İlk defa yalnız başıma bir tur gezisine katılıyordum 16 Mayıs sabahı saat 06’da Sabancı Kültür Merkezi’nin önünden kalkan otobüse yetiştiğimde hala gideceğimiz yer konusunda bir satırlık bilgim yoktu… Hatta söylemesi ayıp, Sakız Adası olarak aklımda kalmıştı; Kos ve Samos benzemiyor da değildi hani.
Karşıyaka’dan kalkan diğer otobüsle Lozan Meydanı’nda buluştuğumuzda saat 06.30 olmuştu. İki otobüs, Kuşadası’na doğru yola koyulduk. Bir Yunan adasına gidiyorduk ama hangisi, ne tarafta, ne kadar uzak, merak edip de haritaya bakmak, internette bilgi aramak fırsatım olmamıştı…
Programı sormak için geziyi düzenleyen Mülkiyeliler Birliği’ndeki arkadaşları da arayamamıştım. Otobüste yanımda oturan gezi sorumlusu Sunay Çatori ile sohbet sırasında, Barış Derneği ve Mülkiyeliler Birliği İzmir şubelerinin Samos Adası Barış Derneği’nin davetlisi olarak gittiğimizi öğrenince bozuntuya vermedim, hatta için için sevindim.
Kuşadası Limanı’ndan kalkan vapurumuz Samos’a doğru Ege Denizi’nde yol alırken Barış Derneği üyeleri, Mülkiyeliler ve benim gibi haricen katılanlar birbirimizle tanışmaya başladık. Bu arada her iki dernek üyeleri arasında daha önceden farklı ortamlarda tanıştığım arkadaşlara rastlamak çok hoş oldu. Kolayca kaynaştık.
Ege Denizi’nde 1.5 saat yol aldıktan sonra Samos Limanı’na yaklaştık. Limanda bir gurup barış aktivisti ellerinde bayraklarıyla, Yunanca ve Türkçe barış sloganlarıyla sımsıcak bir karşılama yaptılar. Limanın hemen 100 metre ilerisindeki Somos Oteli lobisinde bekleyen diğer gurupla bir araya geldik. Burada barış hareketi sözcüsü Nikos Demerci, Mülkiyeliler sözcüsü Sunay Çatori ve Barış Derneği İzmir Şube Başkanı Burhan Aksakal birer konuşma yaptılar.
Karşılıklı olarak halkların kardeşliği ve barışa vurgu yapıldı. Guruplar hemen limanın kıyısında birkaç adımlık mesafedeki otellere yerleşti. Yarım saat sonra bir temsili heyet Aslanlı Meydan’da toplanıp Samos Belediye Başkanı’nı ziyarete gitti.
Burada İngilizceye rağbet yok
Ben oda arkadaşımla birlikte adanın baş şehri sayılan Samos’un sokaklarını gezmeyi tercih ettim. Daracık sokaklarda küçük şirin dükkanları, Helenistik tarihi yapıları, yürekleri hoplatan rengarenk, bakımlı, bol çicekli balkon ve kapı önleriyle bana Alaçatı’yı hatırlattı. Küçük alışverişler yapmak için dükkanlara girdiğimizde İngilizce derdimizi anlatmaya çalıştık ama nafile.
Adada belirgin olarak göze çarpan, bizdeki gibi nereye baksan İngilizce logo, dükkan isminin yokluğu idi. Turiste yönelik bir düzenleme yoktu, adalılar gayet bilinçlice kendi rahat huzurlu, doğal yaşantılarını sürdürüyordu. Saat 14.00’te dükkanlar kapanıp sahipleri siesta yaptığında bunu daha iyi anladık.
Öğleden sonra adalı barış dostlarımız bize kent turu düzenlemişler. Limandan bizleri alan iki otobüsle yola çıktık. Önce antik çağların ünlü Yunan matematikçisi Pythagoras’ın dağın tepesini oyarak yeraltına açtığı mühendislik harikası su kanalını gördük. Daha sonra dağın eteklerindeki Hera Tapınağı’na gittik.
Bastığın yerleri toprak diyerek geçme
Oradan sonra dostluk köyü Pagondas’a geçtik. Bu kez Karaburun köyleri, Şirince gibi yamaçta, dar sokakları, tahta kepenkleri, asma kilitli bahçe kapılarıyla çok tanıdık sokaklardan geçip köy meydanına vardık. Geniş gölgelikli yemyeşil ağaçların altında, arnavut kaldırımlı geniş avlusu olan köy meydanı kahvesinde konaklamadan önce, hemen yakınındaki Köy Müzesi haline getirilmiş iki katlı büyükçe bir tarihi taş binayı gezmeye davet edildik.
İnanılmaz bir vefa örneği, o köyden gelmiş geçmiş önemli şahsiyetler, muhtarı, askeri, sanatçısı, halkın sevgilisi olmuş her kimse, hangi görüşten olursa olsun fotoğrafını asmışlar duvara. O köyün geçmişte kullandığı alet edevat, üretim aletleri, ev eşyaları. Adeta bir sosyal tarih müzesi. Bunu yapanlar da OMONIA adlı kadın derneğinin üyeleri, fotoğraflarda gördüğünüz o yaşlı kadınlar.
Ki o kadınlar müze gezisinden sonra evlerinde yapıp getirdikleri tarçınlı pişiler, ballı lokmalar, çaylarla bize köy meydanında ziyafet verdiler. Mest olmuştuk. Daha bitmemiş. Bu kez Samos Kadın Hareketinin önderi Angeliki Demerci, Somos çakıl taşlarından kendi elleriyle yaptığı barış heykellerini Barış Derneği ve Mülkiyeliler Birliği İzmir temsilcilerine hediye etti. Çok şükür bizimkiler de hazırlıklı gelmişler. Onlar da İzmir’den getirdikleri hediyeleri Barış Derneği Başkanı Nicos Demerci’ye sundular. Toplu fotoğraflar çekildik, vedalaştık köy kadınlarıyla.
Dere tepe derken akşam olmuştu. Bu kez bizi başka bir sürpriz bekliyordu. Müthiş duygusal çoşkulu bir akşam yemeği yedik. Yediklerimizden ve içtiğimiz uzodan ziyade (onlarda bir numara yoktu, hatta vasattı) bizi etkileyen birlikteliğin çoşkusuydu. Canlı müzik eşliğinde sirtaki oynandı horon tepildi Samoslu barış dostlarıyla. Saat 02.00’yi bulmuştu otel odalarımıza döndüğümüzde.
Kim bu nefreti, düşmanlığı aşılayan?
17 Mayıs Pazar sabahı gözlerimi açtığımda uzandığım yatağın içinden göl kıpırtısızlığındaki körfezin masmavi suları ile yüzyüze geldim. Bir süre, bu doğa güzelliğinden gözlerimi alamadım… Saat 06.30’du, mutad uyanma saatim. Yan yatakta yatan bir gün önce tanıştığım genç mülkiyeli arkadaşımın yastığa yayılmış simsiyah uzun saçlarının arasından görünen yüzünde gülümseme vardı. Uykusunun derinliklerinde bir gün öncenin o tanıdık olmadığı heyecanların keyfiyle baş başaydı.
Kalktım, usulca balkon kapısını açtım. Beş adım ötede Somos Körfezi’nin koynuna kıvrılmış yatan vakarlı Ege Denizi’nin kokusunu ciğerlerime çektim.
Başka bir ülkedeydim. Çocukluğumdan beri “Yunan gavuru” diye belletilmeye çalışılan, güzel İzmir Körfezi’nden denize döktüğümüz düşman insanların ülkesi mi burası? İçim ürperdi. Yatağın üzerindeki ince çarşafı alıp omuzlarıma sardım, çıktım balkondaki sandalyeye oturdum.
“Ey Ege Denizi söyle bana” diye fısıldadım, “Kim kimin düşmanı?”
Bize kucak açan bu insanların yaş ortalaması 60-80. Belki hala yaşayan anneleri babaları uğursuz savaş günlerinin yaşayan canlı tanıkları. Ege’nin bizim yakasını biliyorlar, seviyorlar bir karış toprağında gözleri olacak insan değiller.
2. Dünya savaşı sırasında, Musollini’nin askerleri köylerini basıp, ambarlarını talan ettiğinde ilk sığınacakları yer olarak dostluklarına inandıkları insanların yanına, karşı kıyıya geçmişler. Bizim Kuşadalılarımız, Çeşmelilerimiz, Karaburunlularımız inançlarını boşa çıkarmamış. Ekmeğini, zeytinini, kuru üzümünü bölüşmüş. Kapılarını kapatmamış yüzlerine karşı kıyı komşularının. Bunları bu gün 70-80 yaşlarındaki yaşayan o günlerin canlı tanıklarıdan dinledik.
“Bak, bize nasıl evlerini açtılar, kollarını açtılar, dedelerinin, ninelerinin tatlı anıları ile dopdolu, insan sevgisi ile dopdolu yüreklerini açtılar” dedim, Ege Denizi’ne…
Havanın tatlı esintisi sesimi, Samos’un sabah mahmurluğundaki ıssız sahil kıyısından boydan boya dolanıp, Ege Denizi’nin açıklarına, İzmir kıyılarına doğru sürükledi. Bilemem sesim kimin kulaklarını çınlattı.
Rahmetli anneannemin komşusu, annemin çocukluk arkadaşı ile ilgili anlattıkları güzel anılar bilinçaltından bilincime çıktı geldi. Kadifekale, Ballıkuyu, Tamaşalık. piknikleri, Bostanlı sahilindeki kadınlar plajı keyifleri… Konu komşu, çoluk çocuk kendilerinin Yunanlı – Türk ayırdında olmadan yaşayıp gitmişler yıllarca.
Ege Denizi ve sabah esintisi ile iki saate yakın yaptığım söyleşiyi oda arkadaşımın sesiyle sonlandırdım.
Bitmeyecek insanlık dramı; mültecilik
Saat 10.30’da Aslanlı Meydan’da olmalıydık. Acele hazırlanıp çıktık. 20 dakikalık bir yolcuktan sonra geldiğimiz yerde gördüklerimiz bir tokat gibi yüzümüzde şakladı. Tel örgüler arkasındaki parmakların ardında toplama kampı düzeneğinde 100 kadar genç insan bizlere bakıyordu. Tel örgülerin beri tarafında ise bir gurup Samoslu barış gönüllüsü ile karşılıklı İngilizce, Yunanca, Türkçe barış ve özgürlük haykırışlarıyla karşılandık. Burası Samos Mülteci Kampı’ydı.
Bizim Basmane semtinde dağınık yaşayan ilticacılara karşın, burada getto yasaları örneği tel örgülerle çevrili hapisane ortamında tutuyorlardı mültecileri. Bir gurup genç barışsever Yunanlı ile konuştum barış gönüllüsü Despina’nın tercümanlığı ile. Adanın değişik beldelerinden gelmiş lise ve üniversite öğrencileri. Sistemin antidemokratik oluşundan, örgütlenme özgürlüklerinin önündeki engellerden, gençliğin hayallerinin olmadığından söz ettiler. Yüreğimdeki kor alevlendi.
Yürüyüş kolu harekete geçti, hep birlikte barış ve özgürlük sloganları atarak araçlarla geldiğimiz dağın eteklerindeki patika yollardan flamalarımız, sloganlarımızla birlikte Samos sahiline doğru akmaya başladık.
Yol boyunca incir ağaçları, hanımelleri ve rengarenk sardunyalarla bezeli sokaklar, evler önünden geçerken, aniden başımıza kan kırmızı güller yağmaya başladı. Rüya gibiydi.
Aslanlı Meydandaki miting alanına vardığımızda 60’lı yaşlardaki kızından öğrendim Kan kırmızı gülleri avuç avuç üzerimize serpen Evangelia adında 90 yaşında bir barış savaşçısı idi.
Selam olsun sana ey özgürlük,
Selam sana ekmek, gül ve barış savaşçıları…
Sesimizi duy ey Ege Denizi…
Karşı kıyılardaki Evangelia‘nın torunlarına yüreklerimizdeki aşkı, gönüllerimizdeki kardeşliği armağan ediyoruz…
Evangelia’nın torunlarına aşk olsun…
yazarı:
Etiketler:
Bir cevap yazın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.