Ortada kuyu var yandan geç

Bizim sol cenahta kısmen yasaklı konulardır insanların dini inançlarını merak etmek, konuşmak. Bilmek istememek iyi midir kötü müdür bilmiyorum. Ama birileri rahatça ibadetini yaparken, teşvik görürken, bir diğer inanç sahibi baskı görüyorsa, orada bir haksızlık var demektir. Eşit, özgür, adil, demokratik bir toplum olmanın en önemli kriterinden biridir insanların birbirinin haklarına saygı göstermesi, yasalarca bu hakların güvence altında olması.

Alevilik İslam’ın bir kolu mu yoksa ayrı bir din midir? Mesela ben açık açık söyleyeyim ki, ne Aleviler’in, ne Ermeniler’in, ne Yahudiler’in, ne de Kürt vatandaşların dertleri nedir, nelerden sıkıntı duyuyorlar, ne talepleri var, sorunlarının çözümü için ne öneriyorlar, tam olarak biliyor değilim. Farklı kültürel değerleri nedir, ne yerler, ne içerler, nasıl yaşarlar, ne konuşurlar kendi aralarında bilmiyorum? Herkes kendi mahallesinde, herkes kendi kabuğunda…

Merak ettim etmesine de, okumadım bu konularda doğru dürüst bir şey. Bırakın toplumsal sorunlarımız olduğunu, çevremde her bir kesimden tanıdıklar olduğu halde oturup karşılıklı konuşmadım da. Bütün bilgi (!) üç beş satır makale, birkaç kitap arası değinmeler, havuz medya haberleri, geyik muhabbeti tarzında tartışma programları, kulaktan dolma, ağzı olanın konuştuğu sosyal ortamların yüzeysel ahkam kesmelerinden mütevellit kısacası.

“Ben genel sınıfsal, emek sorunlarıyla ilgileniyorum, dinsel konular ilgimi çekmez, etnik konular da öyle, ben enternasyonalistim” gibi yanıtlar doğru bir yaklaşım değil kanımca. “Ortada kuyu var, yandan geç” tavrı!.. Ama kadın sorununda “Ben erkeğim, beni ilgilendirmez”, işçi sorununda “Ben memurum / esnafım beni ilgilendirmez”, Kürt sorununda “Ben Türküm beni ilgilendirmez” diyerek kenara mı çekiliyoruz? Biz okumuş (!) aydınların durumu böyle ise varın artık her gün eve ekmek götürmek için didinen emekçi insanların kitaba para vermeye, okumak için zaman ayırmaya ve bunları düşünmeye ne kadar mecali kaldığını. Kim kime dum duma halinde böyle yuvarlanıp giderken “öteki”nin derdi kimin umrunda?

Eleştiri – özeleştiri bir kenara, “kimlik” sorunu öyle kolay açıklanacak, üstünden atlanacak bir konu da değil. Bugün ekonomik, siyasal, sosyal, toplumsal alanda karşımıza çıkan yeryüzünün en önemli sorunlarından biri… Özellikle sosyalist sistemin başarısızlığından sonra, bütün dünyada dinsel, manevi arayışların yükselmesi, batı toplumlarının da insanların temel sorunları karşısında çözümsüz kalması bu arayışları hızlandırdı. Azınlık hakları, dil, din, etnik, sınıfsal, cinsel kimlikler için hak mücadeleleri, emperyalist paylaşım ve iç savaşlar nedeniyle artan göçmenlik, mültecilik sorunları; biraz deşin, hep bir toplumsal, bireysel varoluş, aidiyet arayışı, öğretilmiş bir “kimlik” için bastırılmış bir mağduriyet veya uğrunda ölmeye, öldürmeye gidilecek kutsallaştırılmış bir dava olduğu görülür.

Kimlik tek başına devletin nüfus cüzdanında sınıflandırdığı gibi; cinsiyet, yaş, din, doğduğu yer, tabi olduğu ülke ile tarif edilecek bir aidiyet değildir. Doğduğun coğrafyada, ait olduğun kültür, dil, din, ırk, cinsiyet, sınıfsal konum ve hatta zenginlik, fakirlik, güzellik, çirkinlik, iyilik ve kötülük gibi insana dair her türlü kavramın bir parçasından oluşan çok kapsamlı bir haldir. Ve de bu hali ister giyiniriz, ister soyunuruz; bu da her kişiyi ilgilendiren biricik haktır. Bir kimliği sahiplenmenin de reddetmenin de bir bedeli var. Keşke büyük bedeller karşılığı olmasa, herkes özgürce dilediği kimlikle var olabilse…

Bu düşüncelere dalmamın sebebi “Londra’da Britanya Alevi Federasyonu Geleneksel 11. Festivali”ydi. Çok sayıda etkinlik, söyleşi, konser oldu. İlk kez “Cem” olayına katıldım. İlk kez Aleviler’in örgüt sorunlarını açık açık tartıştıkları paneli izledim. Alevi inanç hareketi bünyesinde kadın hareketini örgütleyen kadınlarla konuştum. Beni şaşırtan şeyler duydum. Kitaplara sarıldım, bilgisizliğimden utandım. Şu güzelim memlekette, yan yana yaşadığımız, ama kendine Kürt, Ermeni, Yahudi, Alevi, ateist, komünist, feminist ve daha birçok etnik, dini, cinsel, siyasal kimliğini açıklayamayan ya da açıkladıklarında dışlanmaktan çekinen insanların acısını yüreğimde hissettim.

Britanya Alevi Federasyonu’nun bu yılki konusu “Barış ve Adalet” olan 11. festivalde çok değerli görüşleriyle beni etkileyen iki Alevi kadınla sohbetimiz festivalin en anlamlı etkinliği oldu bana göre. İşte o çok koşuşturmalı, yoğun ilgi gören, çok etkinlikli programın içinde bir miktar zamanlarından çaldığım, biri İsveç’ten diğeri Türkiye’den gelen konuklarla kısa sohbet için çok teşekkür etmeliyim önce.

Nevin Kamilağaoğlu

Nevin Kamilağaoğlu İsveç’te yaşıyor. Avrupa Alevi Federasyonu Eşitlik Başkanı ve Avrupa Alevi Kadınlar Federasyonu kurucu başkanı. Çilem Küçükkeleş önceki dönem HDP’de Alevi temsilci olarak milletvekili seçilmiş gazeteci.

Nevin Kamilağaoğlu ilk örgütlenmelerinin 30 yıl önce kültür ve dayanışma gibi köy deneklerinde başladığını, Alevi katliamlarından sonra hayatın dayatması ile 1993’ten sonra güçlü örgütler kurulduğunu anlattı.

Çilem Küçükkeleş, ilk örgütlenmeleri tetikleyen meselenin 1980 darbesi olduğunu söyleyerek, “Hareket ölülerimiz üzerinden başladı. Ölülerimizi, ‘camiye gelmeyenin ölüsünü de kaldırmayız’ diyerek kabul etmeyen camilerde cemaatleri tabutlarımızı tekmeledi. Bir diğeri Sivas katliamıdır. Devletin yanlarında olduğunu sandığı sırada, TRT’de canlı yayında, canlı canlı yakılma olayını naklen yayınlandığını ve olaya seyirci kalındığını gördükten sonra Aleviler, ancak örgütlenerek kendilerini koruyabilecekleri fikrini geliştirdiler” dedi.

Nevin Kamilağaoğlu Sivas’taki bu olaydan sonra Pir Sultan Kültür Derneği’nin kurulduğunu ve Madımak Oteli’nin müze yapılmasını istediklerini belirttikten sonra artık haklarının peşine düşen Alevi derneklerinin eşit yurttaşlık haklarını dile getirmeye başladıklarını, laiklik kapsamında zorunlu din derslerinin ve diyanet işlerininin kaldırılması gibi talepleri olduğunu belirtti.

Çilem Küçükkeleş, bir araya gelebilecekleri, cenazelerini kaldırabilecekleri, inançlarına göre ibadet edebilecekleri cem evleri ihtiyaçlarının, AKP’nin bir önceki seçim dönemindeki vaatlerinde olduğunu, ama hala cem evlerini ibadethane olarak kabul etmediklerini dile getirdi. “Seyit Rıza’nın mezarı yok. Sivas’ta, Maraş’ta Pir Sultan Abdal heykelini dikemiyor. Mezarsız bırakmak, mekansız bırakmaktır, mezarınızın olduğu yerde varlığınız vardır” dedi.

Yahudilik, Hıristiyanlık gibi diğer inanç gruplarının Lozan Antlaşması’ndan gelen ibadet yeri hakkı olduğu halde Aleviler’in cem evlerinin ibadethane statüsüne alınmadığını belirten Nevin Kamilağaoğlu, İzmit Cem Evi örneğinde olduğu gibi valilik ve AKP’nin bakım onarım desteği verdiği yerde cem evinin lüks koltuklarla döşeli, kapıların kapanmasına kadar yönetimin de onların istediği gibi bir şekle dönüştüğünü belirtiyor. “Yani size para veririz ama, laik eğitim, diyanetin kaldırılması, eşit yurttaşlık gibi haklardan vazgeçin, diyorlar bize” diyor.

Çilem Küçükkeleş, “Ermeniler’in yaşadığı bir soykırımdı, ama Aleviler ve Kürtler bir kavim kırımı yaşıyorlar. Yıllara yayılan, döve döve, kıra kıra yerlerinden yurtlarından süre süre Türk ve Sünni olacakları politikasını izliyorlar” görüşünü dile getiriyor.

Çilem Küçükkeleş

Örgüt yapılanmasının ne şekilde olduğunu, parti kurmaya nasıl baktıklarını sorduğumda, örgütlenme modelinin 1980 sonrası sol örgüt deneyleri nedeniyle demokratik merkeziyetçi bir yapıda olduğunu, ama aslında bunun inanç hareketi için doğru bir örgütlene olmadığını belirtiyorlar. 1968 – 1978 kuşağında sol harekette çok sayıda Alevi gencin yer aldığını, ama 1980 darbesinde çok kayıp verdiklerini dile getiren Nevin Kamilağaoğlu, solun bu birlikte savaşımda Alevi sorunlarından uzak durduğunu vurguluyor.

Daha önce Barış Partisi, Birlik Partisi gibi girişimler olduğunu, ama bir parti ile temsiliyetin kendilerini böleceğini dile getirerek, mevcut parlemento partileri içinde, HDP’de olduğu gibi, Ermeni temsilcisi Garo Paylan örneği, Alevi temsilci olarak yer almanın daha uygun olduğunu düşünüyorlar. Bir dönem Alevi kadın temsilci olarak milletvekili seçilen Çilem Küçükkeleş, daha sonraları Alevi yapılanması erkek olduğu için temsilci seçimlerinin de erkek olduğunu vurgulayınca kadın sorunununa geçiyoruz. Küçükkeleş devam ediyor:

“Sol hareketlerin, partilerin toplantılarına katılıyorum, ama Alevilik adı hiç geçmiyor. Aynı şekilde Alevi kongrelerinde, toplantılarda da solun adı geçmiyor. Çok ciddi olarak mesafe açıldı. Aleviler de artık bu sol hareketi içindeki evlatlarını sahiplenemez oldu. Aysel Tuğluk olayında olduğu gibi. Oysa geleneğimizde sosyalist harekette önemli bir Alevi davranış örneği vardır. İbrahim Kaypakkaya gibi ser verip sır vermeme, başı devlet otoritesi ile dertte olana kapı açma, hiçbir canlının eza çekmesine razı olmama gibi… Şimdi yeni yeni idam cezası almış evlatlarına, Kızıldere’deki kayıplarına sahip çıkmaya başladı.”

“Bu bilinçlenme haklarına dile getirmede kadınlar da derneklerini kurmaya başlayınca Aleviler içinde huzursuzluk başlıyor. 1990’dan sonra gelişen kadın hareketi, Alevi örgütü içinde, ‘siz feministler hareketi bölüyorsunuz, bizim kadın sorunumuz yok, alevi kadını özgürdür eşittir’ tavrı oluyor. Oysa toplantılarda yüzde 80’nin hep erkeklerin konuştuğunu ve topluma karşı yanlış ahlak anlayışlarında da kadınları sınır bekçisi gibi yaptıklarını anlatıyorlar. Üstelik “Alevilik’te kadın erkek eşittir” şiarıyla da bir bakıma kadını cinsiyetsizleştirerek pratikte kadın sorunlarından uzak durulduğunu anlatıyorlar.”

Çilem Küçükkeleş, “Biz uzayda mı yaşıyoruz? Sokağa çıktığımızda her kadın gibi biz de saldırıya, iş hayatında eşitsizliğe maruz kalıyoruz. Üstelik erkek egemen bir toplum olduğumuz için ev içlerinde de her kadın gibi çifte ezilmişliği yaşıyoruz” diyor. Devamla bu gün hakları için sokağa çıkan kadınların en gerisinde Alevi kadınların olduğunu, bunun nedeninin de erkeklerin ürettiği “Biz eşitiz” bilgisi olduğunun altını çiziyor. Alevi aydınının da kültürlüsünün de bu görüşü yaydığını belirtiyorlar. Bu durumun ne yazık ki diğer kadın örgütleri tarafından da yeterince iyi algılanmadığını, aradaki boşluğun ciddi bir kadın örgütü bağlaşıklığı ile kapatılması gerektiğini söylüyor Çilem Küçükkeleş.

Nevin Kamilağaoğlu Cumhurbaşkanı’nın “Alevi kadınları perdesi olmayan eve benzer” sözleri ile aşağıladığı Alevi kadınlarının kendi namuslarının bekçiliğini kimselere bırakmayacaklarını, hak ve eşitlik mücadelelerini her alanda sürdürme kararlığında olduklarını belirtiyor.

Sohbet ettiğimiz odaya giriş çıkışlar artıyor. Festival alanındaki hareketlilikten hazırlıklar sona yaklaşıyor galiba. Festivalin örgütçü emekçilerinin büyük çoğunluğu kadın. Evlerinde koca bir stil (bakır kazan) yoğurt yapmışlar, yanında etli nohut ve kete var ve rokası bol taze yeşillik. Bizi de yemeğe davet ediyorlar.

Related Images:


Yayımlandı

kategorisi

yazarı:

Etiketler: