Hasan Tahsin’i tanıyor muyuz?

30 Ekim 1918’de Mondros Ateşkesi’nin imzalanışının ardından İzmir’de yayımlanan gazeteler arasında Hasan Tahsîn Receb’in [Osman Nevres] çıkardığı Hukuku Beşer / Hukuk-ı Beşer’in[1] (Les Droits de l’Homme), basın tarihimizde özel bir yeri vardır. Bu özel durumu, Hasan Tahsin’in, 15 Mayıs 1919 günü ölümü / şehit oluşu belirlemiştir.[2] Bugün, işgale direniş gücümüzün, bağımsızlığımızın simgesi olarak değerlendirilen, ancak gerçekleştirilişi ve kanıtları açısından hâlâ tartıştığımız “ilk kurşun” eyleminde parçalanmış bedeniyle yer alan Hasan Tahsin’in adını, gazetesi Hukuk-ı Beşer’i, bu eylem olmasaydı, 104 yıl sonra, İzmir basınının muhalif gazetecileri /gazeteleri arasında bulabilir miydik, bilmiyorum. [3]

Ölümünün /şehâdetinin üstünden 104 yıl geçen Hasan Tahsin’i, bugün, yazılarıyla, görüşleriyle nasıl ve ne kadar tanıyoruz? Önümüzde Hasan Tahsin’in yayımladığı Hukuk-ı Beşer Gazetesi ve direniş eylemiyle bütünlenen oldukça geniş bir kaynakça / yayın var. Bu çalışmalara son dört yılda, yeni yayınlar da eklendi. Fakat eldeki bilgiler / belgeler, Hasan Tahsin’i yeterince tanımamıza yetiyor mu? 

Hasan Tahsin’in İzmir’de Yayınlanan İlk Yazısı 

Örneğin, “Osman Nevres’in, Hasan Tahsin kimliğiyle İzmir’e ne zaman geldiğini biliyor muyuz?” diyerek eksik bilgilerimizi sorgulasak… Evet, bugün, Hasan Tahsin’in, Haziran 1918’de İzmir’de olduğunu kesin olarak biliyoruz! Bugüne değin gözden kaçan ya da önemsenmeyen, Anadolu Gazetesi’ne gönderdiği, “Sevk-i hâdisât ile İzmir’de bulunuyorum” tümcesiyle başlayan, gazetenin 22 Haziran 1918 Cumartesi günlü sayısında, yayın yönetmeninin açıklamasıyla yayımlanan, Bulgar gazeteci arkadaşı Gospodin’e yanıt niteliğindeki “Açık Mektup”[4] başlıklı yazısıyla, Hasan Tahsin’i şimdi biraz daha yakından tanıyoruz: 

“Açık Mektubum,

Anadolu-22 Haziran 1334-1918 – “Açık Mektubum”

Bokstonlar cârihi Hasan Tahsin imzâsile bir mektûb aldık. Mûmâ-ileyh bu mektûbunda Bulgar gazetecilerine hitâb ile bugünkü nokta-i nazarlarını bundan dört sene evvelki hâdisâta ircâ’ etdirmek isteyerek Türk- Bulgar ittifâkının o zaman Bulgarlar tarafından ne sûretle telâkki edilmiş olduğunu der-hâtır etdiriyor ve Bulgarların Türk ittifâkından âtîyen te’mîn edecekleri istifâdeleri ve Meric’in Türkiya için hâiz olduğu kıymeti zikr ve ta’dâd ederek Bulgar gazetecilere bu mes’elede i’tidâl ve hak-perestî tavsiye eylemekdedir. 

Kampana Gazetesi Ser-muhariri Gospodin İstançef’e 

Azîzim Gospodin!

Sevk-i hâdisât ile İzmir’de bulunuyorum. Romanya habs-hânelerinde kazandığım müzmîn romatizmamı tedâvî ile meşgulüm. Matbûâtda Meric mes’elesini dikkatle ta’kîb ediyorum. Bundan dört sene evvel Sofya’da …-?-… hânenizde Türk – Bulgar mukareneti üzerine aramızda cereyân eden mübâhasât ve münâkaşât el’ân hâtırınızda olsa gerekdir. 1912 sû-i tefehhümünü izâle eden bugünkü i’tilâfımıza infâkımız yarın için pek müdhiş sadmelere göğüs gerebilmekliğimiz için küçük kıl ü kâllerden, şikâklardan (-?-) vâreste olmalıdır. Meric mes’elesini, Bulgaristan’ın Dobruca, Moravya, Makedonya sahalarında kazandığı müteaddid düşmanlara karşı mühim bir sigorta bedeli gibi telâkki edebilmek hem kıyâset, hem de siyâset icabındandır. 

Gospodin Radoslavof’un bana “Hudûdlarımız Kafkasya sizin hudûdunuz da Tuna’dır” demesini Bulgaristan’ın Türkiya ittifâk ve dostluğundan pek büyük neticeler beklediğine bir delîl gibi add ederim. Ben artık milletlerimiz arasında hiçbir diken kalmaması ve şâh-râh terakki ve muvaffakıyyetde el ele, bütün düşmanlara karşı müdhiş bir kal’a gibi mukavemet edecek metîn ve kudretli bir hüviyyetde bulunmamızı arzû ediyorum.

Pek iyi biliyorsunuz ki biz Türk ihtilâlcileri Edirne ve Meric mes’elesini her türlü müzâkere ve münâkaşa zemîni hâricinde, kendi hudûdumuz dâhilinde görenlerdeniz. Dûr-endîş Bulgar ricâlince bu mes’elenin Türkiya nokta-yi nazarına muvâfık hallindeki fevâidi zaman gösterecekdir. Bulgaristan’ın bu harbdeki en parlak fütûhâtı Türkiya ile olan ittifâkıdır. Elverir ki bu kıymetli fütûhât Bulgar efkâr-ı umûmiyye-since bütün ehemmiyyet ve şümûlile anlaşılsın. Tekrâr ederim; nokta-i nazarımıza göre halledilecek Meric ve havâlisi mes’elesi yarın kopacak bâdireye, Bulgaristan’ı tehdîd edecek cehennem ateşine karşı en kıymetli ve emîn bir sigorta teşkîl edecekdir. 

 “Proporç” ve “Mîr” dostlarımızı biraz sükûnet ve i’tidâle da’vet cesâretinde bulunursam beni ma’zûr görürsünüz değil mi? Lisân-ı matbûât nezâket ve i’tidâl ile isti’mâl olunursa te’sîri daha müfîd ve mahsûs olur. Maksad ağır kelimelerle hissiyâtımızı rencîde etmekse bundan kolay ne vardır? 

“Rus trenini kaçırdık!” diye harb-ı umûmînin ibtidâsında feryâd ve telâş eden (Vazof ), vaziyyet-i umûmiyyeye bir baksa Türk’e bu kadar istihfâf ve hakâretle hitâb etmeyecekdi. Biz bu harb-i umûmîye bütün zinde kuvvetlerimizle atıldık. Her hâlde Türk ırkı cihân harbinde yüksek ve şerefli bir mevki’ ihrâz etdi. Yek-digerimize fâidemiz olmadı değil. Fakat her hâlde Bulgaristan’ın bizi kurtardığı bahsini siz de büsbütün saded harici bulursunuz ya…Harbden ehemmiyyetli bir hisse-i şeref ve ganimet alabilmek için hiç de böyle mugâlatalara ihtiyâc yokdur ki…

Bizim cân kal’emiz Çanakkalesinde yüzbinlerce genç Türk’e mezâr olan kanlı, derin siperler önünde dost ve düşman huşû’ ve huzû’ ile eğilmiyor mu? Ve bununla Türk’ün kudret-i mücâdele ve kabiliyyetini tasdîk etmiyorlar mı? Bu inkâr edilebilir mi? 

İ’tilâf bütün yakıcı ve öldürücü kuvvetlerile boğazlara yüklendiği zaman karşılarına Mehmetciklerin kırık süngüleri, aşk-ı vatanla kabaran zırhlı göğüslerinden başka ne çıkmışdı ?.. 

 Çanakkale bütün inâkile bizimdir. Türkün destân-ı zaferi onun kumlu ve kanlı sâhillerinde yazılmışdır. Çanakkale’yi aşılmaz bir hendek hâline getiren, onu İ’tilâf için hakikî bir ölüm uçurumu yapan merd-i Türk’ün, fedâkâr gençliğimizin İstanbul hâkimi ırkımızın kıymetli, mebzûl tatlı ve sıcak kanıdır. 

Hayır dostum hayır!.. Hissiyâtı bir tarafa bırakalım, mâzîyi de… Yalnız hesâb ile muhâkeme ile fikrimizi, siyâsetimizi ta’mîk ve tahlîl edelim. Edirne bizim evimiz, Karaağaç onun kapısı. Sizde bu tuhaf şekl-i tasarrufa kim olsa güler… Edirne bize bütün muhit-i coğrafyası, sevk-ül-ceyşisile lâzımdır. Edirne bize bütün serbestîsile, medhalleri, menfezleri, bütün girinti ve çıkıntılarile lâzımdır. Meric Edirne’nin nefes borusudur. Yaşamak hakkına mâlik olan Türk milleti ikinci payitahtının nefes borusunu elinde tutmalıdır ve ilâ-hak (-?-) hayâtı yokdur. 

Türk- Bulgar münâsebeti Edirne etrâfında mütekâmil hedefine doğru gidiyor. Dikkat ediniz! Bir istikbâl bir hırsa fedâ edilmesin. 

Muhlisiniz: Hasan Tahsîn Receb /Bokstonlar Cârihi” [5]

Ali Fethi [Okyar] Bey’in Sofya Büyükelçimiz olduğu dönemde (13 Ekim 1913 – 21 Aralık 1917), 1914 yılında tanıdığı, arkadaş olduğu gazeteci Gospodin İstançef’e, İzmir’den seslenirken Hasan Tahsin’in, 1918 yılında, Türkiye – Bulgaristan ilişkileri[6] üstüne yaptığı değerlendirmelerde, bir siyasetçinin, bir istihbaratçının yorumlarını, çözümlemelerini görürüz. 

İçeriğiyle, siyaset bilimcilerin, tarihçilerin dikkatini çekecek bu mektubu, İzmir’e gelince, İttihatçı olarak önceden tanıdığı, Haydar Rüştü’nün [Öktem] Gazetesi Anadolu’da yayımlatması da ayrıca dikkatimizi çekiyor. Kısa bir süre sonra Hukuk-ı Beşer’de yazacağı, Haydar Rüştü’ye yönelik oldukça sert eleştirilerini[7]düşününce, mektubun yayını daha bir dikkati çekiyor…

İzmir’de Hukuk-ı Beşer’i Yayımlıyor 

Hukuk-ı Beşer -No.13- 24 T. sânî 1334-1918

Hasan Tahsin’in İzmir’e gelmeden önce gazetecilik yapıp yapmadığı üstüne, somut bir bilgimiz yok. Dahası Hukuk-ı Beşer öncesi yazdığı, okuduğunuz bu mektup dışında bir makalesi, bir kitabı var mı, şimdilik bilmiyoruz. İzmir’de yayımladığı Hukuk-ı Beşer, [Kasım 1918 -Mayıs 1919] ilk gazetecilik deneyi oluyor. 

 İttihat Terakki’nin sadık bir savunucusu, militanı, Teşkilât-ı Mahsûsa’nın gözü kara üyesi olarak tanınan Hasan Tahsin’i, Osmanlı’yı yıkan savaşların, düşmanlığa varan siyasal kavgaların da etkisiyle, 1918’de İzmir’de, keskin bir İttihat Terakki düşmanı, kendi açıklamalarıyla sosyalist, Sulh ve Selâmet gazetesiyle de Prens Sabahattin’e yakın duran (?) bir gazeteci olarak görürüz. 

Bir süredir İzmir basınının kayıp gazetelerinin peşindeyim… Koleksiyoner ve sahaf bir arkadaşımın yardımlarıyla, koleksiyonunda bulunan, adı bilinen ancak hiçbir örneği görülmeyen, kütüphane koleksiyonlarında olmadığını belirlediğim İzmir gazetelerini inceliyorum. Kendi arşivimde de böyle gazete örnekleri var. 

Osmanlı/İzmir basın tarihimizin en çok dikkati çeken gazetelerinden birincisi bence Hukuk-ı Beşer’dir. Toplam 155 sayı çıkan, yalnızca İzmir Milli Kütüphanemizde[8] bulunan Hukukı Beşer’in koleksiyonunda, 5. sayıdan (10 Kasım 1918) başlayıp 155. sayıda (6 Mayıs 1919) biten, toplam 34 sayı gazete vardır. Bugün, 120 sayısı eksik olan Hukuk-ı Beşer Gazetesi ve Hasan Tahsin için yapılan değerlendirmelerin eksik olduğunu düşünüyorum! Basın tarihindeki etkisine bakarak yıllar içinde küçük koleksiyonu resmen yok edilmiş İzmir gazetelerinin başında Hukuk-ı Beşer geliyor. Bu eksiklik nedeniyle, Hasan Tahsin Recep takma adıyla, Osman Nevres Bey’in İzmir’e neden geldiği, İzmir’deki yaşamı, siyasal bağlantıları, düşünsel yapısı, ticari ilişkileri vb. birçok konu/soru yeterince açıklanamıyorsa, yaşadığımız bu eksiklik, dahası gazetelerin yıllar boyu korunamayışı, yok edilişi nedeniyledir! Yıllar içinde birçok kütüphanemizde, “insan kılığında farelerin” jiletçilik yaparak sayfaları yürüttükleri de bir gerçektir!… 

Hukuk-ı Beşer-24 T.Sânî 1334-1918, s.2

Yine, değerli kardeşim, rahmetli Dr. Oktay Gökdemir’in çeviriyazısını yayınladığı Hukuk-ı Beşer çalışması[9], bizler için bir ilk adımdır. Hukuk-ı Beşer’in, dönemin gazetelerindeki haberlerle, tartışmalarla birleştirilerek bir içerik çözümlemesiyle birlikte yeniden yayınını bir zorunluluk olarak görüyorum. 

Alt başlığında, “Siyasî, fennî, ilmî, edebî, ictimâî, zirâî, iktisâdî” sözcükleriyle ilgi alanının genişliğini gösteren Hukuk-ı Beşer, yayın ilkelerini de “Hukuk-ı ibâdı müdâfi‘, hakikatten ayrılmaz, hâdim-i beşeriyyet, hür, müstakil gazetedir. Genç mefkûrelere sahifeleri açıktır” tümceleriyle açıklar.

Her gün yayımlanacağı duyurulan ancak yasaklamalarla engellendiği için toplam 155 sayı çıkan Hukuk-ı Beşer’in başyazarı Hasan Tahsîn Receb, sorumlu müdürü de Doktor Avni Muhittin Beydir. 45. sayısında, “Hür” sözcüğü, başlığın üstüne eklenerek gazetenin adı, bir süre Hür Hukuk-ı Beşer olur. 

Hukuk-ı Beşer’in eldeki sayılarında, hemen hiçbir yazısında Hasan Tahsîn Receb, açık adını kullanmaz. Bir iki yazısında “Tahsîn” adını kullansa da makalelerin hemen tümü imzasızdır. Gazetede, “Naci Senih, Midhat, Mahmud Şevket, Salih Zeki, Halil Zeki, Mehdi, A. Vecihi, Avni, Çelikzâde, Bezmi Nusret” imzaları yanında daha çok gülmece nitelikli yazılarda, “Ben, Ma‘ruf” gibi takma adların kullanıldığını görüyoruz.

Makalemize, Sofya’daki gazeteci arkadaşına yazdığı bir mektubu aktararak Hasan Tahsin’i tanı-t-maya başlamıştım. Şimdi yine Bulgaristan’a gidelim ve Hukuk-ı Beşer’in bugüne değin kayıp olan 13. sayısında, imzasız yayınlansa da içeriğinden Hasan Tahsin’ce yazıldığı belli olan, arkadaşı, Sofya Büyükelçimiz Ali Fethi (Okyar) Bey’in milletvekili ve bakan olarak durumunu değerlendiren “Fethi Bey ve Fırkası” başlıklı makaleyi okuyalım. Hasan Tahsin’in, İttihat Terakki sonrasında, İzmir’deki düşünce dünyasını, daha bir yakından tanımaya çalışalım: 

Hukuk-ı Beşer’in 104 Yıldır Kayıp Sayısı[10]

“Fethî Beğ ve Fırkası 

Esbâk Paris ataşemiliteri ve sâbık Sofya sefîri Fethî Beğ Avâm-ı Hürriyet-perver Fırkası reisidir. Şahsı hakkında beyân-ı fikr ü mütâlaa için onun rûh-ı mevcûdiyyetine nüfûz şart-ı a’zamdır.

Fethî, tab’an halîm, cidden nâmûslu, mütereddid fakat değerli bir gencdir. Efkâr-ı siyâsiyyesinde 324’cilik hâkimdir. Bugün İttihâd ile resmî talâkına rağmen ilk fırsatda hülleyi kabûl edecek yine Fethî’dir; çünkü o her zamân İttihâd’ın bir rüknü kalacaktır. Fethî Trablusgarb Muhârebâtında şân-âver bir hayât-ı askeriyyeye mazhar olmuş ve orada sancağı-mızı şerefle müdâfaa etmişdir. 

İstanbul’a avdetini müteâkib iki Balkan muhârebâtında da orduda iyi bir âmil olarak çalışdığı kabil-i inkâr değildir. Balkanlılarla sulhu müteâkib, Devlet-i Âliye genç kahramanlarından Fethî Beğ’i Sofya Sefâretine ta’yîn etmişdi. Sofya iki ateş arasında bir vaz’iyyetde bulunuyordu. Mâhir bir elçiye muhtâcdı. Balkan hükûmetlerinde ahz-i sâr hevesinde, Türklere karşı hiddetli olan Bulgar milletile te’sîs-i münâsebet nâzik ve mühim bir işdi. Fethî ilk zamânlarda Paris’deki müktesebât-ı siyâsiyyesile Sofya’da iyi te’sîr yapmışdı. Bulgaristan müslümânlarının makâm-ı hilâfete gösterdikleri merbûtiyetle Sobranya’da bir müddet için hükûmetimize mütemâyil fırkayı besledi. Bulgaristan ve Türkiye arasındaki sû’-i tefehhümleri bir derece izâleye başladı. Fakat harb-i umûmî buhrânı ile Fethî’nin acz ü za’fı tezâhür etmiş; İngiliz, Rus siyâseti karşısında şaşırmışdı.

Bir hâtıra olarak kar’ilerime şunu da arz edeyim ki; tesâdüf bu ân-ı târîhîde beni Sofya’da bulunduruyor ve Fethî Beğle mülâkâtım tekrâr ediyordu.

Bulgaristan için için yanmakda olan bir ateşe benziyordu. Narodnaklar ya’nî Rusofiller, Vazof’un kalemile (Rus trenini kaçırdık!) diye telâş ederken ba’zı ricâl-i ecnebiyye de Bulgaristan’ı iknâa sarf-ı mesâi ediyorlardı. 

Fethî bu vaz’iyyet karşısında zâhirî metânetini muhâfaza ediyorsa da hakikatde bunalmışdı. O sıralarda; Bulgarlar vaz’iyyetin elastikiyetinden azâmî istifâdeye karâr vermiş kurnaz simsârlar gibi Türklere karşı bir takım mutâlebât der-meyânına başlamışlardı. 

Bu mutâlebât hemen her ağızda tekrâr ediyordu. Ma’hûd tashîh-i hudûd mes’elesi. Fethî Beğ’e Bulgarların nakarât-ı milliyesi arz edildiği zamân gülmüş ve [kabil değil!] cevâbında bulunmuşdu. Fakat yine ayni zât bir sene sonra tashîh-i hudûd i’tilâf-nâmesi zîrine Hükûmet-i Osmâniyye nâmına vaz’-ı imzâ etmişdi. Bu mes’elede Fethî’nin gösterdiği adem-i basiret ve noksânî-yi siyâset elbette büyük bir hatâ-yi siyâsî teşkîl eder. 

Fethî diplomasi âleminden çekilir çekilmez İstanbul meb’ûsluğuna ta’yîn edildi. Meb’ûs Fethî Beğ’i Meclis’de reji mes’elesile meşgûl gördük. Orada ciddî bir takım esâsâta istinâd ederek alâkadârların tercümân-ı hissiyâtı olabildi. Rejiyi sarsdı fakat deviremedi. İâşe işlerinde de tenkîdâtı nazar-ı dikkate alınsaydı memlekete hizmet edilebilecekdi. 

Fakat Fethî’nin ferden söyledikleri doğru olmasına rağmen memleketi uçuruma sürükleyen bir fırkada hâzır ve nâzır bulunması ve Trablus çöllerinde gösterdiği cesâret-i askeriyyeyi Meclis’de hükûmeti iskât için ibrâz etmemesi ve bu sûretle sukut ve hüsrânımız karşısında menfî bir rol oynayışı onun târîhî hatâlarından birini teşkîl eder.

Fethî Tal’at’ın istifâsını müteâkib İzzet Paşa kabinesine Dâhiliyye Nâzırı sıfâtile dâhil olmuşdur. Herkes kendisinden mühim pek mühim ba’zı işler bekliyordu. O da fi-l-hakika vazîfesini ifâda müsâmaha etmedi. Eski silâh arkadaşlarını bulundukları vahîm ve buhrânlı mevki’den, milletin kîn ve intikamından, müdhiş savletinden kurtardı. Onların firârlarını ihzâr ve teshîl etdi. Fethî, Tal’at – Enver – Cemâl’in firârını bi’z-zât tertîb eden zâtdır. O İttihâd’ın ric‘atını te’mîn etdi. Eğer Tal’at – Enver – Cemâl el-yevm nezdimizde bulunsalardı memlekete ne büyük bir hizmet eyleyecekdi. Tarihin bize atf etdiği etmekde olduğu cinâyetlerin fâili bu dört kişi ve avenesi olduğuna göre onların cezâlanmaları herhâlde hârice karşı pek iyi bir te’sîr yapacak, memleketde de silâh ve nâmûs devrinin küşâdına hâyırlı bir vesîle teşkîl edecekdir. 

İzzet Paşa kabinesi sukut etdi. Buhrânın izâlesi için Tevfîk Paşa’ya makâm-ı sadâret i’tâ’ edildi. Tevfîk Paşa nâmûslu, vukuf-ı siyâsîyyesile müştehir bir diplomatımızdır. Her fırkanın, her ferdin böyle buhranlı ân-ı siyâsîde hükûmeti takviye ve selâmete vusûlümüze pür-gayret olmak icâb ederken Fethî Beğ i’râbda mahall olmayan, haysiyyet-i siyâsiyyesi hiçe tenezzül etmiş bulunan Meclis’de hükûmete îka’-i müşkilâta başladı. 

Minber gazetesi vaz‘iyyet-i umûmiyyeyi nazar-ı dikkate almayarak sağdan soldan kabineyi muştalamada, onu devirebilmek için gayret-i ibzâlinde…

Şâyân-ı dikkatdir ki; fırkasının hükûmete Meclis’deki adem-i i’timâdile Tevfîk Paşa değil fakat Fethî ve fırkası nazar-ı milletde sukut etdi… “

14 Mayıs 1919 – Maşatlık Bildirisi- Ey Bedbaht Türk (Nejat Yentürk koleksiyonu)

Bugüne değin bilinmeyen /bulun-a-mayan Hukuk-ı Beşer’in 13. sayısını ve Hasan Tahsîn’in makalesini doğrusu heyecan duyarak okudum. 8 Kasım 1918’de, Dışişleri Bakanlığı görevi düşen Ali Fethi Bey’in, 24 Kasım 1918’e kadar Osmanlı Meclisi’ndeki durumunu, kurduğu Avâm-ı Hürriyet-perver Fırkası’yla birliktedeğerlendirirken, Minber[11] gazetesine ilişkin eleştirisiyle birlikte Mustafa Kemal’in adını da bekledim!… Ancak yazı, yeni sadrazam Tevfik Paşa kabinesine güvenoyu vermeyen Ali Fethi Bey ve partisi için oldukça sert bir yargıyla, “milletin gözünden düştü” vurgusuyla noktalandı…

24 Kasım 1918’den 15 Mayıs 1919’a, İzmir’in işgaline değin geçen altı aya yakın sürede, Hasan Tahsin, Hukuk-ı Beşer’de, “Damat Ferit Paşa Hükûmetinin İttihâd ricâlini tevkif ettiğini, meselenin pek kanunî bir surette cereyan ettiğini”, 14 Mart 1919 günlü, 111. sayısında, “Tevkifât Etrâfında” başlıklı haberle duyururken 15 Mart 1919 günlü, 112. sayısında da “Tasfiye Siyâseti adlı imzasız makalede, ”mücrimler ile mes’ûllerin cezalandırılması” onaylanırken “asıl muhtekirlerin nasıl cezalandırılıp tevkif edilecekleri”, “sahtekârlıkla edinilen servetlerin hesabının nasıl sorulacağını “ tartışılır. 

İttihatçıların tutuklanmaları Hukuk-ı Beşer’de haber olurken Ali Fethi Bey, kısa süren Dâhiliyye Nâzırlığı” görevinde, Hasan Tahsin’in de vurguladığı gibi, Talat, Enver ve Cemal Paşaların 2-3 Kasım 1918’de, ülkeyi terk edişlerini kolaylaştırmaktan dolayı sorumlu görülerek 10 Mart 1919’da tutuklanır. Siyasal yaşamı, can arkadaşı Mustafa Kemal ile bütünleşen Ali Fethi Bey’i, bir siyasetçi olarak unutmamalıyız.[12]

Sosyalist Hasan Tahsin

Hamza Bey kardeşime, 23 Mayıs 1334
Hasan Tahsin
Foto: Lind – Smyrne (Nejat Yentürk koleksiyonu)

Hasan Tahsin’in siyasal görüşüne ilişkin değerlendirmelerde “sosyalist” oluşuna kimi araştırıcılar kuşkuyla yaklaşıyor. Bir yerde “sosyalist”, bir yerde “Türk milliyetçisi” olan, Bolşevik olduğu vurgulanan Hasan Tahsîn’in, ülkemizin yaşadığı siyasal fırtına içinde, düşünce dünyasında zaman zaman savrulmalar yaşadığı anlaşılıyor. 

Hukuk-ı Beşer’deki yazılarında, özellikle İttihat Terakki yönetiminin yanlışlarına duyduğu öfkeyle, İttihatçı Anadolu ve Duygu gazetelerine, Haydar Rüştü’ye, Ahmet Talat Onay’a sert eleştirilerde bulunduğunu da biliyoruz. Ancak toplumsal yapıyı, sınıfsal açıdan değerlendiren[13] Hasan Tahsîn, 20. Yüzyıl’ın başında sosyalizmin yükselişini de bilen bir aydındır. Hukuk-ı Beşer’deki yazılarını incelediğimizde, dünya siyasetini yakından izleyen bir kalem olarak sosyalizmden Bolşevizme, Lenin’den Troçki’ye, Türk Ocağı’nın varlığıyla yurtseverliğin sosyalizmde de temel ilke olduğunu vurgulayan yazılarıyla karşılaşırız.

Hasan Tahsin, sosyalizme inandığını, sosyalist olduğunu Hukuk-ı Beşer’in 105. sayısında, “İftiralara Cevâb”başlıklı yazısında şöyle açıklar: 

“Bazı yadigârlarımızın i‘tilâf-ı mümessil-i askerîlerinden birine hakkımda kahpece ba’zı isnâdât ve inhâmâtda bulunduklarını teessüfle haber aldık. Biz meslek i‘tibârile tekrar edelim adâlet-i ictimâiyye ve muvâzene-yi iktisâdiyye esâsını tervîc edenlerdeniz ya‘nî kelimenin bütün ma‘nâsile sosyalistiz. 

Bolşevikliğe gelince daha ne olduğu belli olmayan ve cidden buhâr hâlinde bulunan bir fikrin nezdimizde rû-yi kabûl görmeyeceği müstağni-i izâhdır. Mâzîde vatanî ve hasbî bir hareketimi her şeye rağmen ben bugün nefsim için medâr-ı iftihâr ve gençlik nâmına vesile-yi şeref addedenlerdenim… Kâinâtın bu husûsdaki hükm-i indîsinin nazarımda hiç bir kıymeti yokdur. Rahmi Beğ’in çocuğu mes’elesinde benim meşgûl olduğumu, alâkadâr bulunduğumu iddiâ edenlere sefîl, habîs ve nâ-merd derim. Ben fikrî isyânımı kalemimle ta‘mîm edenlerdenim. Tahsîn.”[14]

Bu yazının hemen altında, alaysı değerlendirmelerini, “Ne Diyelim!” başlığına bağlayan, “Ser-muharririmizin inkılâb-ı ictimâî illetine“ ve “Ser-muharririmizin sosyalist olduğu halde bazı taraflarca kendisine Bolşeviklik isnâdlarına” tümcelerinden de siyasal düşüncesini yeniden vurgulayarak belirttiğini görüyoruz. 

Hasan Tahsin’e Yönelik Eleştiriler, Suçlamalar…

120 sayısı eksik olan Hukuk-ı Beşer’i inceleyemediğimiz için Hasan Tahsin’i “ne kadar tanıyoruz” sorumuzun karşılığını, şimdilik bulamayacağımı biliyorum. Mütarekeden Kurtuluş’a (30 Ekim 1918 – 9 Eylül 1922), dönemin Türk basınındaki gazeteler arasındaki tartışmaların, çatışmaların da sadece İttihatçılık, işbirlikçilik konularını içermediğini, örneğin Hasan Tahsin’in İzmir’de, “kadınlarımızın yüzlerini açarak tiyatrolara, eğlencelere gitmelerini” savunması nedeniyle tartıştığı ilk gazetecinin, Köylü Gazetesi sahibi, başyazarı Mehmet Refet olduğunu, Hasan Tahsin’e yazdığı sert eleştirisinden öğrenirken Osman Nevres’in yaşamöyküsü üstüne de ilk bilgileri ediniyoruz:

İttihadcıların Kahramanı Kimdir?! 

 Dinime ta‘n Eden Bari Müslüman Olsa…

 Bu memlekete Bolşeviklik sokarak bulanık suda avlanmak isteyen Hukuk-ı Beşer’i çıktığı günden beri görüyorduk; adını işittiğimiz gün büyük bir hürmet beslediğimiz o büyük vatan-perverin son tuttuğu yolda pek küçüldüğünü gördüğümüz zaman şekâvet-i medeniyyenin yani gazeteci şantajcılığının insanları ne kadar alçalttığına hayretler etmiş idik. Daha dün İttihad ve Terakki kahramanı olarak Bokstonları öldürmek için Romanyalara koşan, daha dün Tokatlıyan’da Enver için söz söyleyeni öldürürüm diye bağıran ve İzmir’e Talat (Paşa) tavsiyesiyle gelerek bir yurd edinmeğe çalışan bu kahraman, kadınlarımızın yüzlerini açarak tiyatrolara, eğlencelere gidelim terânesiyle hürriyet-i kelâm ve vicdâna mâlikiyyetini iddia ederken başkalarının nâmûsuna olsun hürmet etmiş olsaydı milletin kalbinde kazanmış olduğu yüksek makamı tarih sahifelerinde lekelememiş olurdu. İşte bu kadar. Bundan başka kendisine yazacak ne sözümüz, ne de yerimiz vardır.” [15]

Ancak Köylü gazetesinde çıkan bu sert eleştiriye neden olan Hasan Tahsin’in ilk yazısıyla karşılıksız bırakmayacağına adımız gibi inandığımız yanıt yazısını, Hukuk-ı Beşer’in koruyamadığımız sayıları içinde olduğu için “okuyamıyoruz” ve tartışmanın içeriğini, sürecini öğrenemiyoruz! 

Yine Türk ve Rum gazeteciler arasında özellikle denizyolu ve demiryolu taşımacılığı şirketleriyle, elde edilen haksız kazancın, “koli yağmacılığı” suçlamalarının oldukça öne çıktığını, Hasan Tahsin’in kurduğu taşımacılık şirketi “Hatıra” yanında yine taşımacılık işi yapan Köylü gazetesi sahibi Mehmet Refet’in “Turan” şirketi ile Anadolu gazetesi sahibi, İttihatçı Haydar Rüştü’nün de komisyonculuk yapan şirketinin olduğunu, aralarında oldukça önemli tartışmalar yaptıklarını biliyoruz. [16]

Evet, bir daha soruyorum, Hasan Tahsin’i bugün ne kadar tanıyoruz? İlginçtir, döneme tanıklık eden anılarda da Hasan Tahsin’e ilişkin bilgiler çok yetersizdir.[17] Gazeteler arasındaki sert tartışmaların yaşandığı günlerin sıcaklığı içinde, Duygu[18] gazetesinin yazarı Ahmet Talat Onay’ın,[19] Açıksöz Gazetesinde [No.48-58, Mayıs – Temmuz 1920] dokuz bölüm olarak yayımlanan, “İzmir Nasıl İşgal Edildi?” [20] başlıklı dizi yazısında, Hasan Tahsin’e yönelik, bugüne değin dikkati çekmeyen bir eleştirisini, dahası suçlamasını okuyunca insan şaşırıyor, inanası gelmiyor: 

“….. Bu zamana kadar İttihatçı olmayan Türklerin Rıımlar le­hinde olduğunu, İzmir Türk ekseriyetinin Yunan idaresini istediklerini bağıran Yunan gazeteleri daimâ Müsâvât’ın yazılarını tercüme ederek Avrupa’yı iknaya çalışıyorlar, hatta sulh konferansında Türklerin seviye- i medeniyetçe kendilerine fâik olan Rumlardan kız aldıklarını, İttihatçı ve cahil tabakadan olmayan Türklerin Rumlarla münâsebetinde pek ileri gittiklerini, İzmir ve havâlisinde katliama hazırlanan Türklerin komitacılar olduğunu söyleyen Venizelos’un bu mütâlaâtını nakl ederken Islâhât, Müsâvât gazetelerinin İttihatçılar aleyhindeki yazılarını naklediyorlardı.

İşgal günü suret-i fecîada katledilen Selânikli Haşan Tahsin’in Hukuk-ı Beşer ismindeki gazetesinde intişâr eden, Venizelos’un Türk ve İslam muhibbi olduğu hakkındaki -para ile yazdırılan- makalesi, Rumlara haylice ümitler vermişti. Emin Süreyya’nın Islâhât’ı, Sakızlı ma’hûd Sırrı’nın Sadâ’sı müstesna olmak üzere diğer Türkçe gazetelerin Yunan düşmanlığı hususunda ittihat etmeleri Metropolit-hane’yı şaşırttı….”[21]

Şimdiye değin Ahmet Talat Onay’ın bu ağır suçlamasını tartışan, onaylayan ya da yadsıyan bir araştırma görmedim! Çünkü bu bilgiyi doğrulama ya da karşı çıkma olanağımız bugün yok! Hukuk-ı Beşer’in eksik sayılarının değerini kavrayıp üzülmeyelim mi? Evet, sorumuzu bir kez daha yineleyelim: Hasan Tahsin’i yeterince tanıyor muyuz ?…


[1] Zeynel Kozanoğlu, Anıt Adam / Osman Nevres “Hasan Tahsîn, İzmir Gazeteciler Cemiyeti Yayını,1972(?).

Zeki Arıkan, İzmir Basınından Seçmeler (1872-1922)- I-, İBB Kent Kitaplığı, 2001, ss.328-349.

Efdal Sevinçli, İzmir Basın Tarihi / Gazeteler, Dergiler, İBB Kent Kitaplığı, 2019, ss.154-160.

Hasan Duman, Osmanlı-Türk Süreli Yayınları ve Gazeteleri / 1828-1928-I-, Ankara, Enformasyon ve Dökümantasyon Hizmetleri Vakfı Yayını, 2000, s.388

[2] 15 Mayıs 1919 Perşembe günü, İzmir’in işgaline karşı çıkıp direnen, şehit düşen Türkler arasında Hukuk-ı Beşer gazetemizin sahibi ve başyazarı Hasan Tahsîn de vardır. O, bugün bizler için, adlarını bile bilemediğimiz yüzlerce şehidimizin bir simgesidir. Onun şehâdetini ilk olarak Ahenk Gazetesi, 18 Mayıs 1335 [1919], günlü sayısının 2. sayfasında İzmirlilere duyurur: “Hukuk-ı Beşer refikimizin ser-muharriri Hasan Tahsîn Receb Bey’in de kargaşalık esnasında şehit düştüğünü kemal-i teessüfle işitdik. Cenâb-i Allah gani gani rahmet eylesin…” Yine, 20 Mayıs 1335-1919 günlü sayısında ise, Süleyman Fethi Bey’in önce yaralı olduğunu, “Dördüncü Kolordu Ahz-ı Asker Heyeti Reisi Süleyman Fethi Beğ’in işgâl esnâsında şehîd edildiği şâyi‘ olmuş ise de bi-l-âhir yaralı bulunduğunu maa-l-memnûniyye istihbâr eyledik.” açıklamasıyla duyururken, Süleyman Fethi Bey’in, 24 Mayıs’ta hastahanede öldüğünü, Ahenk, 25 Mayıs 1919 günlü sayısında duyuracaktır. 

[3] Hasan Tahsin’in Cumhuriyet döneminde gündeme gelişine ilişkin onlarca yayın içinde edebiyatın çok büyük katkısı olduğuna inanıyorum. Sevgiyle andığım Samim Kocagöz’ün, Kalpaklılar (1962) romanında, Hasan Tahsin’i bir kahraman olarak anlatması, emperyalizme ve onun piyonu Yunan Ordusuna direnen, yurtseverliğin mitolojik bir simgesi konumuna gelmesinde çok önemli katkısı olmuştur. 

[4] Hasan Tahsin Receb, “Açık Mektubum”, Anadolu [İzmir] , 22 Haziran 1334 / 1918, s.1.

[5] “Balkanlar-Bulgarlar”, Hür Hukuk-ı Beşer, No.82, 7 Şubat 1335[1919], s.1; Hukuk-u Beşer, Haz. Dr. Oktay Gökdemir, İzmir, İBB Yayını, 2011, s.33.

[6] I. Dünya Savaşı’nda, uzunca bir süre tarafsız kalmayı başaran Bulgaristan, Almanya’nın parasal desteğiyle savaşa katılırken yine Almanya’nın yönlendirmesiyle Osmanlı ile Bulgaristan aralarında gizli bir ortaklık antlaşması imzalarlar (19 Ağustos 1914 ).Bu antlaşmayı, Sınır Belirleme Antlaşması (3 Eylül 1915) izler. Almanya’nın desteğindeki Bulgar ordusu, Sırbistan topraklarına saldırır. Osmanlı devleti de değişik cephelerde Bulgar ordusuna destek veriri. Ancak bir süre sonra değişen savaş koşullarında Almanya parasal desteği kesince Bulgaristan’da yaşanan ekonomik sıkıntıları siyasal yönetim krizleri izler. Türk milletvekillerinin de destek verdiği hükümet, 16 Haziran 1918’de istifa eder… 25 Eylül 1918’de ise, ateşkes isteyen Bulgaristan ağır bir yenilgiyle savaştan çekilir.

Muzaffer Başkaya, “ İngiliz Basınına Göre Bulgaristan’ın Birinci Dünya Savaşı’ndan Çekilişi ve Selanik Antlaşması”Akademik İncelemeler Dergisi (Journal of Academic Inquiries), Cilt: 10, Sayı: 1, Yıl: 2015, ss.51-74.

Ökkeş Narinç, “İki Komşunun İlk İttifakı / 1915-1918 (Osmanlı Devleti – Bulgaristan), ABAD, 2019; 2(4): 315-331, abad@nku.edu.tr.

[7]“İttihadcı Gazeteler El’an İntişâr Ediyor!”, Hukuk-ı Beşer, No.30, 11 Kânûn-ı evvel 1334 [Aralık, 1918],s.1; Hukuk-Beşer, Haz. Dr. Oktay Gökdemir, s.21.

“Arama Bulmayasın!- Haydar Rüştü Yalnız İttihadcı Değil Mugalatacıdır da…”, Hukuk-ı Beşer, No.124, 29 Mart 1335 [ 1919], s.1; Hukuk-u Beşer, Haz. Dr. Oktay Gökdemir, s.127.

“Namuslu Haydar Rüştü Bey’e”, Hukuk-ı Beşer, No.125, 30 Mart 1335 [ 1919], s.1; Hukuk-u Beşer, Haz. Dr. Oktay Gökdemir, s.133.

[8] https://www.apikam.org.tr

[9] Hukuk-u Beşer, Haz. Dr. Oktay Gökdemir, İzmir, İBB Yayını, 2011..

[10] Hukuk-u Beşer, No.13, 24 Teşrîn-i Sânî [Kasım] 1334 [1918], Pazar [31.5 × 47cm].

[11] Erol Kaya, Mustafa Kemal Atatürk’ün İlk Gazetesi: Minber, Ankara, Ebabil Yayınları, 2007.

[12] Ali Fethi Okyar, Fethi Okyar’ın Anıları, Haz. Osman Okyar – Mehmet Seyitdanlıoğlu, Ankara, T. İş Ban. Yay. 1997.

İhsan Sabri Balkaya, Ali Fethi Okyar, Ankara, TTK Yayını, 2005. 

[13] “Alt Tabaka”, Hür Hukuk-ı Beşer, No.118, 22 Mart 1335 [1919],s.1.

[14] Tahsîn, “İftiralara Cevâb”, Hukuk-ı Beşer, No.105, 7 Mart 1335 [1919], s.1.

[15] (İmzasız – M. Ref’et), “İttihâdcıların Kahramanı Kimdir? !”, Köylü, 17 Kânûn-ı evvel [Aralık] 1334 – 1918], s.1. Bkz: Efdal Sevinçli, İzmir’de Tiyatro, İzmir, Ege Yayıncılık, 1994, ss.41-42.

[16] “Lillâhi’l fâtiha”, Köylü, 20 Kânûn-ı evvel 1334 [Aralık -1918], s.2.

“Hukuk-ı Beşer’e”, Köylü, 21 Kânûn-ı evvel 1334 [Aralık -1918], s.1.

“Çalpukçuluk mu? Namusunuz Varsa Buyurunuz”, Köylü, 24 Kânûn-ı evvel 1334 [Aralık -1918], s.1.

“Erbâb-ı Nâmûs ve Vicdâna Hesâbım”, Köylü, 25 Kânûn-ı evvel 1334 [Aralık -1918], s.1.

“Zühre Sahibiyle Mülâkatımız”, Hukuk-ı Beşer, No.108, 11 Mart 1335 [1919], s.1

[17] Bezmi Nusret Kaygusuz, Bir Roman Gibi, İzmir, İBB Kent Kitaplığı, 2002.

Haydar Rüştü Öktem, Mütareke ve İşgal Anıları, Haz.: Prof. Dr. Zeki Arıkan, Ankara, TTK Yayını, 1991.

[18] “Duygu gazetesi”, Efdal Sevinçli, İzmir Basın Tarihi / Gazeteler, Dergilerss.137-148.

Efdal Sevinçli, ”Duygu Gazetesini Duydunuz mu?”, 9 Eylül Gazetesi, 29 Haziran 2022, s.10.

[19] Ahmet Talât Onay, Haz.: Cemâl Kurnaz, Ankara, Kültür Bakanlığı Yayını, 1990.

[20] Ahmet Talat,” İzmir Nasıl İşgal Edildi?”, Millî Mücadele Yazıları, İstanbul, MEB Yayını, 1995, ss.41-72. 

[21] y.a.g.y., s.53. 

Related Images:


Yayımlandı

kategorisi

yazarı:

Etiketler: