

Ben her zamanki gibi “Ben de sarı bilet istiyorummm…” diye yaygarayı basınca “Sana da okula başlayınca sarı bilet vereceğim” derken cebinden renkli şekerler çıkarıp “Seç bakalım bir tanesini” diyerek gönlümü alırdı. Bu durumda ben de çok uzatmaz, elindeki şekerlerden birini alarak, teşekkür ederdim.


Dönüş zamanı yaklaştığında babaannemlerde kalmak için yaptığımız uyku numarasına kanmazlarsa, ben dönüş yolundaki yürüyüşe pek dayanamaz, yokuşu babamın kucağında inerdim. Bazen geldiğimiz troleybüse denk gelirsek, uykulu halimizi gören biletçinin “Ben size demiştim” diyen bakışları ile ilgili senaryoyu herhalde “kendim yarattım” diye düşünüyorum…


İsmet dedemlere giderken bindiğimiz troleybüsler ise kırmızı renkli idi. Stadyum durağından başlayan yolculuğumuz Hatay Caddesi’nden devam ederek Bayramyeri’nde son bulurdu. Bu hatta çalışan troleybüslerin yokuş çıkma özellikleri nedeniyle farklı olduklarını ise sonraki yıllarda öğrendim.

Bu yıllarda da “Kibar biletçi” dediğimiz biletçi amca anılarımda yer etmiş. Geriye doğru taranmış briyantinli saçları, Ayhan Işık modeli ince bıyığı ve deri ceketi ile sinema aktörlerini andırırdı. Bilet keserken takındığı nezaket de ona bu adı vermemize neden olmuştu. Ama biletçiler artık dolaşmıyor, arka kapının yanında kendileri için hazırlanmış bölümde oturuyorlardı. Bileti keserken “İnene kadar atmayın” diye uyarıda bulunmasının nedeni ise ara duraklardan binme ihtimali olan “Bilet kontrolörleri” idi.

Bir gün de böbrek taşı sancısı çeken babamın taşı düşürmek için Alsancak’a kadar troleybüs ile gidip döndüğünü gülümseyerek anımsıyorum. Sallantıdan taş düşmüş müydü yoksa ağrısı psikolojik olarak mı geçmişti bilmiyorum ama benim anılarım arasında “İnsan bu sallantıda böbrek taşı düşürür” diye bir cümlenin yer almasına neden oldu…
“Şimdi onlar Körfez’in dibindeler… Balıkların yuvası oldular… Keşke bir tanesini saklayabilselerdi…”
diye bitirmişim 23 Temmuz 2010 yılında yazdığım “Anılarım Körfez’in dibinde şimdi” başlıklı yazımı…
Aradan neredeyse sekiz yıl geçmiş…
Geçenlerde bir gün yine aklıma düşüverince emektarlarımız… Anmak gerekti kendilerini… Az mı taşıdılar bizi babaannemize, dedemize, okulumuza…
Hemen yazıyı tekrar okudum. İçim buruldu, ağlamaklı oldum yine. Özlemişim çok…
Haklarında biraz daha araştırma yapıverdim hızlıca. Okudukça yüzüm güldü. Paylaşmak daha da keyif verecek diye düşünerek yazımı genişleterek revize etmeye karar verdim.
14 Mayıs 1954’de Pasaport açıklarına yanaşan Alman bandıralı “Walter” şilebinden inen “FIAT” marka dört troleybüs ile başlıyor İzmir’deki hikayeleri…
Temmuz 1954’de Türkiye’de ilk kez Konak-Güzelyalı hattında çalışmaya başlıyorlar. 11 metre boyunda, yaklaşık 100 kişi taşıyabilen, çevre dostu bu araçlar raylara bağımlı tramvaylardan daha hızlı olmaları nedeniyle yıldızları parlayıveriyor. Ağustos 1954’de bu kez Alman “Atlas” şilebi ile gelen 10 troleybüs daha eklenince, tramvayın İzmir’deki saltanatını kısa sürede sona erdiriyor.
1958 yılında 3 adet körüklü “FIAT Viberti” daha alınınca filo büyümeye başlıyor. Bu arada 1962-1971 yılları arasında ESHOT atölyelerinde “yokuş tipi” 21 adet troleybüs üretiliyor. 1984 yılında İstanbul’dan alınan 75 adet troleybüs daha eklenince, İzmir’deki troleybüs filosu giderek büyüyor. Ta ki; caddeler troleybüsler için dar gelmeye başlayana kadar.
1992 yılında bir gün ESHOT Genel Müdürü üzücü bir açıklama yapıyor.
“Troleybüsler seferden kaldırılıyor…”
Karar kesindi. Operasyon kademeli olarak gerçekleşecek ve otobüsler devreye girdikçe troleybüsler seferden kaldırılacaktı. Hem de iki ay gibi kısa bir sürede…
Öncelikle Mithatpaşa Caddesi ve Buca-Montrö hattında seferden çekilecek, daha sonra belirlenecek bir hatta sadece sembolik olarak çalışacak. Güzelyalı’daki deponun kapatılmasından sonra da İzmir’de troleybüs devri kapanmış olacaktı.
Bu habere çok üzüldük. Ailemizden birinden ayrılıyor gibiydik. Ama yeni gelen otobüsler de pek rahattı. Gün geldi unuttuk ama çoğunlukla özlemle andık…
Amaaaaa… “İzmir’imize 38 yıl boyunca hizmet eden troleybüsler körfezin muhtelif yerlerine atıldılar” diye üzülüp dururken, bir gün öğrendik ki; denizin dibinde de olsalar hala çok faydalı işler yapıyorlar…
Nasıl mı? Anlatayım…
Akademik deyim ile toleybüsler körfezin derinliklerinde meğer ?yapay resif’ olmuşlar.
“Yapay resif de ne?” dediğinizi duyar gibiyim. Onu da söyleyeyim.
“Demersal (*) balık türlerinin yuvalanmaları, üremeleri, beslenmeleri ve yaşamlarını sürdürebilmeleri için yeni yaşam alanları oluşturmak amacıyla deniz tabanına yerleştirilen özel olarak dizayn edilmiş nesneler”
Troleybüsler, denizin dibinde tamamen çürüyüp, yok olana kadar körfezde balıkçılarımızın yüzünü güldürmüş meğerse. Avlanma miktarı ve çeşitlilik açısından çok ciddi bir artış olmuş. Çünkü illegal avcılar troleybüslerin atıldığı bölgelerde yıllarca kaçak trol çekememişler.
E daha da ne yapsınlar. Hem yıllarca İzmir’in şehir içi ulaşımının en önemli unsuru ol. Görevin bitip denizin dibine gidince de hala çalışmaya devam et. Balık miktarının artmasına ortam hazırla.
Benim de “Anılarım körfezin dibinde olsa” da şimdi içim çok rahat. Sizin de rahat olsun, onlar hala bizim için çalışıyorlar…
(*) Dibe ait, dipte yaşayan.
Kaynaklar:
http://web.deu.edu.tr/berent/trolleybus/trolleybus1.html
http://www.rayhaber.com/2014/09/izmir-korfezine-troleybus-ornegi-cozum/
Fotoğraflar: 15 Mayıs 2007 tarihli youtube kaydı, İzmir Eshot Tarih ve Nostalji
Bir cevap yazın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.