Etchingham Park festival alanı gibi cıvıl cıvıl insan kaynıyordu. Londra’nın nadir görülen sıcak, yağmursuz gününü kaçırmak istemeyen her milletten insan bebesini, çocuğunu kapıp dökülmüş parklara… Finchley metrosundan indikten sonra park yolunu tercih ettim. Bu sıcak bana göre değildi, ama geçmişe doğru zihinsel bir yolculuk yapma arzusu ruhumu kapladığı için eve varmadan önce zaman kazanmak işe yarayacaktı.
Karabey haber verdiydi Dora’nın kızkardeşi Roz’un geleceğini. Roz Kohen Amerika’da yaşıyordu. Dora dilinden düşürmezdi kızkardeşinin resim yapma, kitap yazma tutkusunu. Yıllar sonra Dora’nın yokluğunda, üstelik de yazar çizer kardeşini görmek, biraz da Dora’ya kavuşmak gibi olacaktı. Dora da meraklıydı kitaplara. Türkiye’den her dönüşünde valiz dolusu kitap ve tablolar ve tabi güncel, taze haberler getirirdi sanat kültür çevrelerinden.
Kanvas tabloları, rulo halinde binbir endişe ile gümrükten geçirişini gülerek anlatırdı, onları burada kasnağa gerdirirdi. Su Yücel, Figen Aydıntaşbaş, Hale Sontaş gibi Türkiye’nin değerli sanatçılarının dev boyutlu eserlerinden evin duvarlarınını rengini göremezdiniz. Adeta resim galerisi, dev kütüphane görünümündeki ev aynı zamanda memleketin halısından her türlü kültür, el sanatları ürünü objelerle müzeden farksızdır…
Tam öğle sıcağında, koskoca parkı boydan boya yürürken az sonra varacağım evi düşünmüyordum tabii ki, yazarken böyle geliverdi cümleler. Elimizden kaçıp giden memleket, erken veda eden yoldaşlardı kafamda, yüreğimde hüzünle dolanan sızı.
Memleket “ev” dir. Orada yaşayan insanları yansıtan bir aynadır. Memleket gibidir hayatımız, yaşadığımız şehir gibidir… Buruk bir özlem, yarım kalmış hayaller… Dikkatli bakan bir göz evdeki eşyaların dilini çözebilir; düşüncelerimizin, huylarımızın, özlemlerimizin, acılarımızın, sevinçlerimizin yükünü taşır bir kitap, bir tablo, bir halı, bir çeşmi bülbül sürahi, bir çintemani desenli fincan…
Dora Kohen Kalkan, memlekette binlerce aile ocağını söndüren 1980’li yılların acısını yaşamış devrimci bir aydındı. Gencecik bir doktorken İlerici Kadınlar Derneği ve onun yayın organı Kadınların Sesi Dergisi’nin yayın sorumlusu olarak ve Barış Derneği’nin davalarından kısa bir süre mahpusluk yaşamıştı. Tesadüfi bir şansla serbest kalır kalmaz, iki yaşındaki kızı ile birlikte yurtdışına, kendisi gibi politik nedenlerle Londra’ya yerleşen eşi Karabey Kalkan’ın yanına geldi iki buçuk yıl sonra. Kısa sürede psikriyatrist doktor olarak çalışmaya başladı. Profesör olduğunda, başta İngiliz olmak üzere her milletten çok sayıda doktor yetiştirdi, çok sayıda mesleki ders kitapları yayınlandı. Onun yolundan kızı Cemile yürüyordu. Dora torunlarını göremeden erken veda etti hayata…
Kendisi onyedi onsekiz, hadi diyelim yirmi bir yaşında bir genç İngiliz kadın, henüz iki aylık bile görünmeyen ikiz bebelerinden birini emziriyordu bankta. Yüzünde güneş gibi sıcak gülümseme, yumuşacık okşuyordu bebesini… Ben de yanındaki boş yere oturup soluklandım azıcık…
Yeryüzünde ne kadar farklı hayatlar var. Bizimkisi de bir başka! Her dönemde binbir çeşit keder! Bi ara ver ya, bi dakka da iyi olsun, sakin olsun hayat!
“Sen şimdi saçımın akında/
İnfarktında yüreğimin/
alnımın çizgilerindesin memleketim/
Memleketim, memleketim. ” (*)
Bilimden, sanata, politikaya, ekonomiye ; gündelik hayatın içinde bakkalından, kasabına, fırıncısından, kuaförüne, her alanda yetenekleri ve çalışkanlıkları ile Anadolu insanı yaban ellerde bile varolmayı becerirken, memleketimiz kendi insanını heba etmekte sınır tanımıyor.
Kapıyı Karabey açtı. Hayatımda gördüğüm en güzel mutfak; insan boyunda çiceklerle botanik bahçesi, misafirlerin ağırlandığı kütüphane, resim galerisi, çocukların oyun alanı, yemek pişirilen, bulaşık yıkanan, ziyafet verilen memleket sofrası.
Roz mutfakta, masasının üzerindeki kutudaki defterlerleri karıştırıyordu. Beni görür görmez sanki dün ayrılmışız gibi heyecanla defterleri göstererek, “Annem günlük tutmuş, bak” dedi, okumaya başladı birkaç satır, “Fransızca”… “Ah canım Ester teyzem, el yazısı da pek güzelmiş” dedim. Sonra birbirimize baktık ve sarıldık.
Dora’ya çok benziyordu Roz. Neşeli, espirili… O da 1980’li yılarda memleketi terk edenlerden. Buram buram Türkiye, sokak sokak İstanbul esiyor masada… İzmir’de “Safarat Yemekleri” kitabı yazan Musevi kadın grubundan söz ediyorum. Ester Teyze’nin sebzelerden yaptığı köfterleri konuşuyoruz, özellikle pırasadan yapılan.
Yeni hazırlık yaptığı kitabının yemek kültürü üzerine olduğunu söylüyor Roz. Ne zamandan beri yazdığını soruyorum. “2000’lerin başı” diyor. Unutulmasın diye İstanbul’da kuzguncuktaki Musevi yaşamlarını, kendi ailesini, komşularını anlatıyor Ladino, Ispanyolca, İngilizce yazıyor. Çocukken evde konuşurlarmış ama Musevice okuma yazma almadığını, sonradan Dr. Gad Nasi’nin desteğiyle merak sardığını, Rıfat Bali ‘nin editörlüğüyle de kitaplarının basıldığını anlatıyor. Blog yazılarında (**) Türkçe metinler de var.
“Şimdilerde Ladino diyorlar ama biz Musevice derdik. Kendi içimizde de önceden gelenler, İsrail’den, Ispanya’dan gelenlerle farklıyız, bizim kökler Suriye’den. Safarat değiliz, Romaniyot derler bize, Anadoluda imiş köklerimiz…”
Ben devletin Yahudileri ile öteki Yahudilerin farklı olduğunu öğreniyorum. Sabetaycılığı anlatıyor. İzmir’den bahsediyoruz…
İzmir’deki arkadaşlarımın isimlerini söylüyorum. Rakella, Raşel, Avram, Nesim, Bencoyalar… Şahsen tanışmıyorlarmış ama biliyormuş aile isimlerinden. İzmir Yahudi cemaatinden birçok isim sayıyor.
Karabey bir kucak dolusu kitap getiriyor, Yahudi kültürü üzerine yazılmış Türkçe yayınlar… Rıfat N. Bali, Roni Margulies, Jak Deleon… Ben Roz’un kitaplarının fotoğraflarını çekerken kapı çalınıyor. Roz’un Brighton’da yaşayan, Kuzguncuk’tan mahalle arkadaşı Yvonne Parkinson geliyor. Çocukluk anıları, İstanbul diplerine dalmaca… “Yesterday and Today Kuzguncuk” kitabını birlikte yazmışlar.
Bahçede kurulan güzel sofrada Türk bakkalından alınma peynirler, zeytinler, sıcak pideyle dut reçeli neşemizi arttırıyor. Muhabbet dönüp dolaşıp otobiyografik yazımın kültür hayatımıza katkılarına geliyor. Acısıyla tatlısıyla, iyisiyle kötüsüyle bir insan hayatının bir memleketi tarif olduğunda birleşiyoruz. Roz kendisiyle ilgili “bana göre kolay, eleştiren yok, çünkü Ladino yazan rakibim yok!” deyince basıyoruz kahkahayı…
(*) Nazım Hikmet
(**) Roz Kohen blogu adresi: https://judeo-spanishmemories.blogspot.com