Sabahın erken saatleri şehrin koşuşturma içinde geçirdiği saatlerdir. Bu saatlerde insanlar duraklara, metro istasyonlarına, vapur iskelelerine koşarlar. Bir adam telaşla saatine bakar, bir kadın tedirginlikle çantasını karıştırır, bir delikanlı telefonda arkadaşına yüksek sesle nerede kaldığını sorar, belediye otobüsleri yolcularını alıp indirir, limanda gemiler yanaşıp kalkar. Bunlar capcanlı hayatın görüntüleridir.
Telaş içinde geçen gündelik hayatımız içinde etrafımızı görmeden geçip gideriz. Kordon’dan otobüsle geçerken bir an önce otobüsten inip yapılacak işlerimiz aklımızı öyle istila eder ki, o anda Kordon’dan geçtiğimizi, karşımızdaki kış güneşinin altında ışıl ışıl parlayan denizi görmeyiz bile. Genç ve orta yaşlı yolcuların çoğu o sırada telefonlarıyla meşguldür. Cep telefonları yalnızca her günkü kullandıkları güzergâhın sıkıcılığından değil, rutin hayatın sıkıcılığından ötürü sığındıkları bir liman olur. Otobüsten ineceğiniz durağa yaklaşırken siz de yerinizden kalkar, kapıya doğru yönelirsiniz.
Bu kanıksanmış bir hayattır; kimse bir başına dalıp gittiği cep telefonunun vaat ettiği sanal dünyaya sığınanları yadırgamaz. Belki de bu küçük ekranın sunduğu sanal dünyaya bakarak “tarih” hakkında birkaç ipucu yakalayabilir. Ve hep bir ağızdan “artık zaman değişti” gibi genelleşmiş cümleler kurarız. Tarih sanki zamanın oyuncağı olmuştur ve tarih yine yeni oyuncaklarla yer değiştirmek için sabırsızlanıyordur.
1950’lerde semtlerdeki bakkal dükkânları çok önemliydi. Koca varillerde, gazyağı ve ispirto satarlardı. Açık Vita yağı yağlı kâğıtlarda kaşık kaşık tartılarak, zeytinyağı da bardakla ölçülerek satılırdı. Ev ödevlerimiz için gerekli olan çizgili, çizgisiz dosya kâğıtlarını da bakkal dükkânlarından tane ile satın alırdık. Bakkal dükkânlarındaki boş bisküvi kutularından gelen, daha doğrusu o zamanlar gelen kokuya benzeyen yavan bir koku yayarlardı. Bakkallarda hâlâ o büyük kare kutularda açık bisküvi satıyorlar mı acaba? Gazın kokusunun sabuna, zeytinyağına karıştığı; un, fasulye, nohut, pirinç çuvallarının yan yana durduğu o dükkânların kokuları hala anılarımdadır. Dükkâna gidip kendim alışveriş yaptığımda bir başka keyif yaşardım. Orada, komşularla karşılaşıp selamlaşmak, tanıdıklarla sohbet etmek, bana bu mahallenin bir parçası olduğumu duyumsatırdı. O günler eskilerde kaldı. Hele korona virüsü ile boğuştuğumuz bu günlerde…
Eski bakkal dükkânlarından ekmeğini, gazetesini, sütünü almaya gelenlerin her biri ayrı bir dünyaydı. Yaşlılar ağır adımlarla dükkâna gelir, günlük ekmek ve gazetelerini alırken Bakkal Hasip’le atışmadan, ona laf yetiştirmeden edemezlerdi. Herkesin derdi bir başkaydı. Ama hayat pahalılığından yakınma herkesin ortak paydasıydı. Dul olan yaşlı kadınlar, giderayak bozuk para derdindeydiler. Erkekler ekonomiden, enflasyondan söz açarlardı. Kimi erkekler hanımlarından dem vururlardı. Bu yüzden Hasip, babama alışveriş arasında şöyle demişti: “Sabah biraz erken gelin, burası tam bir tiyatro. Üstelik seyretmesi ücretsiz.”
1965 yıllarında, herkesin evinde telefon yoktu. Sadece orta hallilerin bile üstündeki insanların telefonu vardı. Bakkal telefon santrali gibi çalışırdı. Bakkal kimi zaman sevgililerin buluşması için mektupların saklandığı yer olur, kimi zaman bir kız gelin olarak istenecekse, soruşturma yeri olurdu. Yani namuslu bir aileden mi gelir, evlerine kimler gelir kimler çıkar, bakkaldan sorulur öğrenilirdi. Bir de onların sarı saman kâğıdından borç defterleri olurdu. Kabarık kabarık. O defter de hoşgörülüydü dar gelirlilere karşı. Mahallenin gazetelerini getirip dağıtan onlar, günlük ihtiyaçlarımızı karşılayan yine onlardı.
Ancak büyük marketlerin yaygınlaşmaya başladığı 1980 sonrasında mahalle bakkalları birer ikişer iflasa sürüklendi. Geniş sermaye olanaklarına sahip büyük marketler gibi düşük fiyatla ve uzun vadeli toptan mal alamayan bakkallar, tüketicilere cazip gelecek ucuzlukta mal satamaz oldu. “Süper” ya da “hiper” marketler karşısında rekabet şansını yitirdiler.
Çağın getirdiği hızlı yaşam, insanları her konuda daha pratik çözümler bulmaya yöneltti. Giderek hayatımızda daha fazla yer alan sanal alışveriş de bunlardan biri. İnterneti çok sıklıkla kullanan gençler başta olmak üzere insanların çoğu sanal alışverişi, hızlı olması, daha bol çeşit ürünü daha kısa sürede görme olanağı, ev ve iş yerinin rahatlığında yapabilmeleri gibi avantajı ile bu tür alışveriş cazip hale geldi. Yoğun iş yaşamı içinde AVM’lerde uzun kuyruklar beklemek tüketiciyi online alışverişe yönlendiren bir diğer neden.
Mobil uygulamalarının alışkanlıklarımızı nasıl değiştirdiğini bir düşünün. Artık Instagram’dan bile alışveriş yapabiliyorsunuz. Taksiciler Uber yüzünden işsiz kalma tehdidiyle karşı karşıya kalıyor. Yemeksepeti’nden binlerce restorana tek tıkla ulaşabiliyorsunuz. Bu değişimden perakendecilik sektörünün etkilenmemesi beklenemezdi. Tüm dünyada perakendecilik sektörü hızlı ve sürekli bir değişim içinde. Perakende sistemi çok daha teknolojik, sosyal, etkinlik dolu ve dijitalle iç içe.
Türkiye’de de, özellikle 1980’lerden sonra, perakendecilik sektörü ve kentsel perakende alanları radikal değişimler geçirdi. Eskiden bir dükkâna gidip istediğiniz ürünü almak dışında bir alternatifiniz yoktu. Şimdi ise, seçeneklerimiz çoğaldı. Vaktiniz varsa, semtinizdeki dükkândan veya semtinizdeki AVM’den alış veriş yapabileceğiniz gibi, iş yaşamı yoğun, vakti kısıtlı kişiler için e-ticaret denen internet üzerinden alım satım işlemlerinizi gerçekleştirebiliyorsunuz. E-ticaret siteleri bir mağazadan veya bir firmadan istediğiniz ürünün alım satım işlemini gerçekleştirdiği gibi verdiği lojistik destekle ürünü kapınıza kadar getiriyor. Bugün öğle arasında internet üzerinden istediğiniz ürünü satın alıyorsunuz, beğenmezseniz, istediğiniz gibi iade ediyorsunuz.
e-Ticaret nispeten yeni bir olay. Yeni derken, 20 senedir hayatımızda. Eskiden fiyatları kıyaslamak için dükkân dükkân geziyordunuz. Bugün ise fiyatları kıyaslamak her zamankinden daha kolay. Eskiden sezon sonunda indirimleri yakalamak için uzun kuyruklarda beklerdiniz. Bugün internette, her gün iyi bir indirim yakalama fırsatına sahipsiniz. Eskiden beğendiğiniz bir ürünü üç – beş arkadaşınıza anlatırken, taş çatlasa ofisteki insanlarla paylaşabilirken, bugün paylaşmak kadar kolay bir şey yok. İster yorumla, ister sadece görsel olarak (Instagram, Pinterest, Facebook ve nice başkaları).
Peki, sanal mağazalar, fiziksel mağazalara göre ne gibi avantajlar sunuyor? Düşünün kentin en işlek caddesinde mağaza açtınız, müşteri potansiyeliniz çevredeki alanla sınırlı. Oysa sanal mağazanın, müşteri tabanı çok geniş. Dahası var, bir mağazada sunabileceğiniz ürünler mağazanın boyutuyla alakalı iken, sanal mağazada sunulan ürünler sınırsız. Sanal mağazayı öne çıkaran bir diğer özellik ise herhangi bir tatil veya kapanış saati bulunmaması. Yani işletmenizin 365 gün 24 saat çalışıyor olması. Tüm bunları göz önüne aldığınızda e-ticaretin cazibesi anlaşılıyor.
Aradan geçen on yıllara rağmen o eski dünyayı çok net görüyorum. Herkes kahverengiler, siyahlar ve griler içinde. İnsanlar şimdikine kıyasla birbirine karışırlardı. Herkes daha mütevazıydı, dışavurumlarında da, beklentilerinde de. Değişimin önünde durulması imkânsız. İnternetin karşısında durmak da imkânsız. Eski alışkanlıklarımız eskilerde kaldı. Alışverişin kolaylığını ve çabukluğunu yaşamak kime cazip gelmez ki! Gördüğünüz gibi, alışveriş artık bir “tık” uzağınızda.