Seni dinliyorum, yüreğim seninle

Fotoğraf sanatı günümüzde en fazla kullanılan belgeleme aracı olarak önem kazandı. İcat edildiği tarihten itibaren, zamanla toplumu değiştirme, biçimlendirme, yönlendirme özelliği fark edildi. Her bilim dalı gibi, bir cevap arama yükümlülüğünü üstlendi. Çağdaş fotoğraf sanatçıları, geleneksel fotoğraf mantığının dışına çıkarak, fotoğrafı artık, anı kaydetmenin ötesine geçirip, yeniden yorumlayıp yeni bir biçime, yeni bir bakış açısına ve bir gerçekliğe dönüştürüyorlar. İzleyiciyi de bu dönüşümün merkezine yerleştiriyorlar. 

Fotoğrafçı ve video sanatçısı olan Gillian Wearing de bu sanatçılardan biri. 1963 İngiltere, Birmingham doğumlu Gillian Wearing’in 1997’de Turner Prize ödülü, 2007’de Londra Sanat Akademisi’nden yaşam boyu sanat ödülü ve 2016’da Birmingham Üniversitesi’nden onursal doktora ünvanı gibi önemli ödüllerle onurlandırılmış bir sanatçı. Onun sanatını tanımlayacak olursak gündelik hayata odaklandığını, çalışmalarının hayatın maskesini indirmeye ve onun üzerindeki örtüyü kaldırmaya yönelik olduğunu söyleyebiliriz.

2012 yılında gerçekleştirdiği “Başkalarının Söylemeni İstediği Şeyleri Değil, Senin İstediğini Söyleyen Tabelalar” isimli fotoğraf serisi ile görünenin altındaki gerçeklere dikkat çekti. Wearing gerçekleştirdiği bu projede sokakta gördüğü insanlardan o an kafalarını meşgul eden bir sorunu onlara bir kart üzerine yazmalarını ve sonra bu kartı tutarak poz vermelerini istedi. Wearing, Londra’nın kenar mahallelerinden, varlıklı olsa da sıkıntısız denemeyecek pek çok semte girip çıktı. Evsizlerden beyaz yakalı ofis çalışanına kadar herkese aynı soruları yöneltti. Ayrıca gazeteye ilan vererek bu projede onunla çalışmak isteyen gönüllülere de çağrıda bulundu. Kimi kez insanlara maske taktırdı, kimi kez onları doğal halleri ile görüntüledi. Bu seçimi tamamen katılımcılara bıraktı.

Maske takmak pek de olağan bir durum değildi. Çünkü kişinin zaten bir yüzü vardı ve o yüz o kişi tarafından maske ile gizlenmişti ve şüphe uyandıran bir davranıştı. Niçin kişi yüzünü değiştirmek istesin ki? Bunun gerekçesi neydi ki? Bir tedirginlik durumu olduğu kesindi. Bu kişinin kendi tedirginliği onu yeni bir yüz edinmeye kadar sürüklemişti. Kişi yüzünü saklayarak önce kendisini ve sonra da kendisine bağlı bir takım şeyleri gizlemek istemekte olduğu apaçık ortadaydı. Maske takmak düpedüz bir ifşaattı. Düpedüz yüzünü değiştirmek zorunda kalmanın ve bu anlamda içine düşülen bir çaresizliğin ifşasıydı.

Wearing bu dünyanın asıl o sıradan insanların dünyası olduğunu kanıtlayacaktı; kanıtlayacaktı ki yaşam tüm çıplaklığı ile gözler önüne serilsin. Amacı aldığı yanıtlara bir belge niteliği kazandırmaktı. “Seni dinliyorum, yüreğim seninle” demek, yöneldiği kişilerin sorunlarına dikkat çekmek azımsanmayacak bir çabaydı.

Ona poz verenler ellerinde tuttukları kartlar ile zihinlerindeki saklı düşünceleri ifşa etmiş oluyorlardı. Örneğin takım elbiseli ve yüksek öz güvenli gibi görünen bir beyaz yakalının “Çaresizim” yazısı sosyal durumu göze önüne alındığında kendi hakkında topluma tamamen düşünülenin aksi bir mesaj veriyordu. Bu iyi giyimli adam nasıl çaresiz olabiliyordu? Bir polis memurunun “Yardım” (Help) yazılı pankartı da aynı derecede şaşırtıcıydı. Polisten bize yardım etmesini beklerken onun yardım istemesinde tabii ki bir gariplik vardı. Veya gençten bir adamın “Daha fazla sevgi” (More Love) pankartı ilgi çekici fotoğraflar arasındaydı. 

Bu projeye katılmak hayatın içinde sürekli koşan herkes için bir durak oluşturdu. Kaçırılan duyguların farkına varılmasıydı. Sevgiye zaman ayırmak, nefes almaya ve gerçekten yaşamaya zaman ayırmak demek değil midir? Nefessiz, sevgisiz nasıl yaşayabilir insan? Ne büyük bir mutluluktur “Neyse ki sen varsın” diyebilmek… 

Projeye dâhil olan insanlar ortak bir güven havası içinde sanatçı ile birleşmişlerdi. Bir tarafta çağlayanlar gibi akıp fışkıran bir yaşam, diğer yanda hapsedilmiş, sessizleşmiş, öylece kıyıları arasında durgun bir göl gibi ıssızlaşmış insanlar vardı. Bu proje sayesinde Wearing’in dünyaya bakışı çok genişledi; çevresindeki bu sayısız hayatı, bu insanları kuşatan gizemi daha derinden hissederek projesini yürüttü.

Herkesin kendine özgü bir dünyası vardır, her birimiz, önünde sonunda, kendi gözlerimizle dünyaya bakarız, özellikle eksiklerimizi tamamlamaya çalışırız.  Yıllar, her zaman bir şeyler kazandırmıyor insana… Zorluklardan geçtikte hayatı öğreniyor, kendisini korumayı öğreniyor insan. Kendisini saklamayı. Büyümek, belki de birçok şeyi yitirmek oluyor. İşte Gillian Wearing başkalarına değil kendimize söylemek istediğimiz şeyleri bize hatırlatmak ve bu durumu göstermek istedi. Sanki şöyle demek istiyordu:

Ruhunuz buz keserken içinizin acıdan ve isyan aleviyle cayır cayır yandığını duydunuz mu?” 

Gillian Wearing modernitenin çarkları arasında sıkışmış hayatları sorguladı. Sanatçıya göre günümüzün bireyi hissizleşmiştir. O kadar ki, insanlar birbirine çarptığını bile hissedemez durumdadırlar. Bu noktada, sorun karşı tarafa duyarsız olma sorunu değil, kendine karşı duyarsızlaşma sorunudur. İnsanların bu duruma düşmelerinin sebebini modern hayata bağlar. Gillian Wearing tek bir kişiyi değil, bütün insanlığı ilgilendiren “insan”ı odak noktasına aldı. Amacı gizlediğimiz duygularımıza dikkat çekmekti. 

Gillian Wearing sanırım unuttuklarımızı göstermiş oldu bize. Oysa aslında onları olduran bizleriz. Olaylardan, duygulardan oluşan upuzun şeritler taşıyoruz içimizde. Kendi içimizdeki sese kulak vererek kendi içimizdeki ışığı görmenin ve kendimizi tanımanın zamanının geldiğini söylemiş oldu. Sonunda yapmamız gereken şey kalbimize sadık kalabilmek için kalbimize derin bakabilmek. 

Sanat konuşandır. Yapıtsa mutlaka konuşmalıdır! İşte sanatın gücü.

Related Images:


Yayımlandı

kategorisi

yazarı:

Etiketler: