Nazım Hikmet’in 1925 yılında birkaç ay İzmir’de yaşadığı, 1913-1919 yılları arası İzmir Valiliği yapan İttihatçı Evrenoszade Rahmi Bey ile akraba oldukları pek bilinmez.
“Yaşamak Güzel Şey Be Kardeşim” Nazım Hikmet’in 1962 yılında kaleme aldığı, otobiyografik romandı. Kendisi için “Ahmet” adını kullanan Nazım, 1925 yılında İzmir’de yaşadığı günlerden bahseder. Nazım, İzmir’de üç ay kadar kalır. Güneşi İçenlerin Türküsü’nü de bu süre içersinde yazar.
Bu bir türkü
Toprak çanaklarda güneşi içenlerin türküsü
Toprak bakır, gök bakır
Haykır güneşi içenlerin türküsünü, haykır
Hakkın var güneşe hakkın
Hakkın var güneşe hakkın
Güneşi zapt edeceğiz
Güneşi zapt edeceğiz
Güneşin zaptı yakın
Güneşin zaptı yakın
Kemal Sülker, “Nazım Hikmet’in Gerçek Yaşamı” isimli kitabında Nazım Hikmet’in İzmir’de geçirdiği günleri anlatmaktadır. “Nazım, İstanbul’dan öldürüleceği korkusuyla kaçmaktadır. Babası, kız kardeşi, ayrı yaşayan annesi bir olup Nazım’ı iç sıkıntından ve muhtemel bir öldürme hazırlığının pususundan korumak için ona, “İzmir’e git Nazım” dediler. İzmir Nazım’ı tanımıyordu. Orada akrabasından ve eski valilerinden Rahmi Bey, Nazım’ı misafir edebilirdi. Nasılsa fabrikası, ticarethanesi ve dayalı döşeli evi vardı. Nazım bir süre Rahmi Bey’in yanında kalırdı.
Rahmi Bey, Müşir Mehmet Ali Paşa’nın kızı, Hayriye Hanım’ın biricik kızı Nimet Hanım’ın eşiydi. General Ali Fuat Cebesoy’un halasının kızının kocası oluyordu. Ne var ki bu eski ittihatçı, Nazım ile karşılaşınca içtenlikten uzak birkaç söz söyledi ve eski vali yeni tüccar, “Bana geldiğiniz duyulursa ikimizin de başı nara yanar” deyiverdi. Kendisi muhalifmiş. Köşede dilenci kılığında hafiye varmış. Nazım da rejime karşıymış. Bu nedenle Nimet Hanım üzülecek olsa bile Nazım’ı konuk yapamazmış…
Bunları dinleyen Nazım, biraz da kendini düşünerek, ters yoldan enişte beyin evinden çıkıp gitti. Nazım, İzmirli sosyalistlerle hemen ilişki kurdu. Şimendifer işçileri cemiyetinin yöneticileriyle tanıştı. Sosyalist yayını İzmir’de sürdürmek için yangın yerlerinden birinde bir çukur kazıp, gizli matbaa için yer hazırlama işi sosyalistlerce Nazım Hikmet’e görev olarak verildi. İzmir’deki sosyalistlerden birsinin kulübesinde yatıp kalktı”.
Bu dönemin anılarını Nazım Hikmet şöyle sıralar:
“Lambayı yakıp kapıyı kapadım. Motor gürültüsü yine de duyuluyor. Bizim kazma sesi de duyulur mu dışarıdan? Tabancayı yatağın üstüne koydum. Şu kapıyı desteklemenin yoluna da bakmalı ne olacak? Kazarken basılırsam kol demiri mi dayanır? Saate baktım. Sekizi çeyrek geçiyor. Kulübenin orta yerini kazmaya başladım. Saate baktım. Dokuz buçuk. Bir saat bir çeyrekte soluğum kesildi. Allah kahretsin. Su içtim, sigara yaktım. Kapıyı açtım. Aşağıda şose hep öyle bir başınaydı. Katıksız bir gün ışığı altında toz içinde. Kapıyı kapadım. Kazdığım toprağı arada bir de köşeye attım. Saate baktım on ikiye on var. Avuçlarım kabar kabar olmuş, kulübe hamam gibi sıcak. İşte Nazım Hikmet, İzmir’de eniştesinin yanına dinlenmeye gelmişken, başka bir eylemin içine girmiştir.”
Nazım 1925 yılında İzmir’e geldiğinde 1922’de yanan kentin küllerinden halen dumanlar tütmektedir. Kentin büyük bir bölümü harabe halindedir. Nazım’ın günleri bu harabeler arasında saklanarak geçmiştir. İşgal yaşamış dünya güzeli İzmir, eski günlerinden çok uzaktır. Nazım, İzmirlinin işgal karşıtlığını 1959 yılında yazdığı “İzmirli Teğmen” şiirinde dile getirir.
Gel dağa çıkalım İzmirli teğmen.
Kuvayı Milliye kanı damarda,
asker ocağının şanı damarda,
bekler bizi yüz bin yiğit dağlarda
Gel dağa çıkalım İzmirli teğmen