“İzmir’i istiyorum!” buyurmuş birisi.
İkincisi, “Oyumuzu artırdık” diye savunmuş kendini.
Şehrimdeki sonuçların ülkemin tamamıyla ilişkisi; İzmir’in pek çok siyasi tarafından kerteriz alınması. “İzmir’i alırsan, Türkiye’yi alırsın” yaklaşımı. İzmir’in, modern yaşamın aynası olması ve siyasilerin, İzmirlinin tuttuğu aynada görünme isteği.
Şehrimin özel durumu malûm; “gâvur” oluşu! Bir tarafın suçlamasına, öbür tarafın savunmasına konu olan -ki aslında İzmir’in nevi şahsına münhasırlığını anlatan- o cânım gâvurluğu… O tek kelime, İzmir’in binlerce yılın medeniyetlerinin izlerini üzerinde taşıdığını anlatıyor. “Doğunun en batısında, batının en doğusunda” oluşunu, bu çelişkide yatan çekiciliğini, kozmopolitliğini, bereketli topraklarında sürülen çokkültürlülüğünü…
O nedenle seçim sürecinde CHP, “Türkiye, İzmir gibi olacak” demiş; AKP ise cümleyi tersinden okuyarak hedefini, “İzmir, Türkiye gibi olacak” diye koymuştu.
Şimdi İzmir, Türkiye’ye yaklaştı. AKP, il genelinde oy oranını yüzde 13.4 oranında artırdı. CHP ile arasındaki fark yüzde altıya düştü.
Tüm koşullar bugünkü gibi devam ederse -her ne kadar yerel seçimlerde oy kullanma davranışı değişse de- AKP’nin 2009 yerel seçimlerine kadar bu farkı kapatması bekleniyor. Ya da, böyle olmasından korkuluyor, mu demeliyim?
İşte, 22 Temmuz seçim sonuçlarında AKP ve CHP liderlerinin sarf ettiği o iki cümlenin İzmir’le ilişkisi de bu “beklentide” ya da “korkuda” odaklanıyor.
Boşluklar itinayla doldurulur!
Seçimden bu yana siyasal tabloya dair en çok konuşulan konuların başında İzmir var. Bundan sonra da olacak gibi görünüyor. Zira Başbakan’ın söylediği “İzmir’i istiyorum!” sözü, her iki tarafı da kamçılamış görünüyor. Ama Türkiye en çok da AKP’nin İzmir’deki başarısının nedenleri üzerinde duruyor.
Diyorlar ki “Nasıl oluyor da tarih boyunca uygarlıklara beşik olmuş, görmüş, geçirmiş, ekonomide ve kültürde onca bilgi biriktirmiş bir kent; cemaatçi, gelenekçi bir partiyi onaylıyor?” Ben tamamlayayım: Nasıl oluyor da, hükümet etme yetkisini elinde bulunduran, yoksullukla mücadelenin baş sorumlusu bir parti, yoksulluğu ortadan kaldırmaya değil de insanların günlük küçük ihtiyaçlarını karşılamaya dönük politika izleyerek büyüyebiliyor? İşsizliğe, gelir dağılımındaki adaletsizliğe son verme projesi olmayan AKP, büyük sermayeyi daha da büyüterek, alt gelir kesimini ise onlara “Bugün de doyduk, şükür!” dedirterek elinde tutuyor.
Çünkü İzmir, demografik yapısı son elli yılda aldığı göçlerle şekillenen, ülke genelindeki adaletsiz gelir dağılımından payını misliyle alan, gecekondulu nüfusun kentli nüfusu ezer hale geldiği bir şehir. Muhafazakar değerlere oynayan, cemaat yapılanmasıyla örgütlenen AKP, feodalitenin hüküm sürdüğü, hemşehri derneklerinin belirleyici olduğu bölgelerde, günü kurtarma derdindeki insanlara yanıt vermekte zorlanmıyor.
Çünkü İzmir, topraklarının ve tarihinin derinliklerindeki o çokkültürlülüğünü korumaya, dışa açıklığını sürdürmeye, kültürel birikimine yatırım yapmaya, dışa dönük, ufku açık ve ekonomik açıdan özgüveni olan kentliler yaratmaya dönük projesini yarım bıraktı.
Ve çünkü İzmir, zengininden yoksuluna, düzlerinden sırtlarına, okumuşundan cahiline dek insanlarına tek tek dokunamadı. Onların günlük yaşamlarını kolaylaştıracak, küçük gibi görünen büyük işleri yapamadı. İş alanı yaratamadı, kendi ekonomik varlığını değerlendiremedi ve kent kültürü bilincini tam anlamıyla oluşturamadı.
İşte AKP, bu boşluktan yararlandı, yararlanıyor.
Bir kitap okuyun…
Doç. Dr. Tanju Tosun -ki kendisi çok değerli bir siyaset bilimcidir- seçim sonuçlarını değerlendirirken, “Kültür belediyeciliği karın doyurmuyor, sosyal belediyecilik lazım” demişti. Siyasette ne sadece kültürel, ne sadece sosyal boyut yeterlidir, kanımca. Kentlinin ekonomik, kültürel ve sosyal düzeylerini aynı oranda yükseltebildiğiniz kadar kalıcısınızdır.
İnsanların aklında sorular bırakabiliyor, bir kentlilik bilinci yaratabiliyor, kendi kozalarından çıkıp sadece günü kurtarmakla yetinmemelerini sağlayabiliyor, geleceğe güvenle bakmalarına neden olabiliyorsanız, oraya bayrağınızı dikersiniz.
Bu, enternasyonal solun, elinden kaçırdığı temel politika yapma şeklinin ve alanının tarifidir de aslında. CHP liderinin arttı sandığı oyların bir kısmı rejim kaygısı duyanlardan geldiyse, hatırı sayılır bir kısmı da yukarıdaki tarifi tümüyle elinden kaçırmaktan korkan seçmenden gelmiştir. Hani diyorlar ya “AKP’ye oy verdiğini saklayan çok seçmen var” diye; inanın ki CHP’ye oy verdiğini saklayan seçmen sayısı da az değil. Yakın çevremden biliyorum. Yapacak bir şeyi olmadığından mührü CHP’ye basanları, “Oyumu Chavez’e vereceğim, pusuladaki tüm amblemleri çizip kocaman Hugo Chavez’ yazacağım” deyip de çaresizlikten, kerhen CHP’ye oy verenleri… Yani aldığı oyun tamamı CHP’nin kendine ait değildir, belki de o ödünç oylar 2009 seçimlerinde Venezüella’nın sosyalist Devlet Başkanı Hugo Chavez’e gönderilecektir! Yerel seçimlerde kalıcı, gerçekçi, hayatın ta kendisine denk düşen bir yol izlemek isteyenlere, gazeteci Ece Temelkuran’ın “Biz Burada Devrim Yapıyoruz Sinyorita” adlı kitabı şiddetle önerilir. Kitabı okumaya üşenenlere ise, hiç olmazsa aşağıya alıntıladığım pasaj gönderilir.
“(…) Yıllardır girilemeyen ve giderek kendi içine kapanarak bir yaşam alanı oluşturan gecekondu gettoları, Venezüella’daki adıyla barrio’larda kurulan kooperatif odaklı toplum merkezlerine nucleo’ deniyor. Nucleo’larda daha önce iflas ettiği için terk edilmiş fabrikalara giren barrio halkı, kendi karar verdiği üretim alanlarında, kendileri için ve eşit koşullarda çalışıyor. Üretim merkezi etrafında sosyal ve kültürel bir alan kuruluyor. Kooperatifi, yani üretim alanını merkez alan yapılanmanın etrafında devletin üretimde, dağıtımda ve satışta sübvanse ettiği çok ucuz gıdaların satıldığı bir market; Chavez hükümetinin Küba’dan davet ettiği doktorların çalıştığı barrio kliniklerinde yazılan reçetelerle bedava ilaç alınabilen eczaneler bulunuyor. Aynı zamanda nucleo’larda eğitim amaçlı çalışmalar da yapılıyor. Chavez hükümetinin başlattığı ulusal düzeydeki okuma yazma seferberliği merkezleri; ekonomik nedenlerle liseyi ve üniversiteyi bırakanlar için yaşadıkları veya çalıştıkları yerde eğitimlerine devam edebilmeleri için kütüphaneler; çocuklar için mini-futbol sahası; gönüllü eğitmenlerin çalıştığı tiyatro, müzik ve dans dersleri için bir alan… Her barrio’nun kendi seçimleri ve yeterlilikleri ile belirlenen üretim ve etkinlik alanları çoğalabiliyor. (…)”
Bir cevap yazın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.