Basın tarihimizin en çok dikkati çeken gazetesi: Hukuk-ı Beşer 

Kayıp gazetelerimizin peşinde

30 Ekim 1918’de Mondros Mütarekesi’nin imzalanışının ardından İzmir’de yayımlanan gazeteler arasında Hasan Tahsin Receb’in [Osman Nevres] [1] yayımladığı Hukuk-ı Beşer’in [2] (Les Droits de l’Homme) çok özel bir yeri vardır. Alt başlığında, “Siyasî, Fennî, İlmî, Edebî, İçtimaî, Ziraî, İktisadî” sözcükleriyle ilgi alanının genişliğini gösteren Hukuk-ı Beşer, yayın ilkelerini de “Hukuk-ı ibâdı müdâfi, hakikatten ayrılmaz, hâdim-i beşeriyet, hür, müstakil gazetedir. Genç mefkûrelere sahifeleri açıktır” tümceleriyle açıklar. Her gün yayımlanacağı duyurulan ancak yasaklamalarla engellendiği için toplam 155 sayı çıkan Hukuk-ı Beşer’in[3] başyazarı Hasan Tahsin Recep, sorumlu müdürü de Doktor Avni Muhittin Beydir. 45. sayısında, “Hür” sözcüğü, başlığın üstüne eklenerek gazetenin adı “Hür Hukuk-ı Beşer” olur. 

Hukuk-ı Beşer’in eldeki sayılarında, hemen hiçbir yazısında Hasan Tahsin Recep, açık adını kullanmaz. Gazetede, birer ikişer yazıyla, “Naci Senih, Midhat, Mahmud Şevket, Salih Zeki, Halil Zeki, Mehdi, A. Vecihi, Bezmi Nusret” imzaları yanında daha çok gülmece nitelikli yazılarda, “Ben, Ma‘ruf” gibi takma ad nitelikli imzaların kullanıldığı görülür. Sadece, gazetenin 105. sayısında, sosyalizme inandığını, sosyalist olduğunu açıkladığı, “İftiralara Cevap”başlıklı açıklama yazısında “Tahsin” adıyla karşılaşıyoruz: 

“Bazı yadigârlarımızın İtilâf mümessil-i askerîlerinden birine hakkımda kahpece bazı isnâdât ve ithâmâtta bulunduklarını teessüfle haber aldık. Biz meslek itibariyle tekrar edelim adalet-i içtimaiyye ve muvazene-i iktisâdiyye esâsını tervic edenlerdeniz yani kelimenin bütün manasıyla sosyalistiz. Bolşevikliğe gelince daha ne olduğu belli olmayan ve cidden buhar halinde bulunan bir fikrin nezdimizde rû-yi kabul görmeyeceği müstağni-i izahtır. Mazide vatanî ve hasbî bir hareket mi? Her şeye rağmen ben bugün nefsim için medâr-ı iftihar ve gençlik nâmına vesile-i şeref addedenlerdenim… Kâinâtın bu husustaki hükm-i indîsinin nazarımda hiçbir kıymeti yoktur. Rahmi Bey’in çocuğu meselesinde benim meşgûl olduğumu, alâkadâr bulunduğumu iddia edenlere sefil, habis ve namert derim. Ben fikrî isyanımı kalemimle ta‘mîm edenlerdenim. Tahsin.”[4]

Hukuk-ı Beşer Gazetesi’nin kurucusu Hasan Tahsin, bu yazısında “sosyalist” olduğunu belirtse de önceleri İttihat ve Terakki içinde yer alan ateşli bir Türk milliyetçisi olduğunu, Romanya’da, Türkler aleyhine konferanslar veren Buxton kardeşleri yaraladığı için tutuklanarak bir süre Romanya’da hapis yattığını biliyoruz. Hasan Tahsin’in, Mütâreke’den epey önce İzmir’e geldiğini, Anadolu Gazetesinde (22 Haziran 1918) çıkan “Açık Mektubum” başlıklı yazısından, “sevk-i hadisât ile İzmir’de bulunuyorum” açıklamasından anlıyoruz. Bir yerde “sosyalist”, bir yerde “milliyetçi” olan Hasan Tahsin’in, ülkenin yaşadığı fırtına içinde zaman zaman savrulduğunu söylemeliyiz. Hukuk-ı Beşer’deki yazılarında, özellikle İttihat Terakki yönetiminin yanlışlarına duyduğu öfkeyle, parti organı olan İttihad ile Duygugazetelerine, Haydar Rüştü’ye, Duygucu Bey’e (Ahmet Talat Onay’a) sert eleştirilerde bulunduğunu görürüz. Ancak toplumsal yapıyı, sınıfsal açıdan çözümleyen Hasan Tahsin, XX. yüzyılın başında sosyalizmin yükselişini de bilen bir aydındır. Hukuk-ı Beşer’deki yazılarını incelediğimizde, dünya siyasetini yakından izleyen bir kalem olarak Hasan Tahsin’in sosyalizmden Bolşevizme, Lenin’den Troçki’ye, Türk Ocağı’nın varlığıyla yurtseverliğin sosyalizmde de temel ilke olduğunu vurgulayan nice ilginç yazısıyla karşılaşırız. 

22 Mart 1325 / 1919 günlü Hukuk-ı Beşer’de çıkan, “Alt Tabaka” başlıklı yazısını, okuyunca, ideolojik yapısını, dünyaya bakışını daha iyi anlarız: 

“Bizde en ziyade düşünülecek bir sınıf varsa o da şüphesiz alt tabakadır. Çiftçi, makineci, dükkâncı, hâsılı, erbâb-ı say ve amelin teşkil ettiği bu sınıf-ı ahâli alnının teriyle ekmeğini kazanır, devletin hazinesini hisse-i mesâisiyle doldurur, asker olur, kan vergisini de öder. Buna mukabil ekseriyetle düşünülmez, ihmal edilir, hatta bir rey-i siyasiye, hakk-ı intihaba da malik olmaz. Hakk-ı intihaba malik olmak az çok bir vergi veren, yani zengin olanların, bedel-i nakdi vererek bin bir dolap çevirerek askere gitmemek sahib-i yesar bulunanların hatırı sayılmak, servet ve saman ashabının hakkıdır. Fakir olmak mahkûm-ı sefâlet olmakla birdir. Umûmî olmaması lazım gelen mektepler bile patronların çocuklarına mahsustur. Fakir, sabahtan akşama kadar kızgın güneşin altında çalışır, didinir. Fakat bu kadar say ve gayretiyle beraber ailesini yine bi-hakkın terfiye edemez. Ve çocuğunun mesaisine de muhtaç olur. O sebepten çocuklarını da tarlada yahut ki dükkânda çalışmağa, çabalamağa sevk eder. Ve nihayet çocuklar tahsil çağını geçirirler. Bu sûretle cahil kalanların adedi ekseriyeti teşkil ediyor. Bu evlâd-ı vatan bilâhare cehaletleri cihetiyle haklarını müdafaa edemezler. Muhtekirlerin, ağaların, müstebitlerin, mütegallibenin bâzice-i hevesâtı olurlar. Çünkü haklarını bilmezler. Çünkü hükümete eşraf ve müteneffizana karşı haklarını müdafaadan acizdirler. Tegallüb o sûretle meydan buluyor ve ilerliyor. Medenî memleketlerde teşebbüsât-ı şahsiyyenin yanında hükümetin teşebbüsleri hiç hükmündedir. Hükümet teşebbüsât-ı iktisâdiyeye karışamaz. Amerika dâr-ül-fünûn-larını, mekteblerini hep ahâli idare eder. İsviçre’nin bazı kantonlarında zabıta ahalinin intihabıyla oluyor. Ahâli asayişten mesul tutulur. Zira zabıta ahalinin intihâb-gerdesidir. Bittabi hüsn-ü idare ve hüsn-ü intihap etmek bütün bunlar az çok bir fikir sahibi olmak tahsil görmüş bulunmakla mümkündür. Boş bir kafa kendisini bile idare edemez. İngiltere’de bir zaman ameleye “The greed own mass” yani murdarlar gürûhu derlerdi. Banyoların teessüsü murdarlığı temizledi. Çırak mekteplerinin tesisi, amele teşkilâtının saat-i mesaisinin intizâma koyulması cehaleti kısmen izale edecektir. Çırak mekteplerinin ehemmiyeti bilhassa bizim memleketimizde daha ziyadedir. Bizde okumak, yazmak bilenlerin adedi ancak yüzde dörttür. Bu nispet başka bir memlekette mevcut değildir. Bir mektebe girmeden vaktini geçirenleri tekrar ibtidâî bir mektebe koymak gayr-i kabildir. Onlar artık aile sahibi olmuş, nafakasını düşünmeğe mecbur adamlardır. Fakat bu saf ve masum adamlar geceleyin muntazam bir çırak mektebine gidip bir iki saat ders alabilirler. Herkes okuyup yazmak bilse bütün dünyanın mesut olacağını serd eden James Mill kadar ileri gidemezsek de hâkimiyet-i hakikiyyenin milletin hukuk ve vezâifine vakıf olmasıyla müyesser olacağına itikadımız vardır. Bütün emellerimiz iki noktada toplanıyor; biri sınıf-ı hâkimeyi iltizam-ı hakka mecbur etmek, diğeri sınıf-ı mahkûmeyi suver-i münâsebe ile istihsal-i hakka muktedir kılmak… Bunların her ikisi birdir. Alt tabakayı düşünmek saadet-i içtimaîyyeyi kâfildir. Hükümet, icraatında kanunlarını vaz ederken daima bugünkü sınıf-ı mahkûmeyi nazar-ı itibara almalı, zalim patronlarına karşı himaye ve sıyanet etmeli, onların cehaletlerini izaleye çalışmalı, hakkını, hukukunu bizzat müdafaa edemeyen bu zavallıları korumalıdır. Alt tabaka devlet denilen binanın temel ve esasıdır. Onları düşünen bir hükümet kendisini de düşünmüş olur.” [5]

Arapyan Çarşısı’nda Ispartalı Ferhânesi’nde, “Hatıra” adlı bir işyeri açtığı bilinen Osman Nevres /Hasan Tahsin’in, İzmir’e gizli bir barış derneği kurmak ve gazete çıkarmak amacıyla geldiğini araştırmacı gazeteci Nurdoğan Taçalan, Ege’de Kurtuluş Savaşı Başlarken (1970) [6] adlı araştırmasında vurgular. Bu bilgiyi doğrulayan, Osmanlı Sulh ve Selâmet Cemiyeti [7] ile yayın organı Sulh ve Selâmet Gazetesi’nin varlığıdır: “Osmanlı Sulh ve Selâmet Cem‘iyyetinin nâşir-i efkârıdır. Hukuk-ı ibâdı müdâfii, hakikatden ayrılmaz, hâdim-i beşeriyyet, hür gazetedir, genç mefkûrelere sayfaları açıkdır. Müdür-i Mes’ûl: Dr. Avni Muhiddin, Ser-muharriri: Hasan Tahsin Receb, İzmir, İttihâd Matbaası (1-21 / 3 – 24 Kanûn-i sânî 1335/1919) [8]

Hukuk-ı Beşer’in 104 Yıldır Kayıp Sayısı: 

No.13, 24 Teşrîn-i Sânî [Kasım] 1334 / 1918, Pazar [31.5 × 47cm]

Osmanlı / İzmir Basın Tarihimizin en çok dikkati çeken gazetelerinden birisidir Hukuk-ı Beşer. 155 sayı çıkan, yalnızca İzmir Milli Kütüphanemizde[9] bulunan Hukuk-ı Beşer’in koleksiyonunda, 5. sayıdan [10 Kasım 1918 ] başlayıp 155. sayıda [ 6 Mayıs 1919 ] biten, toplam 34 sayı gazete vardır. 121 sayısı eksik olan Hukuk-ı BeşerGazetesi ve Hasan Tahsin için bugüne değin yapılan bütün değerlendirmeler de kaçınılmaz olarak eksiktir. Bu eksiklik nedeniyle, Hasan Tahsin Recep takma adıyla, Osman Nevres Bey’in İzmir’e neden geldiği, İzmir’deki yaşamı, siyasal bağlantıları, düşünsel yapısı, ticari ilişkileri vb. birçok konu / soru yeterince açıklanamamıştır görüşündeyim. Rahmetli, değerli kardeşim Dr. Oktay Gökdemir’in çeviriyazısını yayınladığı Hukuk-ı Beşer (2011) çalışması, bizler için bir ilk adımdır. Hukuk-ı Beşer’in, dönemin gazetelerindeki haberlerle, tartışmalarla birleştirilerek bir içerik çözümlemesiyle birlikte yeniden yayınını bir zorunluluk olarak görüyorum. 

İzmir basınının kayıp gazeteleri peşinde koşarken karşıma çıkan Hukuk-ı Beşer’in, 24 Kasım 1918 günlü, 13. sayısının, bu eksikliği gidermede görünüşte küçük de olsa önemli bir katkı yapacağına inanarak imzası bulunmasa da tanıklık bilgisinden Hasan Tahsin’ce yazıldığı çok belli olan, günümüz Türkçemize göre dönemin gazete dilindeki Osmanlıca sözcükleri yansıtan, okurlarımızı biraz yoracağını düşündüğüm Fethi Beğ ve Fırkası başlıklı başyazısıyla sizleri başbaşa bırakıyorum: 

“Fethî Beğ[10] ve Fırkası

Esbâk Paris ataşemiliteri ve sâbık Sofya sefîri Fethî Beğ Avâm-ı Hürriyet-perver Fırkası reisidir. Şahsı hakkında beyân-ı fikr ü mütâlaa için onun rûh-ı mevcûdiyyetine nüfûz şart-ı a’zamdır.

Fethî, tab’an halîm, cidden nâmûslu, mütereddid fakat değerli bir gencdir. Efkâr-ı siyâsiyyesinde 324’ cilik hâkimdir. Bugün İttihâd ile resmî talâkına rağmen ilk fırsatda hülleyi kabûl edecek yine Fethî’dir; çünkü o her zamân İttihâd’ın bir rüknü kalacaktır. Fethî Trablusgarb Muhârebâtında şân-âver bir hayât-ı askeriyyeye mazhar olmuş ve orada sancağı-mızı şerefle müdâfaa etmişdir. 

İstanbul’a avdetini müteâkib iki Balkan muhârebâtında da orduda iyi bir âmil olarak çalışdığı kabil-i inkâr değildir. Balkanlılarla sulhu müteâkib, Devlet-i Âliye genç kahramanlarından Fethî Beğ’i Sofya Sefâretine ta’yîn etmişdi. Sofya iki ateş arasında bir vaz’iyyetde bulunuyordu. Mâhir bir elçiye muhtâcdı. Balkan hükûmetlerinde ahz-i sâr hevesinde, Türklere karşı hiddetli olan Bulgar milletile te’sîs-i münâsebet nâzik ve mühim bir işdi. Fethî ilk zamânlarda Paris’deki müktesebât-ı siyâsiyyesile Sofya’da iyi te’sîr yapmışdı. Bulgaristan müslümânlarının makâm-ı hilâfete gösterdikleri merbûtiyetle Sobranya’da bir müddet için hükûmetimize mütemâyil fırkayı besledi. Bulgaristan ve Türkiye arasındaki sû’-i tefehhümleri bir derece izâleye başladı. Fakat harb-i umûmî buhrânı ile Fethî’nin acz ü za’fı tezâhür etmiş; İngiliz, Rus siyâseti karşısında şaşırmışdı.

Bir hâtıra olarak kar’ilerime şunu da arz edeyim ki; tesâdüf bu ân-ı târîhîde beni Sofya’da bulunduruyor ve Fethî Beğle mülâkâtım tekrâr ediyordu.

Bulgaristan için için yanmakda olan bir ateşe benziyordu. Narodnaklar ya’nî Rusofiller, Vazof’un kalemile ( Rus trenini kaçırdık! ) diye telâş ederken ba’zı ricâl-i ecnebiyye de Bulgaristan’ı iknâa sarf-ı mesâi ediyorlardı. 

Fethî bu vaz’iyyet karşısında zâhirî metânetini muhâfaza ediyorsa da hakikatde bunalmışdı. O sıralarda; Bulgarlar vaz’iyyetin elastikiyetinden azâmî istifâdeye karâr vermiş kurnaz simsârlar gibi Türklere karşı bir takım mutâlebât der-meyânına başlamışlardı. 

Bu mutâlebât hemen her ağızda tekrâr ediyordu. Ma’hûd tashîh-i hudûd mes’elesi. Fethî Beğ’e Bulgarların nakarât-ı milliyesi arz edildiği zamân gülmüş ve [kabil değil!] cevâbında bulunmuşdu. Fakat yine ayni zât bir sene sonra tashîh-i hudûd i’tilâf-nâmesi zîrine Hükûmet-i Osmâniyye nâmına vaz’-ı imzâ etmişdi. Bu mes’elede Fethî’nin gösterdiği adem-i basiret ve noksânî-yi siyâset elbette büyük bir hatâ-yi siyâsî teşkîl eder. 

Fethî diplomasi âleminden çekilir çekilmez İstanbul meb’ûsluğuna ta’yîn edildi. Meb’ûs Fethî Beğ’i Meclis’de reji mes’elesile meşgûl gördük. Orada ciddî bir takım esâsâta istinâd ederek alâkadârların tercümân-ı hissiyâtı olabildi. Rejiyi sarsdı fakat deviremedi. İâşe işlerinde de tenkîdâtı nazar-ı dikkate alınsaydı memlekete hizmet edilebilecekdi. 

Fakat Fethî’nin ferden söyledikleri doğru olmasına rağmen memleketi uçuruma sürükleyen bir fırkada hâzır ve nâzır bulunması ve Trablus çöllerinde gösterdiği cesâret-i askeriyyeyi Meclis’de hükûmeti iskât için ibrâz etmemesi ve bu sûretle sukut ve hüsrânımız karşısında menfî bir rol oynayışı onun târîhî hatâlarından birini teşkîl eder.

Fethî Tal’at’ın istifâsını müteâkib İzzet Paşa kabinesine Dâhiliyye Nâzırı sıfâtile dâhil olmuşdur. Herkes kendisinden mühim pek mühim ba’zı işler bekliyordu. O da fi-l-hakika vazîfesini ifâda müsâmaha etmedi. Eski silâh arkadaşlarını bulundukları vahîm ve buhrânlı mevki’den, milletin kîn ve intikamından, müdhiş savletinden kurtardı. Onların firârlarını ihzâr ve teshîl etdi. Fethî, Tal’at – Enver – Cemâl’in firârını bi’z-zât tertîb eden zâtdır. O İttihâd’ın ric‘atını te’mîn etdi. Eğer Tal’at – Enver – Cemâl el-yevm nezdimizde bulunsalardı memlekete ne büyük bir hizmet eyleyecekdi. Tarihin bize atf etdiği etmekde olduğu cinâyetlerin fâili bu dört kişi ve avenesi olduğuna göre onların cezâlanmaları herhâlde hârice karşı pek iyi bir te’sîr yapacak, memleketde de silâh ve nâmûs devrinin küşâdına hâyırlı bir vesîle teşkîl edecekdir. 

İzzet Paşa kabinesi sukut etdi. Buhrânın izâlesi için Tevfîk Paşa’ya makâm-ı sadâret i’tâ’ edildi. Tevfîk Paşa nâmûslu, vukuf-ı siyâsîyyesile müştehir bir diplomatımızdır. Her fırkanın, her ferdin böyle buhranlı ân-ı siyâsîde hükûmeti takviye ve selâmete vusûlümüze pür-gayret olmak icâb ederken Fethî Beğ i’râbda mahall olmayan, haysiyyet-i siyâsiyyesi hiçe tenezzül etmiş bulunan Meclis’de hükûmete îka’-i müşkilâta başladı. 

Minber Gazetesi vaz‘iyyet-i umûmiyyeyi nazar-ı dikkate almayarak sağdan soldan kabineyi muştalamada, onu devirebilmek için gayret-i ibzâlinde…

Şâyân-ı dikkatdir ki; fırkasının hükûmete Meclis’deki adem-i i’timâdile Tevfîk Paşa değil fakat Fethî ve fırkası nazar-ı milletde sukut etdi… “

Ben Hasan Tahsin’in yazısını doğrusu heyecan duyarak okudum. 8 Kasım 1918’de, Dışişleri Bakanlığı görevi düşen Ali Fethi Bey’in, 24 Kasım 1918’e kadar Osmanlı Meclisi’ndeki durumunu, kurduğu Avâm-ı Hürriyet-perver Fırkası’yla birlikte değerlendirirken, Minber[11] Gazetesine ilişkin eleştirisiyle birlikte Mustafa Kemal’in adını da bekledim!… Fakat yazı, yeni sadrazam Tevfik Paşa kabinesine güvenoyu vermeyen Ali Fethi Bey ve partisi için oldukça sert bir yargıyla, “milletin gözünden düştü” vurgusuyla noktalandı…

24 Kasım 1918’den 15 Mayıs 1919’a, İzmir’in işgaline değin geçen altı aya yakın sürede, Hukuk-ı Beşer, Damat Ferit Paşa “Hükûmetinin İttihâd ricâlini tevkif ettiğini, meselenin pek kanunî bir surette cereyan ettiğini”, 14 Mart 1919 günlü, 111. sayısında, “Tevkifât Etrâfında” başlıklı haberle duyururken 15 Mayıs 1919 günlü, 112. sayısında da “Tasfiye Siyâseti” adlı imzasız makalede, ”mücrimler ile mesullerin cezalandırılması”onaylanırken “asıl muhtekirlerin nasıl cezalandırılıp tevkif edilecekleri”, “sahtekârlıkla edinilen servetlerin hesabının nasıl sorulacağı “ tartışılır. 

İttihatçıların tutuklanmaları Hukuk-ı Beşer’de haber olurken Ali Fethi Bey, kısa süren “Dâhiliyye Nâzırlığı”görevinde, Hasan Tahsin’ın de vurguladığı gibi, Talat, Enver ve Cemal Paşaların 2-3 Kasım 1918’de, ülkeyi terk edişlerini kolaylaştırmaktan dolayı sorumlu görülerek 10 Mart 1919’da tutuklanır. 

Mustafa Kemal Bekirağa Bölüğü’nde…

Dokuzuncu 0rdu Müfettişi olarak görevlendirilen Mustafa Kemal, İngiliz işgalindeki İstanbul’dan yola çıkmadan önce, 14 Mayıs 1919 günü, Bekirağa Bölüğü’nde tutuklu arkadaşlarını, Ali Fethi’yi ziyarete gider. Ülkenin durumunu konuşurlar.[12] Mustafa Kemal, arkadaşı olan Ali Fethi’ye şunları söyler“Fethi Umumi Müfettişlik vazifesi ile Samsun’a hareket edeceğim. Günleri sayarak oraya selametle çıktığımı anladığınız dakikada artık üzüntü ve ızdıraplarınıza yer kalmasın. Çünkü bu takdirde artık büyük işe başlamış olacağım” [13]

Hepimiz biliyoruz, İzmir, 15 Mayıs 1919’da, Birinci Dünya Savaşı’nın galiplerinin Paris görüşmelerinde piyon olarak seçtikleri Yunan ordusunca işgal edilir. Bugün, İzmirli yurtseverlerin işgale karşı çıkışlarının bir simgesi olan Hasan Tahsin şehit olurken okuduğunuz makalenin kahramanı Ali Fethi Bey, Bekirağa Bölüğü’nde tutuklu, İttihat ve Terakki Fırkası’nın önde gelenleri, kimi bakanlar, gazeteciler ve yazarlardan oluşan 67 kişi, 2 Haziran 1919’da, bir İngiliz gemisiyle sürgün cezalarını çekmek üzere Malta Adası’na getirilirler.

16 Mayıs 1919’da[14] Dokuzuncu Ordu Müfettişi olarak Bandırma vapuruyla İstanbul’dan ayrılan Mustafa Kemal, 19 Mayıs 1919’da Samsun’da, 25 Mayıs 1919’da Havza’da, 12 Haziran 1919’da Amasya’dadır… “Milletin bağımsızlığını, yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır…”ilkesiyle Anadolu ayaktadır…

Hasan Tahsin’in yazdığı bu değerlendirmede, kendisini çok yakından tanıdığı, arkadaşı, İttihatçı subayların en önemli adlarından birisi olan, 2.  Meşrutiyet bildirisini kaleme alan Ali Fethi Okyar’ın yaşamöyküsünü merak edenler, anılarıyla birlikte çok kısa bir araştırmayla, 1908’den ölümüne (7 Mayıs 1943) değin[15] siyaset tarihimizdeki etkinliklerini öğrenecekler, Serbest Cumhuriyet Fırkası gerçeğiyle karşılaşacaklardır. Yine İzmir’de yayımlanan Serbes Cumhuriyet (26 Ekim 1930 – 14 Ocak 1931) Gazetesi’nden dönemin gelişmelerini gün gün okuyarak çok partili yaşam kavgamızda yaşadıklarımızı daha iyi değerlendireceklerdir. 

15 Mayıs 1919’da, Birinci Dünya Savaşı’nın galiplerinin piyon olarak seçtikleri Yunan askerlerince de İzmir işgal edilir. Bugün, İzmirli yurtseverlerin işgale karşı çıkışlarının bir simgesi olan Hasan Tahsin şehit olurken okuduğunuz makalenin kahramanı Ali Fethi Bey, Bekirağa Bölüğü’nde tutuklu, İttihat ve Terakki Fırkası’nın önde gelenleri, kimi bakanlar, gazeteciler ve yazarlardan oluşan 67 kişi, 2 Haziran 1919’da, bir İngiliz gemisiyle Malta Adası’na sürgün cezalarını çekmek üzere Malta Adası’na getirilirler.

16 Mayıs 1919’da 9. Ordu Müfettişi olarak Bandırma vapuruyla İstanbul’dan ayrılan Mustafa Kemal, 19 Mayıs 1919’da Samsun’da, 25 Mayıs 1919’da Havza’dadır. 

Zavallı Memurlarımızdan Vilâyet Haberlerine

[31.5 × 47cm] boyutunda, tek yaprak yayımlanan Hukuk-ı Beşer’in 24 Kasım 1918 günlü sayısında, eski İttihatçı Osman Nevres’in, yakından tanıdığı, arkadaşı Fethi Beğ’i değerlendiren yazısını, Usturumcalı Salih Zeki Beğ’in “Zavallı Memurlarımız” makalesi izliyor.

Osmanlı’nın 1911’den 1918 değin yaşadığı savaşlar boyunca aylarca maaş alamayan memurların ekonomik açıdan yaşadığı sıkıntıları aktaran gazete haberlerinin bir yinelemesi bu uzun makale:

“…Biz şimdilik o zümre-yi mel’aneti adâlet-i ilâhiyyenin tecelliyâtına terk ederek bu dakika sırtlarına giydikleri elbiselerile başlarına geçirdikleri serpûşlarile, ayaklarına takıp sürükledikleri ayakkabılarile me’mûr olduklarını isbât için birkaç şâhid aramağa lüzûm olan zavallıları göz önüne getirelim. 

Vilâyet Haberleri:

Kasım 1918 İzmir’inden ilk haber, çok yakından tanık olduğumuz bir anlatı: 

“Evvelki gün nüzûl eden yağmurlardan husûle gelen seylâb Bornova yolunda Bayraklı’ya karîb ilk köprüyü yıkmış ve Bayraklı’nın Bornova cihetindeki ovada da bir metro yüksekliğinde su istîlâ ederek bağlar arasındaki münferid binâların ikinci katlarına kadar su basmışdır….” Devamında ölmekten son anda kurtarılanların, kurtaranların öykülerini okuruz. Bu haberi, bir Fransız zırhlısının limanımıza geliş haberi izler: 

Dün akşamüzeri limanımıza gelen Fransız torpil-i taharrî gemisinden bir Yunan me’mûr-ı mahsûsı çıkmışdır. Evvelce haber-dâr olan İzmir Yunan mu‘teberânı istikbâl ederek İsporting Klübü’nde husûsî bir ziyâfet vermişlerdi. Daha nelere şâhid olacağız!…

İzmir Askeri Hapishanesinden 50 kadar firari askerin kaçışlarının haberini Değirmendağ ile Eşrefpaşa’nın yukarı mahallelerindeki susuzluktan çekilen sıkıntı haberi izler. İzmir gazeteleri, son yıllarda yoğun hırsız çetelerinin soygun haberlerini verirler. Hukuk-ı Beşer de “…birçok fabrikaları soyan hırsız kumpanyası dün yakayı ele vermişlerdir. Onsekiz kişiden mürekkeb olan bu çete kâmilen Rûmdur.”diyerek konuyu özetler. İzmir’de soygundan cinayete bitmeyen haberler gazetelerde aktarılırken Hukuk-ı Beşer, ilginç bir özür açıklaması yayınlar: 

Beyân-ı İ’tizâr: Dünkü neşredilen ilâvemizde Tire’nin Rûm mikdârı 3264, Bayındır’ın İslâmı 23157, İzmir livâsının Rûm yekûnu 152135, Aydın livâsının İslâm yekûnu 235663, kezâ Rûm yekûnu 32631, Garbî Karaağac’ın Rûmu 34, gösterilmesi ve binâenaleyh nüfûs-ı umûmî yekûnu da: İslâm: 1.276. 834, Ermeni: 21. 177, Rûm: 234. 279 olması lâzım iken mezkûr kısımlarda sehv-i müretteb vukû’ bulmuş olmakla ber-vech-i bâlâ aslı derc edilerek Beyân-ı i’tizâr olunur.” Bu bilgiden, gazetenin 12. Sayısının ilâveli çıktığını öğreniyoruz

“Müslümanlar Dikkatli Okusun” başlıklı duyuru, “Âlem-i İslâmiyyet’de dinî, felsefî, edebî, ilmî, olarak on sene evvel neşr edilmeğe başlanmış olan Sebil-ür-reşâd üç sene ta’tîlden sonra birkaç aydan beri yine ziynet-ârâ-yı matbûât oldu” diyerek Sebil-ür-reşâd’ın çıkışını okurlarına haber veriyor. Şimdiye kadar 387 nüsha çıkan derginin İzmir’de yüzü aşkın abonesi olduğunu, abone için gerekli adres bilgilerini de aktarıyor. 

“Telgraflarımız” başlığıyla, gazetelerden aktarılan önemli haberler, son siyasal olaylar, çevremizdeki çatışmalar küçük başlıklarla veriliyor. 


[1] 15 Mayıs 1919 Perşembe günü, İzmir’in işgaline karşı çıkıp direnen, şehit düşen Türkler arasında Hukuk-ı Beşer gazetemizin sahibi ve başyazarı Hasan Tahsin de vardır. O, bugün bizler için, adlarını bile bilemediğimiz yüzlerce şehidin bir simgesidir. Onun şehâdetini ilk olarak Ahenk gazetesi, 18 Mayıs 1335 [1919], günlü sayısının 2. sayfasında İzmirlilere duyurur: “Hukuk-ı Beşer refikimizin ser-muharriri Hasan Tahsin Recep Bey’in de kargaşalık esnasında şehit düştüğünü kemal-i teessüfle işitdik. Cenâb-i Allah gani gani rahmet eylesin…” Yine, 20 Mayıs 1335-1919 günlü sayısında ise, Süleyman Fethi Bey’in önce yaralı olduğunu, “Dördüncü Kolordu Ahz-ı Asker Heyeti Reisi Süleyman Fethi Beğ’in işgâl esnâsında şehîd edildiği şâyi‘ olmuş ise de bi-l-âhir yaralı bulunduğunu ma-al-memnûniyye istihbâr eyledik.” açıklamasıyla duyururken, Süleyman Fethi Bey’in, 24 Mayıs’ta hastahanede öldüğünü, Ahenk, 25 Mayıs 1919 günlü sayısında duyuracaktır. 

Zeynel Kozanoğlu, Anıt Adam / Osman Nevres “Hasan Tahsin”, İzmir Gazeteciler Cemiyeti Yayını, 1972-?-

[2] Hasan Duman, Osmanlı-Türk Süreli Yayınları ve Gazeteleri / 1828-1928-I-, s.388.

Ö .Faruk Huyugüzel, 1928’e Kadar İzmir’de Çıkmış …., s.52.

Zeki Arıkan, İzmir Basınından Seçmeler (1872-1922), I. Cilt, ss.328-349.

[3] Hukuk-u Beşer, Haz. Dr. Oktay Gökdemir, İzmir, İBB Yayını, 2011, ss.7.

[4] “İftiralara Cevâb”, Hukuk-u Beşer, Haz. Dr. Oktay Gökdemir, 7 Mart 1335 [7 Mart 1919], No.105, s.81.

[5] Hasan Tahsin, “Alt Tabaka”, Hukuk-ı Beşer, 22 Mart 1325 / 1919, no. 118, s. 1. 

[6] “Hasan Tahsin Adında Bir Adam”, Nurdoğan Taçalan, Ege’de Kurtuluş Savaşı Başlarken, ss. 124-142.

[7] Bezmi Nusret Kaygusuz, Bir Roman Gibi, ss. 138-139. Hukuk-u Beşer, Haz. Dr. Oktay Gökdemir, s. 8.

[8] Zeki Arıkan, İzmir Basınından Seçmeler(1872-1922), cilt-I-, ss. 350-364.

[9] Hasan Duman, Osmanlı-Türk Süreli Yayınları ve Gazeteleri / 1828-1928-I-, s.388.

[10] Ali Fethi Okyar, Fethi Okyar’ın Anıları, Haz. Osman Okyar – Mehmet Seyitdanlıoğlu, Ankara, T. İş Ban. Yay. 1997,

[11] Erol Kaya, Mustafa Kemal Atatürk’ün İlk Gazetesi: Minber, Ankara, Ebabil Yayınları, 2007.

[12] Cevat Abbas Gürer, “Atatürk’ün Hayatından Yazılmamış Hatıralar / 19 Mayıs’tan Evvel – Atatürk’ün İstanbul’da İnönü ve Fethi Okyar’la Temasları-5-”, Yeni Sabah, 20 Mayıs 1941, ss.1, 5-6.

Turgut Gürer, Atatürk’ün Yaveri Cevat Abbas Gürer / Cepheden Meclise Büyük Önder ile 24 Yıl, İstanbul, İş Ban. Yay. , 2018, ss.88 – 91.

[13] Ali Fethi Okyar, Fethi Okyar’ın Anıları, s.23.

[14] Mustafa Kemal’e, Anadolu’ya geçişte verilen vizeyi, İtilâf Devletleri Yüksek Komiserliği’nde görevli İngiliz istihbarat subayı J.G. Bennett imzalar. Türkçe ve Fransızca bilen, ruhsal yolculuğunda tasavvuf düşüncesine kapılıp dünyayı gezen Bennett’in anıları dilimize çevrilmiştir. Hem İstanbul’un hem de İzmir’in işgal günlerinden tanıklıklar içeren bu anıları okurlarımıza salık veririm: Johm Godolphin Bennett, Tanık / Bir arayışın Hikâyesi, çev.: Çiçek Öztek, İstanbul, YKY, 2006, ss.45-61. 

[15] Ahmet Emin Yalman’ın, Malta sürgünlüğünde birlikte oldukları arkadaşı Ali Fethi Okyar’ın ölümünün ardından yazdığı bir değerlendirme yazısı için bkz: Ahmet Emin Yalman, Fethi Okyar Bir Siyasi Hayatın Bilançosu, Vatan Gazetesi, 9 Mayıs 1943, s.1,3.

Related Images:


Yayımlandı

kategorisi

yazarı:

Etiketler: