İzmir’in tarihi Kervanlar Köprüsü’nden Basmane’ye doğru yönelince kendinizi “Kapılar” semtinde bulursunuz. Burası Osmanlı döneminden itibaren orta halli vatandaşların yaşadığı bir yer olmuştur. Semtin simgelerinden biri 1923 yılından beri hizmet veren “Halk Eczanesi”dir. Bu bölgede yaşayan herkes uzunca yıllardır bu eczaneden sağlık hizmeti almaktadır. Halk Eczanesi tabelasında kuruluş tarihi gururla 1923 olarak yazılmış, Cumhuriyetin kuruluşuyla yaşıt olduğu vurgulanmıştır.
Eczaneye girdiğinizde bir duvarının tamamen buranın tarihini belgeleyen resimlerle kaplı olduğunu görürsünüz. Eczacı Ali Dermancı’nın portresinin altında eczanenin eski halinin fotoğrafları ve bir Rum eczanesinin kayıt defteriyle ilgili gazete haberleri vardır. Bu defteri incelediğinizde, eczanenin 1923 yılından önce de çevresinde yaşayanlara sağlık hizmeti sunduğunu, 9 Eylül 1922 yılında Türk Ordusu İzmir’e girdiğinde Rum eczacının buraları terk ettiğini anlarsınız. Eczacı Ali Bey’in kızı Eczacı Nurhayat (Dermancı) Mertoğlu, Halk Eczanesi’nin tarihçesini şöyle anlatmış:
1884 doğumlu Ali Bey ebeveynleriyle birlikte Balkan Savaşları (1912-1913) öncesi Makedonya’nın Köprülü (Veles) kentinden Türkiye’ye gelmiş, İstanbul’da eczacılık eğitimi almış. Savaş sonrasında doğduğu toprak olan Köprülü’ye geri dönmüş. 1922 yılında tekrar Türkiye’ye gelip, bir süre Turgutlu’da resmi görevli olarak çalışmış. 1 Nisan 1923’de üyelerinin tamamı Türk olan “İzmir Eczacılar Cemiyeti” kurulmuş. Ali Bey de işte o günlerde eczane açmaya karar vermiş. Konak, Alsancak, İkiçeşmelik, Tilkilik bölgelerinde eczaneler olduğundan bu semtlerde eczane açması olası değilmiş. O tarihlerde her istenilen yere eczane açılma izni alınamazmış. Gerekli müracaatlarını yaptığında, bir sokakta iki eczacı olamayacağına dair kanuna göre eczanesi olmayan bir mahallede işyeri açabileceği bildirilmiş. Kurtuluş Savaşı öncesi Rum bir eczacıya ait olan yıkık bir yer gösterilince, burayı tekrar kullanılır hale getirmiş. Bu eczane 1930 yılındaki selden büyük zarar görmüş, şimdiki yerine taşınmış.
Kapılar bölgesi Cumhuriyet öncesinde özellikle Rum kökenli kişilerin yaşadığı semt ve buradaki kilise “Aya Vukla” adıyla anılmaktaydı. Aya Vukla, Ortadoks inancına göre İzmir’in koruyucu aziziydi. Rum eczacı orta halli Ortodoks ailelerin yoğun bulunduğu bu kilise yakınına eczanesini açarak geniş bir kitleye hitap etmiş olmalıydı.
Ali Bey, 1923 yılında eczanesini kurarken yıkıntılar arasında Rum eczacının ilaç kayıt defterini bulmuş. Bugün Halk Eczanesi’nde koruma altına alınmış olan deftere kendisi de kayıt tutmaya devam etmiş. Torun Eczacı Ali Dermancı’nın izniyle defteri inceleyip fotoğraflarını çektiğimde, defterin 8 Eylül 1922 gününe kadar işlenmiş olduğunu, sonrasında hiçbir kayıt düşülmediğini gördüm.
Rum eczacının genelde Fransızca olarak kayıt tuttuğu ilaç defterinde Rum kökenli hasta isimleri yanında az sayıda Türk, Ermeni, Yahudi ve Levanten isimlerine rastlanıyor. 8 Eylül günü Rum kökenli Manoli ve Vangelis isimli iki hastaya hazımsızlık ile ilgili ilaçlar hazırlanmış, 30’ar kuruş ücret alınmış. Defter kayıtları 8 Eylül’de son bulmuş..
Halk Eczanesi’nin şimdiki yöneticisi Eczacı Ali Dermancı’nın ifadesine göre, Rum eczacının kendisi de Yunanistan’a gitmiş, ama torunları her yıl İzmir’i ziyaret ediyormuş. Bu hikayeyi paylaştığım Eczacı Reha Tuksavul, Rum eczacının torunu Teologos Neslihanidis’in yıllar önce Altınpark’taki eczanesine geldiğinden bahsetmişti. Neslihanidis bölgede 1923’den önce kalan eczane olup olmadığını sormuş. Reha Bey de onu Halk Eczanesi’ne yönlendirmiş. Neslihanidis Halk Eczanesi’ne gidip dedesinden kalan bazı objeleri görmüş, fotoğraflamış.
Dede Teologos Neslihanidis’in soyadına bakılırsa Karamanlı Ortodoks Türk kökenli olması muhtemeldir. Acaba 8 Eylül günü reçete yapan bir eczacı neden dükkanını bırakıp gitmişti? Kendi yaptığı ilaçlarıyla hastalarına hizmet veren Eczacı Dr. Aleko Perikli Efendi Söke’de yaşamaya devam etmişti. İşgal sırasında Sökeli sivil Türkler’i İngiliz toprağı sayılan meyankökü fabrika binasında toplayarak korumuştu. Bu nedenle de işgalciler tarafından Yunanistan’a götürülerek hapsedilmiş, 17 Aralık 1924’te Türk hükümetince mübadeleden muaf tutulmuştu.
Rum kökenli tıp mensuplarının büyük çoğunluğu ise birlikte yaşadıkları topluma ihanet etmişti. 9 Eylül 1922 öncesinde 125 doktordan 103’ü, 50 eczacıdan ise 35’i Rum’du. Bu doktor ve eczacıların büyük bir kısmı İzmir’in işgali sırasında Yunan Ordusu’na destek vermişlerdi. İzmirli Rum Doktor Apostolos N. Psaltoff, İzmir Metropoliti Hrisostomos ile birlikte Anadolu Rumları’nın Yunanistan’a bağlanması, en azından Batı Anadolu’nun özerk bir yapıya sahip olması için çok çaba göstermişti.
Atina Tıp Fakültesi’nin üç yıllık kısa programını bitirenler Türkiye’de hekimlik ve eczacılık yapmak, aynı zamanda siyasi bir amaçla çalışmak üzere eğitilmişlerdi. Türkiye’ye gelerek Tıp Fakültesi’nde basit bir sınavdan geçerek Osmanlı devletinde doktorluk veya eczacılık yapma yetkisini kazanmışlardı. Onlara bu imkanı Tıp Fakültesi’nde görev yapan Rum kökenli öğretim üyeleri sağlıyordu.
İzmirli Rum eczacılar “Farmakeftiki Enosis Smirneon” (İzmirli Eczacılar Birliği) ismiyle örgütlüyken, işgal sırasında “Mikroasiatikos Farmakeftikos Silogos” (Küçükasya Eczacılar Derneği) ismini almışlardı. Asker, memur, doktor, eczacı, tüccar, ruhban veya sıradan insanların üye olduğu tüm Rum örgütleri “Mikrasiatiki Amina” (Küçük Asya Savunma Örgütü) çatısı altında toplanmışlardı. 8 Eylül Cuma gününe kadar da Türk Ordusu’na ve halkına karşı direnmeye çalışmış, çekilen Yunan Ordusu’ndan Nif’i (Kemalpaşa) savunmak için silah istemişlerdi. Fakat 8 Eylül Cuma sabahı tüm umutlarının boş olduğu ortaya çıkmıştı.
8 Eylül sabahı Yunan idaresinin memurları Naksos isimli gemiye binerlerken, akşam üzeri Hükümet Konağı’ndaki Yunan Bayrağı da indirilmiş, İzmir Yunan Yüksek Komiseri Stergiadis de İngiliz Iron Duke gemisiyle İzmir’den ayrılmıştı. Tüm bu gelişmeler karşısında Yunan Ordusu’na 35 bin jandarma vermiş, büyük çaplı bağışlar toplamış, Türkler’e şiddet uygulamış olan örgüt üyeleri de çareyi İzmir’i terk etmekte bulmuşlardı.
9 Eylül 1922 sonrası ise Kapılar bölgesine orta halli ve fakir Türkler yerleşmişti. Ali Bey eczanesini 1 Ağustos 1923 tarihinde çalıştırmaya başlamış, ismini de bulunduğu çevredeki toplumun yapısına uygun ve mütevazı bir şekilde “Halk Eczanesi” koymuştu. Burası aynı zamanda “Ali Bey’in Eczanesi” olarak da bilinmişti. 1935’de Soyadı Kanunu çıkınca, insanlara derman olması nedeniyle Belediye Başkanı Doktor Behçet Uz’un önerisiyle “Dermancı” soyadını almıştı. 1967 yılına kadar çalıştırdığı eczanesini çocuklarına devrederek emekli olmuş, 1968 yılında vefat etmişti.
Bu gün Halk Eczanesi’ni Eczacı Ali Bey’in torunu Eczacı Ali Dermancı çalıştırarak aile geleneğini sürdürüyor, dedesinin açtığı yolda yürüyor, halka hizmet ediyor.