Ağzından çıkan tükürük parçacıklarıyla etrafa rastgele Koronavirüs vehameti saçan yazılardan köşe bucak kaçarken İstanbul’dan bir mektup aldım. Belirsiz karanlıklarda ileriyi görmeye çalışan beynim aydınlandı. Yüreğime güneş doğdu. Aydınlık umutların kapıları bu gençlerin eliyle açılacak. Bir kez daha gençliğe güvenimi tazeledim. İstanbul’da 14 günlük karantinada kalmakta olan İzmirli bir genç kızın mektubu: (Mektubun devamı gelecek)
Osnabrück’ten ayrılış
Osnabrück bana özgürlüğümü veren yerdir. Size hikayeyi en başından anlatayım. Ben muhafazakar bir ailede büyümedim. Doğma büyüme İzmirliyim. Elbet Türkiye’nin her yeri ayrı güzeldir ya da herkese alıştığı, büyüdüğü yer güzel gelir. Fakat İzmir’in öyle bir havası vardır ki insanı kendine aşık eder. İnsanı da nispeten sekülerdir. Ben de böyle bir ortamda büyüdüm. Fakat gelin görün ki, şu yaşıma kadar ailemle yaşadım. Yani ne yaparsan yapayım ailem yanımdaydı. Yani tek başına düşünme, karar alma, hayatta kalma becerilerimi çok geliştirememiştim. Aslında üç sene önce yine değişim öğrencisi olarak dört ay Macaristan’da yaşadım. Fakat bu sefer de arkadaşlarıma bağlıydım. Beraber alışverişe gittik, yemek yaptık, seyahatlere beraber çıktık. Belki de gereken cesareti bulamadım içimde, bilemiyorum…
Fakat gelin görün ki, Almanya’ya gittiğimde işler değişti. Aslında bu bir seçimdi, bunu ben seçtim, vahiy gelmedi. Kendi kendime dedim ki, “İşte bu sefer tek başınasın. Konfor alanının dışına çıkma vakti geldi. Korkularımla yüzleşeceğim”. Korkmadım mı? Evet korktum. Fakat acı da mutluluk gibi hayatın bir parçasıydı. Yani bununla yüzleşmeye karar verdim. Kısacası hepsini yaşamaya gönüllü oldum. İçimdeki güce güvendim ve en önemlisi inandım. Eğer bu testi geçebilirsem, çok daha güçlü bir birey olacağımı hissediyordum.
Nitekim, Almanya’da acısı ile tatlısı ile çok, çok güzel günler geçirdim. Çok farklı dilden, kültürden, görünüşten insanlarla tanıştımsa da, bir süre sonra farklılıklara saygı duymayı, tolere etmeyi öğrendim. En önemlisi yargılamadan önce anlamayı ilke edindim kendime. Sonuç ise beni çok tatmin etti. Kazandığım dostlukları hatırlayınca şimdi gözlerim doluyor zaman zaman.
Evet, Almanya’nın bana nasıl özgürlüğümü verdiğinden bahsediyordum. Günler, haftalar, hatta aylar birbirini kovaladı. Tek başıma yaşamayı, zaman yönetimi yapmayı, işlerimi planlamayı, üzüldüğümde kendi kendimi teselli etmeyi ve modumu yükseltmeyi ve aynı zamanda sağlıklı kalmayı öğrendim. Zira eğer hastalanırsam bakacak kimsem yoktu artık. Bir kere annem Dilek Yalçın’ın güvenli limanından ayrılmıştık. Geri dönüş hakkı elbet vardı, fakat bu yola özgürlüğümü kazanmak için çıkmıştım. O nedenle başarmalıydım.
Sonbahar geldi, dersler başladı, kış oldu Noel geldi tatil oldu. Sonra tekrar okul başladı. Ödevler, sunumlar derken okul bitti. Benim ise hala yapmak istediğim son bir şey daha vardı: seyahat etmek ve istediğim birkaç sehri görmek. Fakat bu sefer bu seyahati tek başıma yapmalıydım. Çok düşündüm, kafamda planlar yaptım. Kendi kendime düşünüp duruyordum: tek başına bir hafta!! “Sıkılır mıyım?”, “Ne yaparım?”, “Yalnız her şeyi halledebilir miyim?”, “Yalnız başıma bir haftalık bir seyahatten keyif alır mıyım?” ve bunun gibi sorular… Bunlar bir süre kafamda dolanıp durdu. En sonunda karar verdim: Evet bunu yapmalıydım! Bu benim konfor alanımın dışına çıkacağım çok önemli bir adım olacaktı. Evet korkularım vardı, fakat bunu kendim için yapmalıydım. Korkularım ile yüzleşmeyi seçtim.
Tüm planlarımı yaptım ve yola çıktım. Önce Viyana’ya, sonra Stokholm’e, sonra İsveç’in güneyinde yer alan Lund şehrine seyahat ettim. Dönerken ise, Lund’dan Kopenhag’a oradan Hamburg’a daha sonra ise en sonunda tekrar Osnabrück’e vardım. Ne mi hissettim? Kelimelerle tarifi zor. Bir kere bunu kendim için yaptığımdan kendim ile gurur duyuyorum. İtiraf etmeliyim, önce çok keyif almadım. Özellikle Viyana’da kendimi biraz yalnız hissettim, Ne yapıyorum ben burada tek başıma?” diyecek oldum. Fakat Stockholm’e geçtikten sonra bu duygu kayboldu. Artık tamamen özgürdüm. Kendime çok güzel planlar yaptım ve istediğim her yere gittim. Müzeler başımı döndürdü. Öyle keyif aldım ki çok uzun saatlerim müzelerde geçti.
Sessizce gezip kendimi dinledim. Etrafı gözlemledim, insanları seyrettim. Bu sessizlik bana hem huzur hem de muazzam bir güç verdi. Anladım ki tek başına olmak her zaman üzgün olmak demek değilmiş. Tam tersi, size kendinizi duyma fırsatı veriyormuş. İç sesimi dinledikçe sakinleştim ve duymaya başladım. Bir kere daha içimdeki gücü hissettim.
Gittiğim her yerde onlarca farklı tarzda, giyimde, farklı görünüşte ve tavırda insan gördüm, bazıları ile de tanıştım. Herkesin farklı bakış açılarını, hayallerini, gelecek planlarını dinledim. Dinledikçe ve gördükçe toleransım daha da arttı, farklılıklara saygı duymayı artık iyice içselleştirmeye başlamıştım. Herkesin hayata farklı bir bakışı vardı ya da kimimizin de benzerdi. Yargılamadan önce neden diye sormayı, anlamayı seçiyordum artık. Hepsi bakış açımı genişletti. İnsanları ve kendimi milliyetimle ve ülkemle tanımladığım sınırlar yavaş yavaş kalktı ve ben insanları, yalnızca insan olarak tanımlamaya başladığımı farkettim.
Saydığım tüm farklılıklara rağmen, hepimiz bu Dünya’yı paylaşan kişilerdik sadece. Gördüm ki hepimizin zaafları, kıskançlıkları, ortak olarak güldüğümüz, ağladığımız, endişelendiğimiz, aşık olduğumuz zamanlar vardı. Çünkü neticede hepimiz yalnızca insandık. İşte bu algıya vardıktan sonra sanki bir kuş gibi hafifledim, tüm yargılarımı bırakıp, ki onlar beni aşağı çeken yüklerimmiş meğer, bir kuş gibi süzülmeye başladım sanki semada. Anladım ki dostluk sadece dostlukmuş, ait olduğumuz milliyetimizle ilgili değilmiş. Beni zor zamanımda dinleyen, korktuğumda yüreklendiren, sevincimi paylaşıp beraber güldüğümüz insanlar farklı ülke sınırlarından da gelebilirmiş.
İşte özgürlüğümü nasıl kazandığımın hikayesi… Bu maddi olarak değil, esasen psikolojik şartlanmışlıklarımı aşıp ve korkularımla yüzleşip kazandığım, bilinç düzeyinde bir özgürlük oldu. Ve evet, şu anda Korona virüsü sebebiyle, özgürlüğümü kazandığım o güzel yeri apar topar bırakıp, devletin yaptığı operasyon ile Türkiye’ye dönüp, İstanbul Güngören’de bir öğrenci yurdunda 14 gün karantina altında olsam da, artık içimde hissettiğim bu özgürlüğü kimse bende alamaz. Çünkü dediğim gibi bu dışarıda değil, içimde gerçekleşen bir devrim… Çünkü en büyük devrim içimizde gerçekleşendir.
Herkesin içindeki devrimini yapacak cesareti bulması dileğiyle, sevgi ve sağlık dolu günlere… 22.03.2020
Demet Yalçın
İstanbul, Güngören / Fatih Sultan Mehmet Öğrenci Yurdu