Her bahar bir pencere açılır içimde

İnsana yalnızlığını duyuran bir gündü. Can sıkıntısı yakama yapışmış bir sabahtı. Ne yapmam gerekir diye düşünürken bir dürtüyle pencereye yöneldim. Sokağımın insanlarına birkaç defa sokakta rastlardım, pencereden onları apartmanlarına girip çıkarken görürdüm. Her kentteki insanlar gibiydiler. İki bacakları üstünde gidiyor, geliyor, kollarını sallıyorlardı. Çok defa karşı apartmanlarda oturanları düşünmüşümdür. O adam, en üst katta oturuyordu. Ama kimlerdendi, ne iş yapardı, hiçbir zaman öğrenemezdim. O kadın sigara içmek için penceresini açar, sokağı seyrederdi. Anlamıştım, her öğünden sonra günde üç kez kendine bir sigara molası veriyordu. Genç bir anne, her sabah, ilkokula giden evladını okul servisi gelinceye kadar pencereden uğurlardı. Her ev kapalı bir kutuydu.

Ne çok telaşlı insan gelip geçiyordu. Önümdeki caddenin yalnız gürültüsü ile değil, insan sesleri, arabaları, dükkânları, ağaçlarıyla çevriliydim. Pencerenin bir kenarından önümde kaynaşan bu dünyayı seyre daldım. İnsanlar acele adımlarla yürüyor, arabalar dolup boşalıyor, bir telaştır gidiyordu. Daima yeni, başka, değişik yüzler, gözler, bakışlar vardı. Hiçbiri ötekine benzemiyordu. Bütün bu kalabalığın insanları, az çok birbirine benzeyen düşüncelerle, düşlerle yüklüydüler. Hep aynı dertleri bölüşüyor, aynı çileleri çekiyorlardı. Görünüşleri başka, hayat gayeleri birdi.

Bu düşünceler beni o günkü yalnızlığımdan, endişelerden uzaklara, her şeyin güzel ve iyi olduğu bir âleme götürdü. Bu insan kitlesi beni gerçek hayattan bir müddet için uzaklaştırmıştı. Her insanın bazı anlarında böyle bir ihtiyaç duymaması, gönlünce bir dünyanın varlığını hayal ederek avunmak arzusunu duymaması imkânsız.

Böyle hüzünlü duygulara kapıldığım anlarımdan söz ediyorum. Kendimi çok yalnız hissettiğim zamanlar, içimde bir ses bir şeyler söyler, ta içimde akisler bırakıp kaybolur. Boğazıma tıkanan bir yumruk, içinde birdenbire açılıveren baş döndürücü bir boşluk, bir canavar gibi beni yutan bir hüzün çöküverir.

Pencere, ruhumun tekâmülü için geçirmem gereken bir süreç olur, var olmanın mutluluğu olur. Yalnızca o anın mutluluğunu duyumsarım. İçimde canlanan yaşama arzusunu hissederim. Pencereden hayata biraz daha yukarıdan, biraz daha uzaktan bakar; kişileri, şeyleri, olayları daha genel olarak, topluca görür, bir bakış derinliği kazanmaya çalışırım.

Pencereden yaşam açılır. Yaşamın ayrıntılarını görüp sevmek de bir bilgi ve kültürel erişkinlik gerektirmez mi? Bunları tanıyıp tartmak; neyin ne olduğunu anlamak için bile kafamızda, yaşamımızda bunların bir karşılıklarının olması gerekmez mi? Gündelik yaşamın yaygın akışında ne çok geçip gördüğümüz nesne, olay, insan takılır gözümüze? Tüm bu görüntüler sadece anlamlarıyla değil, çağrışımlarıyla da yaşamımızda hacim kazanırlar. Her şeyin basmakalıplaştığı bir dünyada özgün olan önemlidir elbet. Kendi içimizde yol aldıkça daha çok kendimiz oluruz.

Bir nevi hayata tutunmak gibi bir dürtüdür bu. Eve, kendime kapanmak yerine yaşamı seçtiğime dair kendi kendime yaptığım bir telkindir. Bu yaşamdan çekilmemeyi, vazgeçmemeyi içerir. Bir duruş belirtisi, bir tavırdır. Bir olgunluk, bir duruş belirtisi olarak algılarım. Alınan dönemeçlerin, kat edilen yolların insanın hayatında bir yerlere yerleşme halidir; en önemlisi insanın “ben” olma, “kendi” olma halidir. Bir bakış derinliği, bir ufuk genişliği kazanmaktır pencereden bakmak. “Hayattan ders almak”, “deneyimlerin öğrettiklerinden sonuçlar çıkarmak”, “merakların diri tutulmasıdır” diye sıralayabilirim.

Hiç düşündünüz mü, dünyaya, olaylara, insanlara ve nesnelere duyduğumuz merak, ne denli sahici bir meraktır. Yaşama tutunmak insana yaşadığını duyuran hepimizin en saf hissi. Ben hayatı ararım, zindanları değil. Kendimi karanlığa niye teslim edeyim ki; hayat çok kısa ve yapacak çok işimiz var. Hayatın ışığını, gücünü, yaşadıklarımdan öğrendiklerimin zenginliğini taşırım. Verilen mücadelelerin, geçirilen aşamaların sonucunda varılan bir ruh dinginliği halinden söz ediyorum. Sahip olduğum vicdan, inanç tutarlılığı, kendimle ve değerlerimle kurduğum ilişki sürekli gelişmenin ve yenilenmenin bilgisi gibi sayılabilecek birçok değer biriktirdiğimi biliyorum. Yüreğimi, ruhumu kirletmeden hayatta kalmak ve dünyada olmayı seçtiğim kişi olarak varlığımı sürdürmek… Bu değerlerden biri de hayatta öğrenci kalmayı sürdürmek. Tüm bu değerler elbette az şey değil.

Soru sormakla başlar ilk bilinçlenme. Sorularla çevresini, insanları, dünyayı keşfeder çocuk. “Kuş niye uçar, kedi neden uçmaz? İnsanlar neden büyür? Kiminin evi büyük, kiminin niye küçük? Daha neler! Öğrenilecek de sorulacak da ne çok şey var!

İşte mayıs, işte yeniden ilkyaz, işte umutlar, mutluluk özlemleri. Her bahar bir pencere açılır içimde. Yeni bir kişilikle bakarım oradan dışarı. Yeşillik, güzellik, iyilik… Ne varsa umut vericidir. Bir elimi uzatıversem sanki tüm arzularım avucuma gelecektir. Yakındır, kolaydır, mümkündür bütün özlemler… İlkyazın eşsiz gücü de buradadır. İnsan doğayla birlikte yenileşir, taze güçler kazanır. Kırgınlıkları, yalnızlıkları atar, yeniliklere açılır. Kötülükleri, karamsarlıkları unutur. En güzel umutlarla yeniden doğar.

Related Images:


Yayımlandı

kategorisi

yazarı:

Etiketler:

Yorumlar

Bir cevap yazın