Sağlık Bakanlığı’nın 10 Mart 2020 günü dünya geneline yayılan korona virüsün ülkemizde de tespit edildiğini açıklamasıyla sağlık çalışanlarımız yepyeni bir salgına karşı omuz omuza verdi.
Ülkemizde sağlık teşkilatının resmi örgütlenmesi dışında resmi olmayan bir örgütlenmesi de vardır. Bu örgütlenme temizlik işçisinden profesöre kadar tüm kademelerde “usta- çırak” ilişkisine dayanmaktadır. Herhangi bir sağlık biriminde göreve başlayan bir kişi bu sistem içersinde eğitilir. Eğitimi veren kişiler “abi”, “abla” veya “hoca” olarak, ailenin büyükleri gibi isimlendirilirler.
Daha ilk günden itibaren klinikteki kıdemlilerden başlamak üzere “nasıl davranılır?”, “yoğun bakıma nasıl girilir?”, “maske, kep nasıl takılır?”, “steril giysi ve eldiven nasıl giyilir?” gibi eğitimler verilmeye başlanır. Günümüzdeki hastane dizilerinde olduğu gibi cerrahi maskeyi çene altına almak, eldiven ile maskeye veya steril olmayan bölgelere dokunmak mümkün değildir. Korona virüs ile savaşılan bu günlerde bu dizilerin de özellikle maske kullanımıyla ilgili doğru mesajlar vermesi faydalı olacaktır.
Sağlık merkezlerindeki tüm ekibin önceliği hastaya gerekli tıbbi yardımı sunmaktır. Diyelim ki hastaya acil kan arandı ve bulunamadı. Bu durumda sağlık çalışanlarından biri kanını bağışlayabilir. Acil gelen hastanın sağlık güvencesi olup olmadığı sorulmadan önce müdahale edilir.
Yıllar önce Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde görev yaparken Batı ülkesi vatandaşı bir kişi trafik kazası nedeniyle hastaneye getirilmişti. Yaralıya ilk müdahalesi yapılmış, kimliği araştırılmış, ülkesinin konsolosluğuna durum bildirilmişti. Hasta sağlık sigortası olmadığı için ülkesinin konsolosluğunca sahiplenilmemişti. Yine de tedavisi devam ettirilmişti.
Batı ülkelerinden birini gezerken, yol ortasında fenalaşan turist için gelen ambulans görevlilerinin hiç müdahale etmeyip, sağlık sigortası yoksa yapacağı ödemeleri sıralamasını hayretle izlemiştim. Bir başka ülkede de düşerek, bilincini yitirmiş, beyin kanaması geçirdiğini düşündüğüm yaşlı bir kişiye ilk müdahaleyi yapmış, çevredekilere acil olarak ambulans çağırmalarını söylemiştim. Çok gecikmeyle gelen ambulansın ekibi hastaya, “Biz niye buradayız?” der gibi bakıyordu. Doktora durumu anlatmaya çalışırken, o beni dinleme gereği bile duymadan hastaya “Nasılsın?” diye sormuştum. Yerde şok pozisyonuna getirdiğim hasta bana teşekkür ettikten sonra “İyiyim” demişti. Gelen doktor hastaya elini bile sürmeden “Yerden kalk” deyince, şaşkınlığım bir kat daha artmıştı.
Bize tıbbi eğitim yanında meslekte yaş almış ablalarımız, ağabeylerimiz ve hocalarımız tarafından insan hayatına değer vermek ve ekip çalışmasının önemi öğretilmişti. Bu nedenle de ülkemizin sağlık çalışanları salgın sırasında sadece tıbbi bilgiyle değil, ekip ruhu ve insan sevgisiyle de hastalara yaklaşmaktadır.
Bugünlerde tüm sağlık kurumlarımızın tüm birimleri korona virüs ile mücadele edecek şekilde organize olmuş bulunmaktadırlar. Hastanelerde “Covid yoğun bakım üniteleri” oluşturulmuştur. Buralardaki sağlık çalışanlarının büyük bir kısmı salgın öncesinde yoğun bakımda çalışmamış olmasa bile yukarıda bahsettiğimiz “Abla, abi ve hoca” ilişkisi içersinde yeni duruma hızla adapte olmuşlar, hayatları pahasına önemli başarılara imza atmışlardır.
Sağlık çalışanları ordumuzun korona virüsle savaştaki başarıda almış oldukları tıbbi terbiyenin de payı çok büyüktür. “Alla Turca” dilimize İtalyancadan geçen “Türk tarzı” anlamında bir söylemdir. Yakın gelecekte dünya literatürüne “Corona-Turca” şeklinde bir söylem de eklenmesi hiç de şaşırtıcı olmayacaktır.