiş. 94’de yönetmelikler, kanunlar çıkmaya başlamış. 2001-2002’lerde devlet destekler vermeye başlamış. 2004’lerde semt pazarları açılmış, ETO kurulmuş, şubeler açılmaya başlanmış. Üç tane şubemiz açıldı. Ankara, Adana, İstanbul şubemiz açıldı. Bütün bunları üst üste koyduğumuzda, 2010’da da fuarımız açılacak. Hep üzerine bir şeyler koyarak gidiyoruz. Yavaş gidiyoruz, doğrudur, ama kalıcı gidiyoruz. Geri dönüşü olmayan bir düzenlilik içinde gidiyoruz. Mehter marşı gibi değil. İki ileri bir geri değli. Bir ileri bir ileri.
Organik, ükenin kurtarıcısı olacak bir sektör
– Bu organizasyonlara gençlerin katılımının da olması güzel. İşsizliğe de çözüm olabilecek bir sektör bu.
– Organik sektörün aslında göz ardı edilen çok ciddi bir boyutu bu. Organik sektörü bu ülkenin belki moda ifadeyli açılımı diyeceğim ama kurtarıcısı olabilecek bir sektör bu. En azından tarım ve gıda sektöründe kayıt dışılığı kaldırabilecek bir olay. Çünkü resmi yapmak konumundasınız her şeyi. İkincisi katma değer yüksekliğinden dolayı daha fazla milli geli getiren bir olay olacak. Üçüncüsü bu danışmanlık, kontrol sertifikasyon gibi birimlerde çalışacak insanlara istihdam olanakları yaratacak. İstahdam olanağı sağlayacak milil gelir artışı sağlayacak, vergi artışı sağlayacak. Ve burada devlet bir şey yapmayacak. Devlet kolaylaştırıcı olacak. Devletten istenen maddi değil aslında. Dekara 20 TL vermesi filan değil. Televizyonlarda, gazetelerde, toplantılarda bakanlıklar arası bir milli politika gibi bu konuya gereken önem verilirse demokratik açılım kadar, domuz gribi aşısı kadar kampanyalar yapılsa, hükümet bu konuya önem gösterse çok daha fazla milli katkı sağlanır. Sağlık Bakanlığı, Milli Eğitim Bakanlığı, Sanayi ve Ticaret Bakanlığı, Tarım Bakanlığı koodinasyonunda bir politika oluşturulması gerek. Özetle önemli olan bu 4-5 bakanlığın bir organik yaşam, sağlıklı yaşam konusunda bir konseptle bir işbirliği yapılıp, bir politikaya dönüştürülebilirse, en güzel proje bu.
– Organik üretimde son dönemde sizi şaşırtan, “Aaa, bu da olur mu?” dediğiniz bir ürünle karşılaştınız mı?
– Makyaj malzemeleri var organik olarak, deterjanlar var. En son üç dört yıl önce karşılaştığım ürüne şaşırdım. Bu ürünle bütün çamaşır deterjanlarını, kimyasalları bir yana bırakıyorsunuz. Bir ceviz ya da fındık kabuğuna benzer Hindistan’dan gelen bir bitkinin kabuğunu kullanıyorsunuz. Ben iki senedir bunu kullanıyorum.
– Pahalı değil mi?
– Hayır daha ucuz. Mali anlamda da. Yarım kiloluk bir paketi getirdiğinizde bir sene kullanıyorum. En son buna şaşırdım “Vay be!” dedim. Buna inanamadım. İki senedir kullanıyorum. “Köpürecek mi, temizleyecek mi?” diyordum, ama yaptı. Yumuşatıcıyı, deterjanı bıraktım. Bir doğadaki kabukla bütün kirlerden arınabileceğimizi görmek gerçekten ilginç.
– Teknolojide var sanırım burada. Sadece kabuğu al at değildir sanırım.
– Yok hayır. Sadece kabuğu al at. Topluyorlar, fındığın kabuğunu düşünün torbaya koyup satıyorlar.
– İnovasyona da açık bir sektör de aslında bu.
– Kesinlikle, aslında doğada var herşey. Biraz doğayı izlersek herşeyi gösteriyor. Bizim atalarımızın eskiden külle bulaşık yıkaması gibi bir şey.
– Son dönemde GDO’lu ürünlerle ilgili sorularla karşılaşıyor musunuz?
– Karşılaşıyoruz. O konuda çok tartışmaya girmek istemiyorum. Çünkü bilimsel bir tartışma yapmak için, ortada bir bilimin olması lazım. GDO bir bilim değil, GDO bir yutturmaca. Aynı domuz gribiyle ilgil ortaya çıkan bir balon gibi. Bence tamamiyle bir uydurmaca, insanları daha çok monopolleştirmek için, bağımlı hale getirmek için bir sistem. O sisteme de GDO demişler. Karanlıkta yürümektense, aydınlığa yürümek doğaya doğru ve güneşe doğru yürümek tercih edilmeli. GDO’yla ilgili bir tartışma yapmak istemiyorum. GDO’yu toptan red ediyorum.
Bir cevap yazın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.