Dar zamanlarda bölük pörçük cümlelerle, ya da renklerle hayalini kurduğum sanatsal şey birden bire zihnimde belirdiğinde, onun peşine takılıp gidememenin buruk çaresizliği… Göğüs kafesimden açık havaya çıkabilmek için çırpınan nefesimi zapt edebilmek, zihnimde uçuşan hayallerin patlamaya hazır enerjisini düşürmek, sakinleştirmek pek kolay olmuyor. Gündelik hayatım tamamen bana ait değil çünkü. Yapmam gereken işler, ilgilenmem gereken kişiler var.
Epeyce zaman önceydi. Seksen beş yaşındaki annem, “Bana onu yapma, şunu yap diye akıl vermeyi bırakın. Ben senin yaptığın her işi yapabilirim, gücüm kuvvetim zekam yeter. Yani yirmi otuz sene önce ne yapabiliyorsam bu gün aynı şeyleri yapabilme gücünü görüyorum kendimde” deyince tebessüm etmiştim elimde olmadan. Kızmıştı, ciddiye almadığımı, inanmadığımı düşünmüştü.
Nadim oldum. Şimdi benim iyiliğim için uyarılarda bulunan kendi evladıma aynı şeyi söylesem, kahkahayla gülebilir. Sadece o olsa iyi, kendini genç sanan muktedirler, başkalarının hayatlarını hiçe sayıp geleneksel “yaşlı” basamağına oturttuğu insanları haksız ve adaletsiz olarak yönetmeğe kalkıyorlar.
Bazı romanlar, filmler insanı içinde bulunduğu koşullara, ruh haline göre farklı dozda etkiliyor. İki yıl önceydi. Magda Szabo’nun “İza’nın Şarkısı” adlı romanını sel gibi akan gözyaşlarıyla okuduğumu hatırlıyorum. Atmışlı yıllarda geçen bir Macar romanı. Anne kız arasında kuşak çatışması diyebileceğimiz klasik yaklaşımdan öte iletişimdeki yetersizliğimizin sevgiyi, saygıyı nasıl dumura uğrattığını fark etmek çok acı…
Kısıtlı mekanlarda, dar hayatlar içinde sevdiklerimizle burun buruna geçirilen zamanlarda birbirimizin iyiliği için yaptığımız sanılan şeylerin, aslında karşı tarafta nasıl anlaşıldığını düşünmek gerek. Bunun için çok zamanımız da var üstelik.
“Bir şeyden yoksun olmanın yarattığı duyguyu tek kelimeyle anlat” deseler, “Yalnızlık“ derim. “İnsanın kendisini en yalnız hissettiği durum nedir?” deseler, ”Özgürlükten yoksunluk” derim. Özgürlükten yoksunluk ve yalnızlık birbirinden zalim duygulardır… Mülteci yaşamlar gibidirler. Gurbette, hapiste, evinden, şehrinden uzak yerlerde, dilinden, sevdiklerinden, eşinden dostundan, uğraşından gönül rızasıyla değil, cebren ya da bir nevi mecburiyetten koparılmış olmanın yalnızlığı… O özgürlük düşmanı yalnızlık duygusu öylesine zalimdir ki, hayaller kurmana bile geçit vermez olur bir zaman. Oysa yalnızlığı ve tutsaklığı yenmenin biricik yolu hayallerdir.