“En sevdiğim mi??, “Nasıl demiştiniz?” en sevdiğim manzaraları, hayvanları, bitkileri… En sevdiğim kitapları, müziği, mimari üslupları, resim akımlarını sormuştunuz, değil mi? Benim en sevdiğim diyebileceğim hayvanlar yok, en sevdiğim sivrisinekler, en sevdiğim böcekler, en sevdiğim kurtçuklar yok, hem çok istesem bile söyleyemem size hangi kuşları, balıkları ya da vahşi hayvanları yeğlediğimi. Kitaplar mı? En sevdiğim şey, divana uzanıp okumaktır. Elimdeki işi hemen bir kenara bırakır, uzanır, öyle okurum. Hayır, kitaplar değil bu işi yaparken önemli olan, her şeyden önce okuma eyleminin kendisi önemli benim için, beyaz kâğıtta bir şeylerin yazılı olması, harfler, heceler, satırlar, insanla ilintisini kuramadığım o saptamalar, göstergeler, belirlemeler… Uzak bir insandan gelen ve bana uzanan bir dünyaya adım atarım.
Okumak benim için kendimi yoğun bir biçimde yaşamaya iten bir alışkanlık oldu. Delicesine bir yaşama tutunma biçimine, beni yiyip bitiren bir tutkuya dönüştü. Önceleri öyle değildim. Yıllarla oluştu bu tutku. Bazılarını öğlenden önce, bazılarını da yalnız geceleri okurum. Elimden hiç bırakmadığım kitaplarım da vardır. Onlar benim başucu kitaplarımdır. Yatak odamda yanıbaşımda, komodinin yanında durduklarından ben onlara “sevgililerim” derim. Çünkü bana onlar bir sevgili kadar yakındırlar.

Kitapçıları dolaştığımda ürperirim. Ne çok kitap, ne çok yazar beni bekler. Okumak benim için bir serüven, düşünmeye giden yol. Düşünce ile beraber ilerleyen bir süreç. Düşüncenin akışını, düşünebilir olmanın verdiği tadı o sayfalarda bulurum. Kendimle baş başa olmanın, kendime kapanmışlığımın verdiği hazdır bu. Bir serüven olarak okumak… Bir yolculuğu olan… Dur durak bilmeyen okuma yolculuklarım… Belli belirsiz düşlerle karışık, bulanık bir akıştır okumak. Bir arama, bir sınama, bir öğrenmedir. Kendimi dönüştürmek ve inşa etmek için kendime yüklediğim bir görevdir.
Kitaplar, bizim iç dünyamızı zenginleştirir ama bu zenginliğin kaynağı hep biz olmalıyız diye düşünürüm. Okuduğumuz kitaplar vardır, bizi keyifli bir yolculuğa çıkarırlar. Ya okumadıklarımız? Bilir misiniz, onlar da beni hüzünlendirirler. Aralarında okunması gerekenler vardır, okunacak olanlar vardır ve mutlaka okunması gerekenler vardır.

Birkaç yıldır hep aynı rüyayı görüyorum. Bu rüyada kahverengi, dikdörtgen biçiminde, köşeleri sivri bir bavulum var. Trenin merdivenlerinden çıkıyorum. Vagona tam ayağımı atmak üzereyim ki bavulum açılıyor ve kitaplarım etrafa saçılıyor. Bavulum kitaplarla dolu. İnip alelacele onları topluyorum. Tam bavulumu kapatıyorum ki kalkışı haber veren düdük son kez ötüyor ve tren hareket ediyor. Kitaplarım, bavulum ve ben ortada kalıveriyoruz. Başka bir şehre gidecek olan bir treni beklemeye başlıyorum. Ama bavulum merdivenlerde yeniden açılıyor. Kitaplarım her tarafa saçılıyor. O treni de kaçırıyorum. Bazen kaçırdığım trenleri sayıyor, istasyonun ortasında bavulumun üstüne oturup ağlamaya başlıyorum. Sonra aynı sahneler tekrarlanıyor.
İşte sevgili okurlar, benim okuma serüvenim böyle. Ya sizinki?
Bir cevap yazın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.