Bir kitap kurduysanız, yayımlanmış tüm kitaplardan haberdar olmak istersiniz. Bilirsiniz ki, kitapların yenisi, eskisi yoktur. Hepsi birer hazinedir. Hele eski zamanlara dair kitaplar, kitap kurtlarını bir mıknatıs gibi kendine çeker. O kitaplar beni kendine çeker, çünkü aralarında derin bir benzerlik vardır, sevdiğim yazarların hepsinde ortak olan o olağanüstü benzerlik; dünyaya daha başka bir gözle bakmamı sağlar. Çeşitli dönemlere ait bu kitaplar, hepsi de açık duran bir soru gibi karşımda dururlar. Bu bakımdan kitap cenneti sahaflardan geçince giremeden duramam.
Bölmelerin arasında o tozlu kitapların kokusunu duyarak, hangi kitaba dokunacağımı bilmez halde dolaşmak, bir kitabı elime almışken başkasına göz dikebilme arsızlığı içinde o büyülü evrende zaman akıp gider. Bir fırın nasıl ekmek kokarsa, sahaf da eski kokar. Eski kitapların sayfalarının kokusu dükkân içine yayılmıştır, bu sahaf dükkânının büyüsüdür. İçine girdiğimde boyut değiştirmiş gibi olurum. Şan, şöhret, para hırsı ile kirlenen dünyanın her türlü pisliğinden uzaklaşırım. Hele araştırma yaptığım bir konuda kaynak sıkıntısı çekiyorsam sahaf imdadıma yetişir, o konuda bana aydınlatıcı, yol gösterici bilgiler sunar.
Sahaflar benim uğrak yerlerimdir dedim ya. Ben İstanbul’a her gittiğimde mutlaka sahaflara bir göz atmadan İzmir’e geri dönmem. Mesleğinde ehli bir sahaf eline geçen eski kitapları itinayla elden geçirir, yıpranan yerlerini onarır, kitaba canlılık kazandırır, o kitabın birçok okuyucu ile buluşmasını dolayısıyla ömrünün uzamasına olanak tanır.
Üsküdar’da tanıdığım bir sahaf vardı, genç diyebileceğiniz bir yaştaydı. On beş senedir sahaflık yapmasına rağmen, alçakgönüllülükten kendine sahaf demez eski kitapçı derdi. Ona göre sahaf olabilmek için bir on beş sene daha geçmesi gerekirdi. Dükkâna birkaç basamak inerek girilirdi. Loştu. Raflarda sağlı sollu kitaplar, dergiler, fotoğraflar, afişler, albümler dolusu kartpostallar, mektup tomarları dizilmiştir. Onların arasında eşelenmek, aradığım bir kitaba denk gelmek, ilginç bir belge ile karşılaşmak beni nasıl da mutlu ederdi… Yazılı ve görsel ne kadar meta varsa… Bir kitabı benden önce eline alıp okumuş onlarca kişi gözlerimin önüne gelir, hele hoşuma giden bir cümlenin altının daha önceki okur tarafından çizilmiş olması, beni garip bir huzur ve hüzünle doldururdu. Bir geçmişi olan kitabın tadı elbette ayrıdır.
Bu malzemeler bir sahafın çocuğu gibidir. Nerede bir kitap ellerine geçse, siler, temizler, bakımını yapar ve yeni sahibine ulaşmasını sağlarlar. Baskısı tükenmiş kitapları bulur, kayıp metayı tekrar dolaşıma sokarlar. Zor bir iştir aslında, her sahaf kayıp kitaplar peşinde koşar. Bir sevdadır sahaflık… Bir kitabın maddi değerine paha biçebildikleri gibi manevi değerinden de haberdardırlar. Kafalarının içinde on binlerce kitap ismi, hatta kitapların basım tarihleri, çevirmenleri gibi yan bilgileriyle sıralayacak kadar işlerini ciddiye alırlar.
Sahafın elinde, evinde, deposunda, dükkânında ne varsa bilmek isterdim. Adeta kitapların izini sürerdim. Kar kış, yağmur çamur demeden kitap satın almak için evden çıkardım. Adeta işe gitmek, seyahate çıkmak, ekmek ve gazete almak için çıktığım gibi. O gün sahafların raflarında gezindiğimde olmadık bir kitaba rastlayacağımı, aradığım bir kitabı önümde bulacağımı bilirdim. Ya da bir fotoğraf, ya da bir belgeyle karşılaştığım zaman heyecanımı gizleyemezdim. Öyle ya da böyle evime bir hazine ile döneceğimi bilirdim. Elimde kitapla yürümenin keyif ve lezzetini bir başka duyumsar, bir an önce evin yolunu tutardım.
O günler geride kaldı. Bugünlerde sokağa çıkmanın kısıtlı olduğu bu pandemi döneminde internetteki sahaf sitelerinde gezinmekten başka çarem yok. Zaten günümüzde her şey gibi sahaflık da değişti; yerini internet üzerinden yapılan satışlara bıraktı. Sahaflığın internet üzerinden yapılması hem ekonomik anlamada sahaflığın gelişmesini sağlarken insanların eski, okunmuş kitaplara daha kolay ulaşmasını mümkün kılıyor. Eskiden sahaflarda dolaşarak kitap arayanların büyük bir bölümü şimdi internette gezinerek birtakım kitaplara ulaşmaya çalışıyorlar. Sahaflar internetteki sitelerine “Nadir Kitap” adını vermişler. Doğru da yapmışlar. Çünkü her kitap kurdu bilir ki, bu nadir ve nadide kitaplar öyle popüler ve çok satan kitaplar gibi ortalıkta salına salına dolaşmazlar, sağa sola gerdan kırıp göz süzmezler; herkese yüz vermezler. Onlar saklı yaşarlar. Az yapılan baskı, yangın, su baskını, yasaklamalar, toplamalar, savaşlardan, yakılmalardan kendilerini koruyabilmişlerdir.
Bana bu yazıyı yazdıran evdeki kütüphanemde kitaplarıma göz gezdirirken Reşat Ekrem Koçu’nun İstanbul Ansiklopedisi ile karşılaşmam oldu. Elimin altında tuttuğum kitap beni farklı bir zamanın dünyasına doğru yolculuğa çıkardı. Sayfalar arasında eski İstanbul yaşamını okumak beni alıp götürdü. Bu kitaplardan okuduğuma göre ne kadar sevilesi bir yerdi eski İstanbul. Tüm gezginler yaptıkları diğer yolculukları sırasında daha hoş bir ülkeye asla karşılaşmadıklarını, kentten büyülendiklerini gezi notlarında belirtmişler. “Eğer, sabahın alaca karanlığında ilk seferine çıkan bir vapurla İstanbul’a gelirsen; suyun gök mavisi renginden yükselmekte olan ve taze sabah güneşinin ilk ışıklarıyla beyaz beyaz gülümseyen bir şehirle karşılaşırsın; mermer saraylar pırıl pırıldır, ince minarelerin sivri uçları gül kırmızısıdır; hava, kuşlar korosunun tizliğinde hafif hafif titremektedir; beyaz duvarla arkasına saklanmış harem koruluklarının asma bahçelerinden milyonca çiçeğin hoş kokusu şehre yayılmaktadır. Öyle bir İstanbul ki, geleni selamlar, sizi kendine çağırır, kucaklar, neşelendirir, öyle ki siz de ona uymak zorunda hissedersiniz, hani sanki “Şaşırdın değil mi? Evet, ben bir armağanım, gerekli olana bir katkıyım, her şeyin içinde gizli bir cömertliğin bir kanıtıyım” der gibi görünen bir gülümsemenin müthiş büyüleyici cazibesi gibi. O eski İstanbul artık sahaf kitaplarında gizli bir mücevher gibi hâlâ parıldıyor.