Sümer’den Elam’a, Babil’den Asur’a, tarihin, uygarlığın başladığı coğrafya Orta Doğu aynı zamanda tüm semavi dinlerin ortak anavatanı. İslamiyetin doğuşuna kadar irili ufaklı Hristiyan ve Musevi orjinli topluluk ve devletler; Doğu Akdeniz’den Kızıldeniz’e kıyısı bulunan topraklara, Arabistan çöllerinden Yemen’e kadar varlıklarını sürdürmekteydi. İslamiyet’in doğuşu, hızla yayılması ile birlikte bu topluluk ve devletler süreç içinde yıkıldı, çözüldü, halkları da küçük topluluklar halinde varlıklarını korumaya çalıştılar.
Din devletlerinin farklılıklara bitmeyen öfkesi
İslam da diğer semavi dinler gibi siyasal olarak devletler üzerinde kendini örgütledi ve bunun derin tarihsel etkileri oldu. Orta Doğu coğrafyasında İslamiyet sonrası kurulan devletler kaçınılmaz olarak kendini din ile yani İslamiyet ile yapılandırdı, tahkim etti. Tarihin dönemselliği içinde olağan bu süreç, devletlerin, farklıları ve farklılıkları en hafif ifadeyle varlığı için risk olarak algılamasına neden oldu, her daim öfkelendirdi.
Özellikle 7. Yüzyıl sonrası Emevi Devleti ile birlikte sistematik hale gelen İslamiyet dışı dinsel toplulukların gerilemesi, hatta yok olması süreci günümüze kadar farklı tonlarda devam etti. Osmanlı Devleti’nin bölgede nispeten daha esnek iktidarı bu topluluklara nefes aldırsa da dinsel ve kültürel olarak gelişmelerine, nüfuslarını korumaya yetmedi.
Osmanlı Devleti’nin yıkılışına giden sürecin başlangıcı diyebileceğimiz 19. Yüzyıl’ın özellikle de ikinci yarısı boyunca Orta Doğulu Hristiyan toplulukların, Kuzey ve Güney Amerika başta olmak üzere Batı’ya yoğun göçüne tanık oluyoruz. Bağdat, Halep, Şam gibi coğrafyanın önemli ticaret merkezlerinde yoğunlaşan Hristiyan topluluklar on yıllara yayılan bir süreçte Amerika kıtasının genç devletlerinin yeni yurttaşları oldular.
Avrupa’dan Güney Amerika’ya zorunlu göç yolları
Aynı dönemde Orta Doğu coğrafyasının Hristiyan topluluklarını ilgilendiren bu gelişmenin Anadolu kentlerini etkilememesi elbette mümkün değildi. Güney Doğu Anadolu bölgesinde Mardin, Diyarbakır, Hakkari gibi bir çok kentte yaşayan gayrimüslim topluluklar kaybettikleri güven duygusunu ve umutlarını yeşertebileceklerini düşündükleri yeni kıtanın farklı devletlerine göç ettiler. Süryani, Keldani, Asuri toplulukların yaşam alanlarını ve umutlarını ABD’den Brezilya’ya, Arjantin’den Meksika’ya çok uzak coğrafyalara taşımak zorunda kalmalarını Kent-Yaşam yazılarımda ele almıştım. Brezilya’da en az bir yüzyıl önce buraya göç etmiş Mardinli Süryaniler ile ilgili birkaç kısa notu da yine bu satırlar aracılığı ile paylaşmıştık.
Asıl konumuz olan Türkiye dışı Orta Doğu coğrafyasındaki son Hristiyan toplulukların zamana yayılı tehciri olarak ele alabileceğimiz hüzünlü göçe dönelim. Son çeyrek yüzyılda İran-Irak savaşı ile başlayan ve ardı arkası kesilmeyen bölgesel savaşlar Orta Doğu’da varlıklarını küçük de olsa günümüze kadar korumayı başarmış son Hristiyan toplulukları huzursuz etti. Savaşın eksik olmadığı Orta Doğu, kalan Hristiyan topluluklarını da bu son çeyrek yüzyılda kaybetmeye başladı.
Yükselen siyasal İslam ve Orta Doğulu Hristiyanlar
Ağırlıklı olarak Araplar’ın oluşturduğu Orta Doğu’daki Hristiyan toplulukların varlığına yönelik tek tehdit elbette sadece savaşlar değildi. Yine son çeyrek yüzyılda Orta Doğu’da yükselen siyasal İslam belki de savaşlardan daha fazla bölgede yaşayan son Hristiyan toplulukları endişelendirdi. Geçen her gün bölge Hristiyanlarının kendilerini daha az güvende ve mutlu hissetmelerine neden oldu. Arap yarımadasında zaten varlığını sürdürmeyi başaramayan Hristiyan toplulukların diğer bölge ülkelerindeki kalan zayıf varlıkları, siyasal İslamın iktidarı ile yok olma sürecine girdi.
İran’da İslam devrimi sonrası önemli bir Yahudi ve Ermeni nüfus ülkeyi terk etti. Hristiyan Arap ve diğer etnik gruplarının kendilerini nispeten güvende hissettikleri Lübnan ve Suriye’de yakın geçmişte yaşanan ve yaşanmaya devam eden gelişmeleri hatırlayalım. Irak ve Suriye’de hala devam eden savaş ve mezhep çatışmaları Batı dünyasına yönelik yeni göç dalgası başlattı. Daha iyi bir yaşam umudu ile Batı’ya göçen Müslüman kalabalıkların yanında zaten bir avuç kadar kalan son Hristiyanlar da dinsel ve kültürel varlıklarını koruma adına Avrupa’ya göç kervanına katıldı.
Dini fanatizm, uygarlığı doğduğu topraklarda boğacak!
Orta Doğu’nun, hayat, umut ve mutluluk adına kalan son renkleri Hristiyanlar, bölgede artık unutulmaya başlanan sanat, sinema, müzik, edebiyat, felsefe ve benzeri, hayatı domine eden, zenginleştiren topluluklardı. Edward Said’den Paul Anka’ya, Freddie Mercury’den (gerçek adı Farrokh Bulsara olan İranlı Zerdüşt) Najwa Faruk’a, Orta Doğu’ya yüzyıllardır hayat, mutluluk ve umut veren Hristiyan topluluklar günümüzün adı konulmamış son tehcirinin mağdurları.
Farklı olan herkesi, her şeyi tehdit ve karşıt olarak gören hakim din algısını dayatanlar, aslında Orta Doğu’yu kendileri için de yaşanmaz hale getirdiklerini uzun olmayan bir gelecek de görecek ancak “özgür insanlık, özgür Orta Doğu” için artık geç olacaktır. İnsanlığı ve insana ait tüm farklılıkları yok etmeye programlı bu acımasız baskı ve tek tip yaşam dayatması, uygarlığı, doğduğu topraklar olan Mezopotamya’da Orta Doğu’da korkarım ki boğacaktır.

Orta Doğu’nun son Hristiyanları, son tehcir!
yazarı:
Etiketler:
Bir cevap yazın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.