Bu kadınlar, bizim kadınlarımız

Yüzlerce yıldır kadınlar haksızlığa, eşitsizliğe, her çeşit zulme ve baskıya maruz kalmış. Yüzlerce kadın namus cinayetine, kıskançlık cinnetine kurban gitmiş. Yüzlerce kadın evde açık ya da gizli ev hapsine boyun eğmiş. Yüzlerce kadın iş ortamında ücret eşitsizliğine, sigortasız çalışmaya mahrum edilmiş. Yüzlerce kızımız başlık parası uğruna çocuk yaşta gelin edilip hayatı sönmüş.

Yukarıda saydıklarım kadınlar yönünden olumsuzluklar tablosunun karanlık tarafı. Bir de aydınlık tarafına bakalım. Toplumda söz alan, sesini yükselten, hakkını arayan, başkaldıran, hak ve eşitlik mücadelesi veren, hemcinslerinin dertlerine tercüman olan, sorunlarının çözümüne yardımcı olan, iş hayatına atılan, seçtiği alanda kendini kanıtlayan, başarı kazanan, güçlü, cesur, azimli kadınlarımız da yetişiyor. 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü nedeniyle, ben bu kadınların başarı öykülerinden bazılarını paylaşmak istiyorum.

Tuluhan Tekelioğlu (Gazeteci, Belgeselci)

İdolu “İlerici Kadınlar Derneği”nin kurucularından teyzesi Gülen Tunguz’du. On dört yaşındayken teyzesi kadın hakları savunucusu olduğu için tutuklanmıştı. İlk sorusu şöyle gelişti, “Neden bir insan, eşitliği savunduğu için tutuklanır?”… Çocuk aklıyla hep bunu sorgular oldu. İdolu teyzesiydi ama aslında annesi sayesinde çok şeyin üstesinden geldi. On sekizinde babasından gizli ehliyet almasını annesine borçlu. Hiç tanımadığı, bilmediği, tek bir aile dostunun bile olmadığı kente, “İstanbul’a gideceğim, hayatımı İstanbul’da kuracağım” diye tutturduğunda, yine onu destekleyen annesiydi. Gazeteci olacak, televizyonda yayınlar yapacaktı. İdealist ruhla, inatçı yapısıyla, sabır gibi genlerle hayal ettiğini gerçekleştirdi. 1997’de Afrika’da Kenya Kakuma Mülteci Kampı’nda bir ay boyunca gönüllü çalıştı. 2004-2006 yıllarında Mehmet Ali Birand yönetiminde sabah haberleri hazırladı ve sundu. Doğu Anadolu’da on bin kitap toplanmasını sağladı; Urfa, Van, Malatya’da “Güzel bir gün” adlı kütüphaneler açtı.

Belgeselci kariyerine 2010 yılında “40’ında 40 kadın” belgeseliyle adım attı. 2012’de “50’sinde Erkek” belgeseliyle erkeklerin iç dünyasına dikkat çekti. 2014 yılında Antalya’da bir hastanede çektiği ölümle yaşam arasındaki çizgide yaşananları anlatan, Türkiye’nin ilk organ nakli belgeseli olan “Yeni Hayat” ile ülkeye bin organ bağışçısı kazandırdı. 2015-2016 yılında, Türkiye’nin içinden geçtiği baskı dönemini ve sansürü anlattığı, Persona Non Grata (İstenmeyen İnsan) belgeselini gerçekleştirdi. 2017’de “Kadın varsa imkânsız yoktur” teması ile cesaretin bulaşıcı olduğunu vurgulayan “Yapabilirsin” Uluslararası Uçan Süpürge Kadın Filmleri Festivali’nin 20. Yıl Özel Ödülü’nü aldı.

Altın Mimir (Avukat)

Ovacıklı, dokuz çocuklu bir ailenin en büyük kızı olarak doğdu. Annesi, babasına erkek çocuk verebilmek için dokuz doğum yapmış. Altın Mimir, annesini hep gebe haliyle hatırlıyor. Anne baba, tutkulu bir aşk yaşıyorlar ve evleniyorlar. Ama gelin görün ki, anne babaya erkek çocuk veremiyor. Erkek çocuk doğuruncaya kadar sürekli hamile kalıyor, doğuruyor, hamile kalıyor, doğuruyor… Ama bir türlü o erkek çocuk doğmuyor. Bu doğumlar sekizi buluyor. Ve dahası anne mutsuz, eksikli, çünkü eşine erkek çocuk verememiş durumda ve muhtemelen baba başka bir kadını eve getirebilecek. Ve artık Altın bunu idrak edebilecek yaşta. Küçük bir yer Dersim. Hele Ovacık daha da küçük. Erkek çocuk dünyaya getiremeyen kadının orada adı yok. Kardeşlerinin tüm sorumluluğunu küçük yaşta üstlenen Altın’ın kaderini evlerinin önünden geçen bir kadın değiştirmiş. O güne kadar alıştığı “kadın” rolünü tepetaklak eden, erkeklerin saygıyla arkasında yürüdüğü, Savcı Nurhayat Hanım. O gün annesine diyor ki, “Ben savcı olacağım”. O gün “Ben annem gibi olmayacağım” diyor. Bugün Türkiye’nin tanınan avukatlarından biri.

Nazmiye Muslu Muratlı (Milli halterci)


Kalça çıkığıyla dünyaya geldi. Yanlış ameliyat yüzünden komaya girdi. Öldü diye morga kaldırıldı. Babası onu morgda bulduğunda vücudu hala sıcaktı. Bedeniyle ilgili birçok insanın kaldıramayacağı acılar yaşadı. Ama yürüyememenin üzüntüsünü hiç yaşamadı. Çünkü anne ve babası ona hiçbir zaman engelli diye bakmadı. On iki yaşına kadar hayatı hastanelerde geçti. Ağrıları, sancıları oldu, sürekli ameliyatlara girmesi gerekti. On iki yaşında artık yürüyemeyeceği kanaatine varıldıktan sonra ona bir tekerlekli sandalye alındı. Sokaktaki çocuklar ip atlıyorsa, o elleriyle atladı, onlar koşuyorsa, o leğenin içinde koştu. Annesiyle çarşıya çıktığı bir gün, hayatı değişti. Karşısında onun gibi tekerlekli sandalyede olan bir hanım yanına geldi, “spor yapmak ister misin? diye sordu. “Kesinlikle istemem” dedi. “Bak, ben sporcuyum. Gel spor yap” dedi. Telefon numarasını aldı. Birkaç kez üst üste aradı, ikna etti. Spor salonuna gitti. O zamana kadar engelli halteri olduğunu bilmiyordu. İlk başladığı gün 55 kilo kaldırdı. Kilosu 37.4’tü. Şimdi Hatay’ın Dörtyol ilçesinde çok şık bir sitede yaşıyor. Türkiye’ye üst üste olimpiyat şampiyonluğu getiren, üstelik bunu erkek sporu olan halterde başarmış bir kadın, Nazmiye. İlk Avrupa Şampiyonası için çıktığı maçında üçüncü oldu. Engelli halterinden federasyona madalya ile yurda döndü. 2008 olimpiyatlarına girdi. Madalya alamadı. Başarısızlık sorumluluğunu, ciddiyetin ne olduğunu daha iyi anlamasına sebep oldu; haltere dört elle sarıldı. Hocalarını değiştirdi, kendi bildiği tarzda çalışmaya başladı, her gün çift idman yaptı. Sonuçta dünya şampiyonası geldi. Yıl 2010’du. 2013 yılında evlendi. 2016 Rio Olimpiyatları’na çok güçlü hazırlandı. Dünya rekorunu çok rahat kırdı. Başarı hiç de kolay gelmedi. Çok çalıştı, çok çileli günleri geçti, stadın kaloriferleri yanmıyordu, evden aldığı elektrikli sobayı tekerlekli sandalyesinde kucağında taşıyordu her gün. İki kez olimpiyat şampiyonu oldu.

Berna Şen (Türkiye’nin ilk kadın F16 pilotu)

Hava Harp Okulu’nda okudu. İki yüz erkeğin arasında on kadar kadındılar. İdeali F16 pilotu olmaktı. F16’ya giden yol ise meşakkatli bir yoldu. Mezun olduktan sonra iki yıl pilotaj eğitimi aldı. İki yıllık eğitimin her günü test ediliyorsunuz. Yani bir uçuşta başarısız olursanız, bir sonraki uçuşa çıkma şansınız yok. Çok zorlu bir eğitim. Birisinin sizin sırtınızı sıvazlamasına ihtiyaç duyuyorsunuz. “Yaparsın sen” demesini bekliyorsunuz. Her gün spor yapıyor. Fiziksel anlamda güçlü tutmak zorunda kendini. Psikolojik anlamda da güçlü olmak zorunda. Havacılıkta her an, her durumla karşılaşabilirsiniz ve yeni duruma adapte olmanız gerekiyor. Bir olay oldu mu, o olaya hemen alternatif çözüm üretmeniz şart. Havacılık onun bakış açısını çok farklılaştırdı, onu çok geliştirdi. Tevekkülü öğrendi. Hayatla ilgili kesin planlar yapmanın çok doğru olmadığını öğrendi. 25 yıl sonra yolcu pilotu oldu. Yolcular anonsunu duyduğunda şaşırıyorlar ama şu ana kadar “bu uçağın pilotu kadın” diye uçaktan inen olmadı.

Yukarıda örnek verdiğim kadınlar az değil; yazımda ancak bazılarına yer verebildim. Oysa daha nice kadınlarımız var. “Neden kendi yaşamımız da bir sanat eseri olmasın” diyen Foucault’yu doğrulayan bu kadınların hepsi de yaşam öykülerini bir sanat eserine dönüştürmüş kişiler. Her kadın bir kahraman; toplumda kendilerine belirlenmiş rolleri kabullenmeyip sınırlarının seçilmişliğine, alanlarının daraltılmışlığına razı gelmemiş, hepsi de yaşam sınavını başarıyla vermiş. 8 Mart gibi günlerde kadınlığın, zaman ve emek istediğini, bu uğurda sabrın önemini bir kez daha anlıyor; içinizin sesi denilen şeyin varlığına, dahası doğruluğuna gönülden inanıyor, bazı şeylerin ne çok değiştiğini öğreniyorsunuz. Merakları zengin, yaşama iştahı yüksek bu kadınları bir diğerinden ayıran, benzersizliğini sağlayan, kendi hikâyesini biricik kılan bu kadın kahramanların sesine kulak vermek gerek.

Related Images:


Yayımlandı

kategorisi

yazarı:

Etiketler:

Yorumlar

Bir cevap yazın