Cumhuriyet’in mayası ve bir şişe serum…

Benim nâçiz vücudum bir gün elbet toprak olacaktır. Fakat Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır.”
M. Kemal Atatürk



29 Ekim 1923 akşamı ilan edildi Cumhuriyet. “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” anlayışındaki devlet yönetimi yürürlüğe girdiğinde, demokrasiye giden aydınlık bir yolun başlangıcındaydı savaş yorgunu ülke.

Çağdaşlaşmayı amaçlayan büyük devrimlerin yapıldığı bu dönemde, “fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür” bireyler yetiştirmek için kollar sıvandı. Özellikle kültür ve sanat alanında yapılan devrimlerle çoğulcu demokrasinin adımları atıldı.

Bu adımların içinde bir şişe serum hikayesi fedakarlığın, korunması gereken Cumhuriyet rejimine nasıl gelindiğinin yürek burkucu öyküsüdür.

***

Kurtuluş Savaşı’nın tam göbeğinde yaşlı bir doktor. Loş bir çadır içinde bekliyor. Dışarıda top, tüfek sesleri. Savaş bütün şiddetiyle sürüyor. kolları kırmızı beyaz şeritli askerlerin taşıdığı sedyelerin biri gidip, biri geliyor… Doktorun içi sıkıntılı. Solgun idare lambasının ışığı altında yaralıları bekliyor. İçinde büyük bir endişe. “Ya… Oğlu hiç dönmezse cepheden. Ya bir tek oğlu bu çatışmada ölmüşse…”

İçi titredi doktorun. Kalktı, hızlı adımlarla çadırın içinde dolaştı. Neden böyle düşünüyordu? Çünkü içinden bir ses bugün bir felaketle karşılaşacağını söylüyordu. Doktor, bu sesi boğmak ister gibi derin derin soluyordu. Birden gürültüler arttı, yaklaştı sonra… Yaklaştı… Ya oğluysa?

Çadırın dışına dua okuyarak çıktı. Boğuk bir sesle sordu sıhhiyecilere, “Ağır yaralımız var mı?”…

Cevap verdi genç sıhhiyeci, “Ağır yaralımız yok. Yalnız miralayımızın sağ bacağını gülleyle fena yaralanmış. Bu esnada hücuma kalkan fırka da ilerleyince, yaraya uzun müddet bakılmamış, Yara çok pis, seruma ihtiyaç var”…

Doktor sararmış yüzünü sıvazladı elleriyle… “Allah bize acıdı desenize. Çünkü fırkamızın hayatı miralayımızın hayatına bağlıdır. Bir serum yapıp, tetanos tehlikesini atlatmalıyız. Kendisini hemen içeri alın”…

Tam o anda beyninden vurulmuşa döndü doktor. Birden sarsıldı bedeni… “Oğlum!” diyebildi belli belirsiz. Gelen sedyenin üstüne atıldı. Yaralı ağır görünüyordu. Göğsünde derin bir yara vardı. Doktorun arkadaşları ameliyat masasına aldı oğlunu hemen. Doktor benzi sapsarı yaklaştı masaya. Yara berbattı. Allahtan çok derin değildi, tehlike yoktu. Derin bir soluk aldı doktor. Gülümsedi belli belirsiz. Tetanos tehlikesi vardı ama ne gam! Serumu bağladıktan sonra…her şey iyi olacaktı.

Yanındaki eczacıya döndü, “Hemen iki serum getirin. Biri oğlum, diğeri miralay için”…

Eczacı durdu kaldı. Belli belirsiz bir sesle, “Doktor Bey, biliyorsunuz durumu. Düşman tayyareleri ecza depolarını bombaladılar geçen gün. Elimizde serum yok, sadece bir şişe var. O da?… Sustu eczacı sonra…

Doktor bir serum sözünü tekrarlayıp durdu. Ne yapmalıydı? Seruma muhtaç iki yaralı vardı, bir şişe de serum… Biri mülazım, (teğmen) diğeri miralay (albay)… Biri alay komutanı, diğeri küçük zabit. Biri kendi oğlu, diğeri bütün alayın babası… Yüreğinde çatışma aman vermedi doktora. Eczacı meraklı ve korku dolu gözlerle baktı doktora. Sıhhiye askerlerinin bakışları, uykusuzluktan kan çanağı doktorun gözlerine takıldı kaldı. Doktor sanki saatlerce durdu. Sonra birden titrek, kaygılı ama azimli bir sesle, “O serumu miralaya takınız” dedi ve yığıldı oğlunun üzerine…

***

Günlerce ayrılmadı oğlunun başından doktor. Tetanosun ateşinde oğlunun kıvranan bedenini boş gözlerle seyretti. Oğlunun gözleri çakmak çakmaktı. Dışarıdan müjdeli haberler geliyordu. O son kez oğlunun bedenine sarıldı, sarstı, sarstı… Sonra oğlunun cansız bedenini kucağına alarak çıktı dışarı. Ne yapacağını bilmez halde, önündeki dağa doğru yürüdü, yürüdü…

O andan sonra ne doktoru, ne de oğlunu bir daha gören olmadı.

***

Bir destan böyle yazıldı işte. Bu destan başka destanlara benzemez. O destan, emperyalizme karşı, emperyalist ülkelere karşı verilen mücadele ve sonrasında kurulan Cumhuriyettir. Ortak yaşam alanımız olan Cumhuriyet, o zor günlerde, o doktorun gözyaşlarıyla, o oğulun cesaret veren bakışlarıyla, o miralayın yaralı olarak katıldığı cephedeki başarılarıyla, gencecik askerlerin acıyı bal eyleyen cesaretleriyle taçlandı.

***

Önünüzdeki dağlara iyi bakın. O dağlarda, 29 Ekim’de kurulan Cumhuriyet’in mayası bir şişe serumu, Kurtuluş Destanı’nı yaratan Mustafa Kemal’i ve ona inanan o fedakar insanların ruhlarını hissedecek, göreceksiniz.


*Yazının oluşmasında Nazım Hikmet’in Bir Şişe Serum hikayesi önemli yer tutar. Yazı, Tankut Öktem’in Çetmeli Kara Ali Çavuş ile oğlu Mehmet Onbaşı heykeli öyküsüyle ve Tarih Dergisi Kurtuluş Savaşı Anıları yazı dizisiyle zenginleştirilmiştir.

Related Images:


Yayımlandı

kategorisi

yazarı:

Etiketler:

Yorumlar

Bir cevap yazın