Başkanlar, yardımcılarını belirledi. Meclislerde komisyonlar oluşturuldu.
Hepsi de büyük bir şevkle görevlerine başladılar.
Ancak…
Bazı belediye başkanları, “enkaz” edebiyatı yapmaya başladı.
Öyleki; kasalarında çalışanlarının maaşlarını ödeyecek para bulunmadığını söylüyorlar.
Hatta bazı belediyelerin ne kadar borcu olduğu belli değil…
Bu nedenle müfettiş isteyen başkanlar var.
Neyse…
“Hamama giren terler” diye boşuna dememişler…
Eğer, göreve talip olduysanız ve seçimi kazanıp o koltuğa oturduysanız ağlamak, sızlamak yok.
Seçmene verdiğiniz sözleri yerine getireceksiniz.
Nitekim…
Geçtiğimiz hafta sonu CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, partisine mensup belediye başkanlarını Ankara’da topladı ve “ders” gibi talimatlar verdi.
Örneğin; “Belediye başkanları sağır sultan olmamalı” dedi.
Belediye başkanlarının başarıları ile iktidar hedefine ulaşacaklarını söyleyen Baykal, “İbadet yerlerine sahip çıkın, camilere, cemevelerine, havralara, kiliselere saygı gösterin. Oralar kamusal alandır. Sakın ha bu konuda insanları üzecek kararlar almayın” diyerek insanların inançlarına saygı gösterilmesini istedi.
“Sokak ve meydan isimlerini değiştirmeyin.Yeni bir isim ihtiyacı içindeyseniz, yeni bir eser yapın” dedi.
Baykal’ın bütün bu uyarıları çok önemli.
Ama…
Daha da önemli bir uyarısı daha vardı ki; bunu yaşama geçerecek belediye başkanının heykeli dikilir.
Partinin programında yer alan ve sosyal demokrasinin temel ilkelerinden birisi olan “Şeffaflık ve katılımcılık” Baykal’ın belediye başkanlarına “Tüm ihaleleleri; gelirinizi, giderinizi internetten duyurun, şeffaf olun” şeklindeki sözleridir.
Gerçekten de; başkanlar eğer şaibesiz, lakesiz bir başkanlık yapmak istiyorsa bu uyarıyı mutlaka dikkate almak zorunda. Aksi takdirde dedikodudan, şaibeden ve yolsuzluktan kurtulamazlar.
Ayrıca bütün başkanlardan her cenazeye sahip çıkmalarını, okulların, sivil toplum örgütlerinin, yaşlıların, engellilerin ve kadınların mutlaka ilgi alanlarında yer almasını isteyen Baykal’ın bu talimatlarını yerine getirenler kuşkusuz hem başarılı olur, hem de bir sonraki seçimde sandıktan rahatlıkla çıkar.
Aksini yapanlar ise halkın gözünden düşer ve sandığa gömülür.
Umarım Baykal, bu uyarılarının takipçisi olur.
***
Türk siyasetinin nezaket çınarı…
ADI; Şeref Bakşık…
1927 İzmir’de doğdu.
1947’de başladığı gazeteciliği, 1961 yılına kadar sürdürdü.
Demokrat İzmir gazetesinin sorumlu Yazı İşleri Müdürü iken hakkında açılan 49 davada 32 yıl hapis cezası istemiyle yargılandı. Bu davaların büyük bölümünden aklandı, kalanlarından ise 1961 ihtilali sonrasında çıkan aftan yararlanarak kurtuldu.
Kurucu mecliste İzmir basın temsilcisi olarak görev aldı.
CHP’den üç dönem İzmir milletvekili seçildi. Senatörlük yaptı.
İsmet İnönü’nün genel başkanlığı döneminde CHP genel sekreterliği görevinde bulundu. 12 Eylül sonrasında SODEP ve SHP il başkanı oldu.
Nezaketi ve hoşgörüsüyle politikada örnek alınan isimlerin başında gelen Bakşık, siyasi yaşamının ilginç anılarını kitaplaştırdı.
“CHP ile bir ömür” adıyla piyasaya çıkan 526 sayfalık kitapta geçmişin stratejik olaylarından alınabilecek dersler veriyor. Bakşık, gelecek kuşakların aynı yanlışlara düşmemesini amaçladığını söylüyor.
Seçim sürecindeki yoğunluk nedeniyle okuyamadığım kitabı hafta sonu bir solukta bitirdim. Oldukça akıcı bir dille kaleme alınan kitapta “İnönü’nün polemikleri” bölümü dikkatimi çekti.
İnönü ile Bakşık arasında şöyle bir diyalog geçiyor:
***
Bakşık: “Sayın başbakan bu kürsüden bana ağır hakaretler savurdu. Kendisine aynı üslupla mukabele etmeme, siyasi terbiyem ve bu kürsüye olan hürmet hissim manidir. Gelelim esasas meseleye…” diyorsunuz.
İnönü: İyi tetkik etmişsin beni.
Bakşık: Ama paşam, Menderes’in ağır hakaretlerinden sonra hemen kürsüye yöneliyorsunuz, nezaketle sayın başbakan diye bahsediyorsunuz, ayniyle mukabele etmeye “Siyasi terbiyem ve bu kürsüye hürmet hissim manidir” diyorsunuz. Birkaç dakika öncesinde size çılgınca ve çirkince hakaretler savuran kişiye serinkanlılıkla ve bu sözlerle karşılık verebilmek, o kişiyi olağanüstü ezen bir polemiktir. Ayrıca “Bu kürsüye hürmet hissim” sözünüzde, DP milletvekillerinden gözü kararmış olmayanlarını insaflı düşünmeye itici, hatta beni bağışlayınız, onları birbirine düşürücü kışkırtıcı bir hava da yok mu Paşam? Bence asıl önemli olan şu: “Gelelim asıl meseleye” dediğinizde işlediğiniz konuyu, “Biz beğenmediğimiz tek partili rejimden çok partili rejime geçmiştik, siz ise teslim aldığınız çok partili rejimi tek partiye çevirmek istiyorsunuz” sözlerinizle, pek sade ama haklı, tutarlı ve de etkili işliyorsunuz konuyu. Karşı tarafı çileden çıkarıcı, zamanın başbakanını kendi milletvekilleri önünde zayıf duruma düşürücü karşı durulmaz tezler bunlar. Tabii sağlam bir sinire sahip olmanın da büyük payı var bunda.
Özellikle seçim kampanyasında günümüz siyasilerinin birbirine karşı sert üsluplarını ve hoşgörüsüz yaklaşımını görünce, insanın aklından “Nerede o eski siyasiler? Nerede İnönü’nün, Menderes’in, Ecevit’in hoşgörüsü, nezaketi?” demek geçiyor.
Sizce de öyle değil mi?
Bir cevap yazın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.