Bir yandan doğa değişirken, borç batağında iflaslar, kapanan fabrikalar, sokağa atılan işsizler, ürününü tarladan kaldıramayan çiftçiler, umudunu yitiren çarşılar, kapılara dayanan hacizler bu soğuk kış gününün gündemini oluşturuyor. Üretimde, ithalat-ihracatta, sosyal planda yaşamın tüm sektörlerinde ekonomik manzara hiç umut vermiyor. İnsanlar kaygılı, gelecekten endişeli. Gerçekten de gündem hayatımızı o kadar kilitliyor ki ekonomik krizin boyutları ürkütücü bir tablo olarak gözümüzün önüne seriliyor. Yalnız ülkemiz değil, küresel ekonomik bir kriz söz konusu. Avrupa’da da olumsuzluklar devam ediyor; Almanya’da küçük ve orta büyüklükteki işletmelerin yarısı 2019’da daralma bekliyor. Fransa’daki sarı yelekli eylemleri ekonomiye zarar vermeye başladı. İtalya’daki sorunlar ve Brexit belirsizliği devam ediyor. Özetle 2019’da dünya ekonomisi 2018’e göre daha iyi olmayacak bir görünüm sergiliyor. Bir kez daha kendi istemimiz dışında ve hep başkalarınca biçimlendirilmiş bir sistemin içindeki sıkışmışlığımızı hissediyoruz. Kısaca hep kalabalık bir kitle içinde yaşasak da hep yalnız ve sadece kendimizle başbaşayız.
Gündelik hayatın sıradan görünen dağınık ayrıntıları bunlar. Ya iç dünyamız? Tökezlemelerimiz, sendelemelerimiz, tutkulu aşklarımız, ayrılıklarımız, içimize yaptığımız sarsıcı iç yolculuklarımız, hesaplaşmalarımız, ödeşmelerimiz, kaçırılmış fırsatlarımız, hayal kırıklıklarımız, sancılarımız…
Sonsuz bir döngü içerisinde devinen dünya yeni yıla böyle bir ekonomik tabloyla girdi. Zaman evrenin hareketi. İnsan zaman karşısında çaresiz. Üstelik zamanın geçtiğini algılayan, anlamlandıran tek varlık. Belirli bir süreç içinde bu yaşamın içine sıkıştırılmışlığımızın çaresizliği ve yaşamın albenisi karşısında iki kat çaresiziz. Zaman gelip geçiyor; bizler ise bu devinimin hızı önünde yol almak, koşmak, kendi “ben”imizi yakalamak zorundayız. Her gün kaç kez dönüp bakıyoruz yaşadıklarımıza… Bizim yaptıklarımız, yapmayı düşünüp yapamadıklarımız, düşlerimiz, düş kırıklarımız, başarılarımız, yıkılmışlıklarımız iplik iplik yaşamımızın yumağını sarıyor. Yaşadıklarımız hem herkesinki gibi, hem yalnızca bize özgü. Bu yüzden herkesin yolcuğu ayrı, bu yüzden yaşam korkunç bir ıssızlık.
Doğanın her yıl yeniden canlanması gibi, geçen yılın kurumuş yapraklarından toprağa geçen maddeler üzerinde yeni, yeşil yaprakların filizlenmesi gibi, herkes umutla yeni yıla girmek istiyor. Geçmişi bugüne bağlayan bağların gizli teyelleri başka türlü sökülüp atılamaz çünkü.
Her ülkede yılbaşı kutlamaları ayrı törenlerle gerçekleştiriliyor. Eski yıldaki kötü olayların ve kötü şansın yeni yılda yaşanmaması için değişik yılbaşı kutlamaları tertipleniyor. Çinliler, bir önceki yıldan kalan kötü şansı göndermek için yılın son günü evlerini temizliyor; yeni yılın şans getirmesi için evlerine çeşitli bitkiler alıp, kırmızı zarfların içine koydukları paraları çocuklara dağıtıyorlar. Japonlar ise yeni yıla girerken hem kötü ruhları kovmak, hem de yeni yılın kendilerine şans ve mutluluk getirmesi için evlerinin kapılarına ip asıyor. Saatler gece yarısını gösterdiğinde yeni yıla mutlu girebilmek için yüksek sesle kahkaha atmaya başlıyorlar. Hollanda’da insanlar, bir önceki yılın ruhlarını gönderme ve yeni yılın güzel geçmesi adına yılbaşı günü sokaklarda yaktıkları ateşin etrafında toplanarak yılbaşı ağaçlarını ateşe atıyorlar. İsviçre’de iyi ve kötü ruhları simgeleyen kostümler giyerek yılbaşı kutlaması yapılıyor. Almanya’da eritilmiş kurşun soğuk suya atılarak gelecek yılın nasıl geçeceği hakkında yorumlar yapılıyor. Danimarka’da insanlar eskiyen tabaklarını atmayarak yılbaşına saklıyorlar. Yılbaşı günü sevdiklerinin kapılarının önünde bu eski tabakları kırıyorlar.
İnsanlar yaratıcı çünkü her zaman varolan ile yetinmemek gibi bir özelliğimiz var. Bu yaratıcılıklarını da neden yılbaşı kutlamalarında sergilemesinler? Hayvanlarda olduğu gibi içgüdülerimizle hareket etmeye programlanmış olsaydık, hiçbir şeyi değiştirmek gerekmeyecekti. Oysa güzeli arıyor insan. Geçmişin yaralarını aşıp, onun üzerinde yeni bir gelecek inşa etmek istiyor. Herkesi hakiki bir gönül ergenliğiyle kucakladığı bir dünyayı var etmek istiyor. Daha yaşanılır bir dünya hepimizin hakkı. İçimizi zenginleştiren, aklımızı aydınlatan, ruhumuzu besleyen, bizi biz yapan, hayatı hayat yapan bir dünya kurmak hepimizin hakkı. Yaşamak tek zenginliğimiz, bizi sevince, sevdaya, sevgiye götüren güçlü tılsımımız…
Sizlere yeni yıl armağanım olarak çok sevdiğim Ali Cengizhan’ın 1986 tarihinde yazdığı bir şiirini sunmak istiyorum.
“Yaşam küçük şeyleri sunacak sana
ve sen onlardan büyük şeyler çıkaracaksın.
Çünkü görülecek şeyler var daha.
Ve sen onlardan büyük şeyler çıkaracaksın.
Çünkü görülecek şeyler var daha.”
İşte gün bitiyor. Saatler hızla, gösterişli bir şekilde uçup gitti. Uzun bir düş gibi. Uzun ve dumanlı.
Bir cevap yazın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.