– Sayın Hasan Aslan Akpınar, ressam dedeniz Prof. Nüzhet Ayetullah Sumer’in İzmirli olduğu bilinir, ancak Basmane doğumlu olduğu bilinmez. Bu konuda yapacağınız açıklamayı önemsiyorum.

“İkinci oğlum, üçüncü evladım Mehmet Ayetullah 1323 sene hicri saferinin 12. günü 1321 sene miladiyesi Nisanın 4’üncü Pazartesi … saatinde… cenap hazreti…ömrünü medid (uzun) ve said (bahtiyar, mutlu), rızkını ferit (bol) buyruk amin bica habibullah (Allah’ın sevgili kulu) Muhammed.”
Ailenin üçüncü ve son çocuğu dedemin ağabeyi 1899 doğumlu Nurullah Esat ve ablası 1904 doğumlu Seniha’dır. Aile arasında Nüzhet olarak çağrılan Ayetullah zayıf bir bünyeye sahiptir. Dedemin hayatının ilk beş yılı hep hastalıkla geçmiş. Çocukken geçirdiği zatürre hastalığı, daha sonraki yıllarda beş kez daha tekrar etmiş ve onun tüm hayatı boyunca dikkatli bir yaşam sürdürmesini gerekli kılmıştır.
Nüzhet Ayetullah Sumer ailesi Basmane’den sonra Buca ve Karşıyaka’da yaşadı
Birinci Dünya Savaşı yıllarını Buca’da geçiren dedem ve ailesi ve ailesi, Mondros mütarekesinin ardından, 15 Mayıs 1919’da başlayan Yunan işgali ile artan baskılar neticesinde Türk ailelerinin çoğunlukta olduğu Karşıyaka’ya taşınırlar. Dedem bu süreçte işgalinin ardından Türk okullarının kapatılması nedeniyle altı sene okuduğu İzmir Birinci Sultani Mektebi’ndeki eğitimini de yarım bırakmak zorunda kalır. İşgal yılları sırasında eğitiminin aksaması ve çocukluğunda geçirdiği zatürre hastalığının tekrar etmesi sonucunda eğitimine ara veren dedem doktorunun da tavsiyesi üzerine, günlerini dinlenerek, edebiyat ile ilgilenerek, resim yaparak ve keman çalarak geçirir.
Sanatçının savaş ve işgal yıllarında tanık olduğu tarihi olaylar
Dedem acılı savaş yıllarını yıllar sonra rahmetli gazeteci Abdi İpekçi’ye şöyle anlatmıştır:
“26 Ağustos 1922 sabaha karşı Kocatepe’de Büyük Taarruz’un başladığını sevinçle öğrendik. Bir hafta kadar heyecanlı bir sessizlik içinde, gece gündüz evlerde nöbet tuttuk. Oturduğumuz ev Karşıyaka tren istasyonuna pek yakındı. Büyük bahçe içinde kapı ve pencereleri demirden yapılmış sağlam bir evdi. Bir gün sabaha karşı istasyondan gelen tren seslerine karışan, bozguna uğramış Yunan askerlerinin kulakları yırtan küfürlerle karışık haykırmaları ortalığı bir anda birbirine kattı. Nitekim kapalı dükkânları kırarak yiyecek arıyorlardı. Birkaç Yunan askerinin de duvardan atlayarak bahçemize girdiklerini ve ağaçlardan nar ve ayva kopararak yediklerini gördüm. Yunan orduları bozguna uğramış kaçıyorlardı artık. Bu gelenler de ilk bozgun kafilesini teşkil ediyorlardı. Askerlerin çok korkak ve tehlikeli halleri vardı. Hepsinin elleri tetikte idi. Biraz sonra tren İzmir’e doğru yol aldı. Görülecek bir manzara idi. Vagonların içi dışı üstü, kapı ve pencerelere asılmış askerlerle dolu idi. Hatta Lokomotifin üstü bile! Bu bozgun ve saldırgan kaçışlar 7 Eylül’e kadar devam etti. Sonraları küçük gruplar halinde azaldı. Bizler de bu grupları etkisiz hale getirerek onları esir kampımıza teslim ediyorduk. Yine böyle bir akşam hava kararırken 8 Eylül akşamı bir Yunan askeriyle karşılaştım. Eli mavzerinin tetiğinde idi. Karşısında tam hedefte idim. Silahsızdım ve siper alacak bir yerde yoktu. Ölümle karşı karşıya idim. Askerin beni öldürmesi işten bile değildi. Fakat sonrası ne olurdu? O’nun bu düşüncesinden yararlanarak hemen üzerine atladım. İki elimle mavzere yapıştım. Kuvvetle büktüm. Kendimi hedeften kurtardım ama bu esnada silah da patladı. Kurşun boşa gitmişti. Kısa bir boğuşma neticesinde silahı askerin elinden aldım. Bu seferde sessizlik içinde derin akisler yapan silah sesi civarda oturan Türkleri tüfekleri ile sokağa attı. Bunların içinde iki arkadaşım da vardı. Boğuşma esnasında yere düşen askeri kaldırdılar ve hep birlikte çarşı içinde bir handa bulunan esir kampına götürüp teslim ettik.”
Dedemin Yunan askerinin elinden kaptığı ve uzun yıllar evimizde duran Fransız St. Etienne markalı piyade tüfeğini en iyi şekilde muhafaza edilebileceği, İstanbul Harbiye’deki Askeri Müze’ye bağışladık.
Sanatçının yaptığı Mustafa Kemal portresi
Dedem Nüzhet Ayetullah 10 Eylül 1922’de büyük kurtarıcı Gazi Mustafa Kemal’i Karşıyaka’ya geldiğinde görmüş ve çok etkilenmiş. Dedem Gazi’yi ilk görüşünü şu sözleri ile betimlemiş.
“10 Eylül 1922 Pazar günü Başkumandan Gazi Mustafa Kemal Paşa Büyük Erkan-ı Harbiye Reisi Fevzi Paşa ile İzmir’e giriyor. Biz gönüllüler Gazi Paşa’nın Karşıyaka’da kalacağı evin önünde vazifeli idik. Yunan Kralı’nın Türk Bayrağına bastığı merdivenlere, bu sefer Yunan Süvari Alayı’nın ipekli bayrağı serilmişti. Bütün tabiat derin sessizlik içinde Büyük Gazi’yi bekliyordu. Gazi Paşa öğleden sonra spor Ford otomobili ile Karşıyaka’ya geliyor. Otomobil evin önünde durdu. İdareciler karşıladı. Otomobilinden indi. Karşılayıcıların ellerinden sıktı. Hatırlarını sordu. Eve doğru yürürken etrafa bakıyordu. Esrarengiz bir çift gözün aydınlattığı asabi ve asil bir çehre, yüzde ve vücutta bir sıhhat ve bahar havası, muntazam giyinmiş, noksansız taptaze bir canlılık. Mavi gri renkler gözlerinin içinde çelik akisleri yapıyordu. Bu akisler, kendisine bakanları tesirine alıyordu. Bütün doğayı teslim alıcı gözlerinde, dayanılmaz bir kuvvet vardı. Birden kaşları kalktı ve hayret verici bir derecede geniş alnında derin çizgiler meydana geldi. Gazi, köşkün merdivenlerinde serili Yunan bayrağını görmüştü. Yanaklarının çıkık kemikleri ile asabiyet belirten çehresine azimli bir ifade veriyordu. Pek zarif ve ciddi bir lisanla konuştu: “Bayrak bir milletin şerefidir. Velev ki bu millet düşmanımız olsun. Şerefle oynanamaz, düşman Kralı bir gaflet yapmış ise, aynı hatayı benim de yapmam gerekmez…” diyerek büyüklüğünü gösterdi ve bayrağı yerden kaldırttı. Merdivenleri çıktı. Balkondaki hasır koltuklardan birine oturdu. Bu sonrada eşraftan bazı kimseler Gazi’ye bilgi veriyorlardı. Ben de Karşıyaka’nın fotoğrafçısı Faruk Çullu ile Gazi’nin resimlerini çekmek üzere ona yardım ediyordum. Bu nedenle Gazi’ye pek yakın bulunuyorduk. Çok mutlu idim. Resimler çekildikten sonra huzurdan ayrıldık.”

“Gazi Paşa’nın bende bıraktığı ve unutulması mümkün olmayan bu ilk intiba ile işgal günlerinde başlamış olduğum portresini bitirdim. Bu portreyi Büyük Paşa’ya takdim etmek istiyordum. Gazi’nin maiyetindeki Süvari subaylarından Hadi Bey’e verdim. Birkaç gün sonra Paşa Ankara’ya döndü. Haber alamadım. Sonra yine o günlerde Başkumandanın 26 Ağustos 1922’de Kocatepe’den Türk ordularına verdiği Büyük Taarruz emrini tasvir eden portresini bir kompozisyon olarak yaptım.”
Dedem, diğer iki resmi de yurt dışına eğitim için giderken İzmir’de oturan arkadaşına bırakır. Yurt dışından dönünce arkadaşını ve emanet bıraktığı resimlerini bir daha hiç göremez… Sonraki yıllarda, dedem Nüzhet Ayetullah Sumer, kendi ifadesine göre, hayatı boyunca 120 adedin üzerinde Atatürk portresi yapmıştır.
Çalışma ve okul yılları

İlk resim sergisini İzmir’de Türk Ocağı binasında açtı

İşinden ayrılıp resim tahsili için Paris’e gitmesi
Kişisel resim sergisinin uyandırdığı başarı neticesinde geleceğinin bankacılıkta değil, sanat alanında olduğunu anlayan dedem Nüzhet Ayetullah kısa bankacılık serüvenine 18 Temmuz 1928’de noktayı koyar ve Osmanlı Bankası’ndan istifa ederek resim tahsil etmek üzere tekrar Fransa’ya dönmeye karar verir.

Dedem Nüzhet Ayetullah öğrenimini sırasında karma sergilere de katılmaya devam eder. Haziran 1929’da Marsilya’da Provence, Marsilya Sanatçılar Birliği tarafından Belediye Operası’nda düzenlenen karma resim sergisine, birisi İzmir’de resmettiği “Halkapınar Deresi” isimli iki peyzajı ile katılır.
Mayıs 1930 ve Ocak 1931 tarihlerinde Marsilya’nın popüler mekânlarından, halen 33 Rue Paradis adresinde faaliyetlerine devam eden Galerie Alex Jouvene’de ikinci ve üçüncü kişisel sergilerini açar. Üçüncü sergisi o kadar başarılı olur ki dönemin Milli Eğitim Bakanı Esat (Sagay) Bey’den 04 Mart 1931 tarihinde bir takdir mektubu alır.
Yurt dışında açtığı sergilerde İzmir’i ve Anadolu’yu tanıtması. Galeri Jouvene’de açılan sergisi hakkında yerel gazetelerde çıkan haberler.
Bu haberlerden birinde Eug. Blanc şöyle yazmış:
“Ressam Nüzhet Ayetullah Jouvene Galerisi’nde eserlerinin birkaçını sergiliyor. Minicik bir sergi, çünkü katalogda on dokuz eser olduğu görülüyor. Ancak nitelik niceliği fersah fersah aşıyor. Bu alçak gönüllülük dersi yetersizliklerini kronik fazla üretimle kapatmaya çalışanlar tarafından izlenebilir; amatörler bundan kazançlı çıkar.

Dedem Nüzhet Ayetullah dördüncü kişisel sergisini ise hem ev hem de atölye olarak kullandığı, 46 Avenue du Parc Montsouris adresinde açar. Sergi açtığı bu evi birlikte paylaştığı yakın arkadaşı ise daha sonra mimar olarak üne kavuşacak olan İzmirli Rükneddin Güney’dir.
Beşinci kişisel sergisini ise Paris Büyükelçisi Münir Ertegün’ün himayesinde 30 Ocak-15 Şubat 1932 tarihleri arasında 1, Rue des Pyrmides-3, Place De Rivoli, Paris adresindeki Galeri P. Hénaut’da açar. Sergide natürmort ve portre çalışmalarından oluşan toplam otuz beş eser yer alır. Bu sergide en çok dikkat çeken tablolardan biri “Vazo, Şal ve Sedef Kabuğu” isimli natürmort olur.
Usta sanatçının resimleri hakkında yapılan yorumlar
“Eserlerinde doymaz bir güçle yaptığı parlak, kaygan, alacalı kumaşları, tahta cilalı kutular, bakır kaplar, Çin porselenleri, sedef kabuklar hep bu renk gücünün neticeleridir. Şark zevkinin renk inceliklerinin renk yüklemesinin zengin akisleri kumaşların, cilalı madeni kapların tonlarının kıymetlerini vererek işin üstesinden geliyor. Velhasıl Ayetullah her şeyden önce renklerindeki cümbüşle bir natürmort ustasıdır.”

“İşte yeni ve genç Türkiye’yi bir ön saf milleti yapacak olanlardan bir tanesi daha. İşte memleketin kurutulması davasını bir sahada daha emniyet altına alacak bir eleman daha. Ve bunlar az değildir. Bunlar en lehte tahminleri bile geride bırakacak kadar çoktur.”
Türkiye’ye dönüşünü ve Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’ne girişi
1932 yılında Paris Milli Güzel Sanatlar Yüksek Okulu’ndan “Uzman” diploması alarak mezun olan dedem Nüzhet Ayetullah, 5 Aralık 1932’de Paris’ten ayrılmasını ve yurda dönüşünü takiben, İzmir’e veda ederek, 31 Ocak 1933’de İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’nde 7183 sicil numarası ile aylık 25 lira maaşla “fresk muallimi” olarak göreve başlar. Bir ay sonra 1 Mart 1933’de otuz sekiz yıl süresince başında kalacağı, Güzel Sanatlar Akademisi’nin Fresk Atölyesi’ni kurmakla görevlendirilir.

Sayın Hasan Aslan Akpınar’ın dedesi Ayetullah Sumer gibi Sümerbank’ın kurucu genel müdürü, milletvekilliği ve bakanlık yapmış büyük amcası rahmetli Nurallah Esat Sumer’in de çok ilginç bir yaşam öyküsü var. Konusunda uzman, sanat ve ülkemizin iktisadi kalkınmasında büyük hizmetlerde bulunmuş, soyadlarını Mustafa Kemal Atatürk’ün verdiği İzmir Basmane doğumlu dedelerinin adını kent belleğinde sonsuza dek yaşatmak için doğdukları sokağa adlarının verilmesi konusunda İzmirlilerin hassas davranacağına inanıyorum. Sayın Hasan Aslan Akpınar’a verdiği bilgiler için teşekkür ediyorum.
Fotoğraf ve resimler: Nazan Akpınar koleksiyonu
Bir cevap yazın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.