Bugün 8 Mart Dünya Kadınlar Günü ya da bir diğer adıyla Dünya Emekçi Kadınlar Günü. Bu gün kadınlara çiçek verme günü mü yoksa bir tatil günü mü? Kulağa hoş gelebilir. Pek çok ülkede çiçek satışlarının 8 Mart ve öncesindeki birkaç günde neredeyse iki kat arttığı belirtiliyor. Ancak kadın olma mücadelesi; çiçek almak, hediye almak, el üstünde tutulmak meselesi değildir. 2020 yılında kadınların yaşadığı sorunların çözümü bunlar değil.
Kadın olmak mücadelesi, herkes kadar, her şey kadar, her yerde var olmaktır.
Kadın hakları dünyanın dört bir yanında büyük etkinliklerle gündeme geliyor. Peki, Dünya Kadınlar Günü nasıl ortaya çıktı? Bu bir kutlama mı, protesto mu? Bu kutlama toplumun kendi kendini eleştirisi midir? Kadınların sorunlarını anlamak için kaçınılmaz olan eleştirel mesafeyi, gerekli eleştirel kavramları dile getirme biçimi midir? Kadının toplumsal yerinin boşluklarını saptamak mıdır?
Dünya Kadınlar Günü 100 yılı aşkın süredir var. Dünya Kadınlar Günü’nün kökleri, işçi hakları hareketlerine dayanıyor ve 8 Mart Birleşmiş Milletler tarafından da Dünya Kadınlar Günü olarak kabul ediliyor. Sadece altı ülke kadınlara eşit ekonomik haklar veriyor, Türkiye 85. sırada yer alıyor.
ABD’nin New York kentinde bir dokuma fabrikası… Çok ağır çalışma koşulları, çok uzun iş günleri ve buna karşın çok düşük ücretler. Koşulların her geçen gün daha da dayanılmaz hale gelmesi, kadın işçilerin artık tahammül sınırını zorlamaya başladı. Greve çıkma kararı alan kadınlar, taleplerini de açıkladılar: “Daha iyi koşullarda çalışmak, 10 saatlik iş günü, eşit işe, eşit ücret”…
Takvimler 8 Mart 1857’yi gösteriyordu…
New York’ta bir dokuma fabrikasında çalışan 40 bin kadın işçi, 16 saatlik işgününün 10 saate indirilmesi ve ücretlerde artış yapılması talebiyle greve başlamıştı. Eylemi durdurmak isteyen polis kadın işçilere saldırmış, fabrika yönetimi bu işçi kadınları fabrikada bir odaya kilitlemişti. Bu sırada çıkan yangında içeride kilitli kalan işçilerden 129’u yanarak can vermişti. İşte biz bu ilk kadın direnişçilerin anısına 8 Mart’ı Dünya Emekçi Kadınlar Günü olarak kutluyoruz.
Kadının toplum içinde etkin ve saygın konuma gelmesi zaman aldı. Aydınlanmacı dünya görüşü kadını bilinçlendirdi. Bilinçlenen kadın kimlik ve kişiliğine sahip çıktı. “Ben de varım. Ben de bireyim. Benim de haklarım var” diyerek kendisini sömüren düzene “dur” diyebildi, ancak çok ağır bedel ödedi.
İlkçağlarda anaerkil düzen topluma hâkimdi. Üretim araçları kadının elindeydi. O çağlarda kadın; tanrıçaydı, saygındı. Bilirsiniz, Mısır’dan Yunan mitolojisine değin adalet bir kadın bedeninde betimlenmişti. Uranüs ve Gaia’nın kızı olan Themis, yalnız yeryüzündeki düzenin değil, ilahi adaletin de tezahürüydü. Gözleri bağlıydı. En adil düzeni kurabilmek adına bağlamıştı gözlerini, köle ya da tüccar, her kim olursa, her varlığı eşit kılmak için. O mutlak adaletin kendisiydi. Bağımsızdı. Yetkindi. Ve sessizdi Themis. Yalan söylemez, boş konuşmaz, her kelimeyi tartarak dile getirendi.
Demeter, Yunan mitolojisinde yer alan bereket, tahıl ve hasat tanrıçasıdır. Tasvirlerinde genellikle baygın bakışlıdır. Saçları bazen omuzlarına dökülerek tasvir edilir bazen kıvırcık veya örgülü olarak tasvir edilmiştir. Sağ elinde buğday başağı, sol elinde ise meşale vardır.
Kibele figürünün kökeni Anadolu’da çok eski dönemlere dayanır. Frigya mitolojisinde ana tanrıça olan Kibele genellikle dağ zirvelerinde tapınılırdı. Kibele’nin sembolleri arasında ay ve aslan en önemlileridir. Ay ölüm ve yaşamın sürekli değişen yönünü, arslan ise kudret, irade ve adaleti sembolize eder. Kibele başının üzerinde kuleye benzer bir taç taşır. Bu taç Kibele’nin şehirlerinin ve tarımsal ürünlerin tek egemeni sayıldığının simgesidir. Bolluk ve doğurganlık simgesi olan Kibele yontularında bereketi simgeleyen göğüsleri abartılmış, ayaklarının arasında yeni doğmuş bir bebek başı olarak tasvir edilir. Kökleri Göbeklitepe’ye kadar uzanan tanrıça Kibele’nin en önemli özelliği tüm Anadolu ve çevre bölgelerde tapılan tek ortak ilahi varlık olmasıdır. Kibele’nin Yunan mitolojisinde Artemis, Roma mitolojisinde ise Diana olarak anılmış olduğu biliniyor.
O doğanın anası, bütün öğelerin efendisi, tanrıların en yücesi, ölülerin kraliçesidir. Göksel varlıkların kılavuzu, tanrıların ve tanrıçaların bütün biçimlerini bir tek kendinde toplayandır. Bir baş sallayışıyla göğün bütün parlak doruklarını, denizin sağlık estiren rüzgârlarını ve yeraltının hüzün dolu sessizliğini yönetir. Onun tanrısallığı biriciktir. Tüm dünya çok çeşitli adlarla tapar ona. O Minerva’dır, Venüs’tür, Diana’dır. Bazıları Juno derler adına, bazıları Bellona… Kimileri Hekste, kimileri Rhammusis… Eski inançlarına bağlı Mısırlılar Tanrıça İsis olarak çağırır…
Bir zaman geldi ki, insanlık büyük bir değişim geçirdi. İşte kadının kaderi böyle değişti. Ama bunu anlamaları zaman alacaktı. Bu insanoğlunun anaerkil düzenden ataerkil düzene geçmesiydi. Bu dönemde kadın, kendisine güç veren, ayrıcalık sağlayan üretim araçlarını erkeğe kaptırdı. Böylece kadın tanrıça ve ece iken, kul oldu, köle oldu. Ortaçağ karanlığı yaşanmasının ardından, Rönesans ve Reform devrimleriyle Batı aydınlığa çıktı. Ancak insanlığın gerçek kurtuluşu 18. Yüzyıl’da Fransız Devrimi’yle oldu; aydınlanma felsefesiyle. Kadın-erkek, insan özgür düşünen bir varlıktı. Artık kadın, erkeğin kaburga kemiğinden yaratılmış onun biyolojik yansıması değil, erkekten ayrı, kendine özgü bir cinsti; bir birey ve yurttaştı. Böylece kadın öz benliğine, birey olmanın bilincine ulaştı.
Çeşitli iş kollarındaki çalışmalarıyla kadınların üretime katkısı yadsınamaz. Emekleri, alın terleri ve göz nurları ile kadınlar iş ortamında yerlerini almaya çalışıyorlar… Çok büyük mücadelelerle. Ancak kadınlar ve erkekler arasındaki toplumsal cinsiyet eşitliğinin gökten değil de, cesur kadınların mücadelesiyle elde edildiğini idrak etmemizin bir anlamı var.
Gelişmiş sayılan Batılı ülkelerde kadınlar, cinsler arası eşitlik ve özgürlüğü, eşit işe eşit ücret isteklerini çok geç elde ettiler. Batılı hemcinslerine göre Türk kadını çok şanslıydı. Sosyal haklarına, özgürlüklerine ve siyasi yaşamda eşit oy hakkına Atatürk’ün yaptığı Aydınlanma Devrimiyle kavuştu.
Bugün ülkemizde eğitimle, bilgiyle, bilinçle donanmış olsa da Türk kadını, dünyadaki gibi bizde de erkek egemen toplumda gerçek yerini alabildi mi? İşte buna evet demek zor. Hele günümüzde kadına uygulanan şiddet karşısında. Toplumda kadının gerçek yerini aldığını söyleyebilir miyiz?
Günümüzde iki olguyla karşı karşıya kadınlar; ya özgürlüğüne sahip çıkacak, ya onu yok etmek isteyen güçlere boyun eğecek, ya da onlarla uzlaşacak. İçinde yaşadığımız bu dönem, önemli bir kavşaktır kadınlar için. Şöyle ki, genel topluma baktığımızda bazı istatistiklere göre hükümetlerin yüzde 90 erkeklerden oluşuyor, yerel yönetimlerde yüzde 98 erkek yer alıyor, bürokratların yüzde 99 yine erkek, sermayeyi elde tutan yine yüzde 99 erkekler…
Bir başka tabloya göz atalım: Şiddete uğrayan kadın, taciz edilen kadın, tecavüze uğrayan kadın, öldürülen kadın… Bu saldırıların özel adları var: namus, töre, kıskançlık, aşk… Bu rakamlar size bir şey ifade ediyorsa, kadınlara uzun bir direniş yolu var demektir.

Bugün Dünya Emekçi Kadınlar Günü
yazarı:
Etiketler:
Bir cevap yazın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.