Türkiye’nin Alpleri: 1700 metrede şömine keyfi

Canınız İsviçre Alpleri’ne gidip kayak yapmak istese, öncelikle bir pasaportunuz olacak. Pasaportunuz yoksa çıkartmak için yüzlerce lira ödemeniz gerekecek. Yeşil değilse, vize peşinde koşturacaksınız, yine yüzlerce Euro ödeyeceksiniz. Bir tur firması ile anlaşma yapacak, cüzdanınız boşalacak, nihayet hedefinize ulaşacaksınız. İş bununla kalmıyor tabii. Daha kayak takımı satın alacak veya kiralayacaksınız. Belki çok keyif alacaksınız ama cebinizden de hatırı sayılır bir rakam çıkacak.

Böyle bir tatili yapabilecek çok sayıda insan olabilir. Ancak buna benzer bir tatili çok daha ucuza, belki de daha keyifli bir ortamda Türkiye’de yapmak mümkün. 1700 metrede asırlık ardıç ormanlarının içinde, ahşap bungalovlarda, sıcacık şömine karşısında tatil geçirmek mümkün. Hem de İsviçre Alpleri’nde harcayacağınız paranın belki de yarısından daha az bir parayla. Kamplarımızı ve gezi yazılarımızı takip edenler bilir, çoğunlukla çadır kuruyoruz, pek insan eli değmemiş ormanlık alanları tercih ediyoruz, çok ama çok keyif alıyoruz…

Üç kişilik sağlam ekip

Engin Yavuz ile yaklaşık otuz yıl önce bisikletler ile başladığımız gezilerimiz bugüne kadar devam etti. Bisikletleri aracımızın arkasına yüklüyor, hem çadır kuruyor hem de bisiklet turları yapıyorduk. Bu hevesimiz geçti gitti, ancak çadır gezileri aralıklarla devam etti. Zaman zaman iki kişilik ekibimize rahmetli Ali Özdemir, Birol Toraman, Aykut Fırat, İsmet Orhon gibi arkadaşlar da katıldı. Son yıllarda Hürol Dağdelen’in aramıza katılmasıyla üç kişilik bir ekip olarak kaldık.

Buldan üzerinden Denizli

Sanırım üç dört yıldır kamp yapmıyorduk, ancak günübirlik gezilerimize eskisi kadar sık olmasa da devam ediyorduk. En son gezimizi Simav-Gölcük Yaylası’na yapmıştık ve bir daha bir araya gelememiştik. Engin Yavuz’un ısrarlı telkinlerinin ardından iki günlük bir gezi planı yaptık. Hürol Dağdelen’in otomobiliyle çıktık yola. Gideceğimiz yer ile ilgili ilk defa bir araştırma yapmadım, sürpriz olsun istedim. Turgutlu yolunu takip ederek; Ahmetli, Alaşehir, Sarıgöl ve Buldan üzerinden Denizli’ye ulaştık.

Hierapolis ve Pamukkale

Öncelikle her gittiğimizde uğramadan yapamadığımız tarihi antik kent Hierapolis’i gezdik, dolaştık, Japon turistlerin çokluğu karşısında şaşırdık kaldık. Yine bol bol fotoğraf çektik, minik alışverişler yaptık sevdiklerimize götürmek için. Ardından Pamukkale’ye geçtik. En son gittiğimde travertenler kararmaya başlamıştı, yıllardır da uğramıyordum. Öyle sıkı önlemler almışlar ki, bembeyaz olmuş Pamukkale baştan aşağı. Travertenlere giriş yasaklanmış, yürüyüş yolları yapılmış, elektrikli araçlar hizmete alınmış, otopark alanları düzenlenmiş ve örnek bir ören yeri olmuş Pamukkale.

Hierapolis, Pamukkale derken zamanın ayarını kaçırmışız, bir telefon ile kendimize geldik. Teleferik ve Bağbaşı Yaylası tesislerinden arayan bir yetkili saat 18.00’e kadar giriş yapmamız gerektiğini, teleferikten indikten sonra tesislere ulaşmak için araç kalkmadığını ve acele etmemiz gerektiğini söyledi.

1400 metreden 1700 metreye

Marketlerden ihtiyacımız olan şeyleri aldıktan sonra hızlı bir şekilde teleferik tesislerine ulaştık, ücretsiz otoparka aracımızı güvenle bıraktık. Kişi başı gidiş-dönüş altı lira. Biletimizi aldık, bin 400 metreye tırmandık, fakat akşam vakti olduğu için pek manzara keyfini yaşayamadık. Teleferikten indikten sonra dönüş hazırlığı yapan minibüs sürücüsü 18.00’den sonra hizmet verilmemesine rağmen bizi kırmadı, Bağbaşı Yaylası’na kadar bıraktı.

Tesislerde gençler bizi güler yüzleriyle karşıladılar, çantalarımızı aldılar, ofise kadar eşlik edip giriş yapmamıza yardımcı oldular. Kalacağımız evleri gösterdiler, çuval dolusu odunlarımızı ayarladılar ve şömineyi yaktılar. Daha sonra akşam yemeğine buyur ettiler. Zeminde on beş santim civarında bir kar kalınlığı vardı. 1700 metrede kurulan tesisler gece karanlığında loş ışığın altında görsel şölen sunuyordu bizlere. Buraya kadar her şey çok güzel.

Yarım pansiyon konseptli

Şimdi sıkı durun! Muhteşem bir sabah kahvaltısı, lezzetli bir akşam yemeği, konaklama, sabaha kadar yanan odun ateşi ve karşılığında ödenen miktar kişi başı 115 lira. Akşam yemeğinin ardından -3 dereceye inen soğuk havaya karşın çevreyi kolaçan etmeden duramadık. Domuzların, tavşanların ve tilkilerin bıraktığı izleri takip ettik, karatavukların ardıç tohumlarını yemek için ağaçların çevresinde oluşturdukları dairesel görüntülere vurulduk. Gece ayazı bastırınca bungalov evlerimize çekildik, sabaha kadar yanan meşe odunu ateşinde derin uykulara ve rüyalara daldık.

Bu keyif her zaman yaşanır

Sabah uyanır uyanmaz, gün ışığını takip ederek çevreyi dolaştık, eşsiz manzara karşısında adeta büyülendik. 1700 metredeki Zeytin Yaylası’nın çanağına özenle yerleştirilmiş 30 adet bungalov ev karla kaplı çatılarıyla bir köy havası edasıyla süzülüp duruyordu. Düzenli yürüyüş yolları, kafeteryası, restoranı, pırıl pırıl tuvaletleriyle İsviçre Alpleri’ni aratmayan doğal dokusuyla muhteşem bir yer. Sadece kayak yapma şansınız yok burada. O keyif de 50 kilometre uzaklıktaki Nikfer Dağı’na kurulan tesislerde gideriliyor, dileyen konuklara belli bir bedel karşılığında Nikfer turları düzenleniyor, hem kayak yapılıyor hem farklı bir ortama gidiliyor hem de aynı günde iki ayrı mekanda tatilin tadı çıkarılıyor.

İzmir’den Denizli-Bağbaşı mevki ve Zeytin Yaylası’na kadar mesafe yaklaşık 240 kilometre, yollar problemsiz, dağlar karlı, ovalar yeşil, bağlar su altında, ağaç filizleri uyanma hazırlığında…

Bu keyfi yaşamak isteyenler için sosyal tesisin telefonu : 444 4 120








Related Images:


Yayımlandı

kategorisi

yazarı:

Etiketler:

Yorumlar

Bir cevap yazın