Buda’dan Peşte’ye

Londra, Viyana, Sofya, Belgrad, Üsküp, Prag ve Budapeşte, gitmeyi, sokaklarında yürümeyi, yaşamın içinde olmayı hep arzuladığım bu kentleri doyasıya olmasa bile gezdim, dolaştım ve tadını çıkardım. Ziyaretlerim sırasında hep İzmir’i; Birinci Kordon, Karşıyaka, Güzelyalı ve Küçükyalı sahilindeki cumbalı evleri, Konak’taki eski yapıları düşündüm durdum. Yol, cadde, meydan ve sokak açmak için yıkılan tarihi yapılar gözümün önüne geldi. Gerçekten kent merkezine dokunmadan, yapılaşma Egekent’ler örneğinde olduğu gibi uydu kent alanlarında sürdürülebilseydi, İzmir bu kentlere fark atar, milyonlarca turistin uğrak yeri olur, cazibe merkezi haline gelirdi.

Sokaklarında yürürken, ziyarete gelen turistlerin ilgisinin ağırlıklı olarak eski yapılara, kiliselere, sinagoglara, köprülere ve eski yapılara olduğu gördüm. Özellikle Budapaşte’de 2. Dünya Savaşı’nda yerle bir olan yapılar, tek tek ayağa kaldırılmış, geniş bulvarlar, devasa meydanlar yaratılmış, ama eski yapılara dokunmamışlar bile. Hepsi ayakta, hepsi restorasyonda. Zincirli Köprü, Budin Kalesi, Parlamento Binası, Tuna kıyısındaki Yahudi kıyımlarını anlatan ayakkabı heykelcikleri.

Altı gün kaldığım bu kentte, sabah kahvaltımı ettikten sonra ayaklarım şişene, parmaklarım patlayana kadar gezdim durdum. Yemyeşil bir kent, sokaklarında, caddelerinde ve meydanlarında ağacı olmayan, yeşil alanı bulunmayan hemen hemen hiçbir yer yok. Her boş alan yeşil ile değerlendirilmiş. Kent merkezi ve merkez dışındaki yerleşim alanlarında o kadar çok heykel var ki, bir bakıyorsunuz Ronald Regan, bir dönüyorsunuz Komiser Colombo heykelleri, o bölgede yaşamış meslek gruplarındaki insanların heykelli boy gösteriyor.

Şimdi en başa dönüp Budapeşte yolculuğumu nasıl gerçekleştirdiğimi anlatayım, gitmek isteyenlere yol göstermiş olayım. Zamanınız var ancak keseniz ve bütçeniz dar ise şöyle bir yöntem izlenmesini öneririm. Pegasus bu kente düzenli olarak uçuş gerçekleştiriyor. Yaklaşık onar günlük fiyatlar sunuyor. Bir gün bin liralık bir uçuş varken diğer gün 300 liraya uçabiliyorsunuz. Takip ederek 325 liralık bir bilet aldım ve Budapeşte’ye uçtum. Oteller pahalı diye bir durum söz konusu değil, her keseye ve her bütçeye uygun oteller var. Ben bu gezide de hostel tercih ettim. Altı günlük kahvaltı dahil ödediğim para 350 lira. Karnımı lokantalar, restoranlar yerine, marketlerden ve yerel satıcılardan aldığım atıştırmalıklar ile doyurdum. Bazen muz yedim, bazen börek ve çörek, altı günde sadece üç bira içtim. Çünkü ben bu kente yemeye ve içmeye gelmedim.

Kentin tarihi yapısını gördüm, sokaklarını gezdim, insan yaşamlarını izledim, metrosuna bindim, tramvaylarıyla en ücra semtlerine kadar gittim. Zaten metro ve tramvay ağı kenti bir baştan bir başa sarmış, otobüsler entegre ama biletler çok pahalı, bir bilet yedi lira civarında. Sanırım Macar halkı aylık satılan abonman türü kartları kullanıyor. Genel olarak yabancılar bilet alıyor. Otobüs, metro ve tramvay binişlerinde biletler okutuluyor, okutmazsanız sorun yok, ancak bir anda bir yetkili çıkıyor, denetleme yapıyor, mahcup olmak da var işin içinde. Ben bolca bilet aldım 90 dakikalık biletlerden, kent içinde metro ve tramvayların gittikleri enson noktaya kadar ulaştım, indim o semtlerin sokaklarında dolaştım, parklarında oturdum, yaşamı izledim. Şöyle bir kıyaslama yapabilirim. Tramvay kentin en tepe noktasındaki mahallelere kadar gidiyor. Yani İzmir’de Gültepe, Toros, Gümüşpala, İzkent ve Çiğli gibi semtlere uzanan bir sistem düşünün, ne güzel olur değil mi?

Hostelde bu sefer kalabalık bir odada kaldım. Altı ranza ve 12 kişi vardı. Ancak her ranza perdeli kimse kimseyi görmüyor, genellikle herkes sessizliğe dikkat ediyor, saygılı olmaya çalışıyor, çürük elma çıkmaz mı? Çıkıyor tabii. Genel olarak hosteli gençler tercih eder diye düşünürdüm. Ancak benim yaşımda, hatta benden büyük o kadar çok insan kalıyor ki.

Budapeşte’nin ortasından geçen, kenti Buda ve Peşte diye ikiye ayıran Tuna Nehri yaşam vermiş, verimli topraklar yaratmış. Her iki kıyıda da tarihi yapılar karşılıklı birbirlerini gözlüyor. Bir tarafta Budin kalesi karşısında parlamento binası. Zincirli köprü, karşısında özgürlük anıtı, kenti yürüyerek gezmek mantıklı. Araç kiralamaya gerek yok, tarihi yapılar, köprüler, anıtlar, heykeller hepsi birbirine bağlanıyor. Yürürken sanki özellikle ardı ardına sıralanmışlar gibi düşünüyor insan.

Altı günlük gezimin en duygusal anını Tuna Nehri kıyısında yaşadım. Yahudi soykırımının yaşandığı bu bölgede, genç, yaşlı, kadın ve çocuk demeden on binlerce insan katledilmiş. Bu insanlardan geriye sadece ayakkabıları kalmış, heykeltıraş öyle bir mizansen yaratmış ki, onlarca ayakkabı nehir kıyısında, geceleri mumlar o insanların anısına, acısına, gidişlerine, üzüntülerine yakılıyor, minik postallar ise yürekleri burkuyor.

Tarihi yapılarıyla, muhteşem köprüleriyle, müzeleriyle, düzenli yollarıyla, kenti bir uçtan bir uça saran raylı sistemiyle, yeşiliyle ve daha da önemlisi insanların birbirine saygısıyla Budapeşte yaşanacak bir kent. Gidilir, gezilir, kalınır ve çok keyif alınır.



























Related Images:


Yayımlandı

kategorisi

yazarı:

Etiketler:

Yorumlar

Bir cevap yazın