Selfie kelimesi 2013 yılında Oxford sözlüğünde yer aldı. Hatta politikacılara da sıçradı. ABD Başkanı Barack Obama’nın Danimarka Başbakanı Helle Thorning-Schmidt ve İngiltere Başbakanı David Cameron ile 10 Aralık 2013 tarihinde Mandela’nın cenaze töreninde çektikleri selfie o anın popülerleşmesini sağlamıştı.
Sosyal antropolog Prof. Dr. Tayfun Atay, selfie fenomenini sosyal medyadan önce popüler kültüre dayandırıyor. Bu konudaki görüşünü şöyle açıklıyor:
“Popüler kültür, hayatımızda temel oluşturmaya başladı. 2000’lerin başlarında hayatımıza giren reality şovlarla sıradan insanlar da meşhurluk hevesine kapılır oldu. Şöhret ve ünlü olmak starlar üzerinden çıkıp sıradan insanı böylesi bir eğilimin içine çekti. Böylece herkeste kendini ifade etme, beğendirme ihtiyacı ortaya çıktı.”
Kısaca, insanlık, “düşünüyorum o halde varım”dan, “görünüyorum o halde varım”a geldi.

Ama selfie çekmenin özünde öyle bir otoportre arayışı var ki, öyle bir içimizde beslediğimiz narsist egomuzun kendimizle hesaplaşma ve yüzleşme arzusu yatıyor ki, tüm riskleri göze alabiliyoruz. Belki de, kendi sahiciliğimizi, kendi gerçekliğimizi hissetmek için, kendi kendimize duyduğumuz bir özlem arayışı içine giriyoruz farkında olmadan.
Hiç düşündünüz mü, neden selfie çekiyoruz? Neden hayatımızın her anını kayda geçirmek zorunda hissediyoruz? Kendimizden, anılarımızdan gizli bir arşiv oluşturmak ihtiyacımızdan mı? Paylaştığımız her selfie görüntümüz, sosyal medyada bize mutluluk getirmekten öte mutluluğumuzu ispatlamanın ve bu ispatın verdiği hazzı yaşamanın bir aracı. Özünde sadece kendimize tuttuğumuz bir ayna. Kendimize bakmaya, kendimizi çoğaltmaya, kendimizi sergilemeye, kendimizi farklı göstermeye yarayan bir araç…

Psikologlara göre Facebook, Instagram gibi başkalarının hayatını teşhir eden araçlar mutsuzluğa kapı aralıyor. Bununla da kalmayıp insanların kıskançlık hislerini de kamçılıyor. Bu ise kişileri, hayata karşı tatminsiz kişiler haline getiriyor. Kişilerin gözleri önünden akıp giden bütün bu fotoğraflar psikologların tespitine göre insandaki tatminsizlik hissini artırıyor. Hatta öyle bir noktaya getiriyor ki, sırf Facebook’taki bu furyaya yetişebilmek adına kişiler kendi hayatını mutlu gibi göstermeye başlıyorlar.

Milliyet Gazetesi’nin yapmış olduğu habere göre, Londra’nın Covent Garden bölgesinde bulunan City Lit Üniversitesi öğrencilerine “selfie” dersi verilecek. Medya Uzmanı Yrd. Doç. Dr. Ali Murat Kınık’a göre, selfie’nin İngiltere’den sonra Türkiye’de de ders olarak okutulacağını söylüyor; özellikle iletişim, güzel sanatlar, sanat ve tasarım fakültelerinde bu dersin konulabileceğini ön görüyor.
Herkes tarafından sevilen selfie’leri daha estetik hale getirebilmek için çeşitli mobil uygulamalar geliştirildi. Güzellikle ilgili detaylara önem veren MeituPic, inceltme, cilt sorunlarını saklama gibi birçok ayara sahip. Line ekibinin oluşturduğu B612 daha iyi, daha estetik görüntüler sergilenebilmesi için, selfie tutkunlarına 40’tan fazla filtre seçeneği sunuyor. Makyaj uygulamasına benzeyen Photo Wonder ile ten renginizi değiştirmeye ya da ciltte bulunan kusurları silmeye yarayan bir kurgu programı. FrontBack, aynı anda hem ön hem de arka kamerayı kullanarak o anda nasıl göründüğünüzü size ön kamera ile sunarken arka kamera ise bulunduğunuz ortamı gösteriyor. Filtreden fazlasını sunan Pip Camera, özel efekt olgusuyla fotoğraflara değişiklik katıyor.
Tabii ki, selfie’yi popüler yapan hızlı çekilip paylaşılması ve bu paylaşımın kaynağı olan sosyal ağlar. Eskiden çoğunlukla başkalarının yardımı ile çekilen bu tür fotoğraflar şimdi tek başına çekilebiliyor. Bir an düşünün, şimdiki selfie’yi çekebilmek için makineyi ayarlayıp, bir yerlere sabitleyip, koşup karşısına geçtiğimiz günlerden bu günlere geldik. Ne de zahmetli bir işti. Üstelik kendinizi görmeden, kamera karşısına poz verdiğimiz günleri düşünün. Eskiden kontrol, bakaçtan-vizörden bakıp fotoğrafı çekende iken şimdi kişi, ekrandan kendi kontrolünü yapabiliyor.
1960’larda Guy Debord, modern toplumun bir “gösteri toplumu” olarak tanımlanabileceğini ileri sürmüştü. Çalışmalarıyla “Beden Kuramı”nın gelişmesine büyük katkılar sağlayan Fransız düşünür Michel Foucault da, 1970’lerde modern toplumun bir izle(n)me toplumu olduğunu, insanların izlendiklerini, incelenerek sürekli kaydedildiklerini söylemiş, görsel kültürün hayatımızın belirleyicisi haline geldiğine dikkat çekmişti. Ona göre, görsel kültür, insanların okuma ve yazma davranışlarını değiştirmiş, yazılı kültürün okuma, düşünce üretme ve ifade etme gibi özelliklerinin yerini artık ?görünme’ ve ?gösterme’ almıştır.
Yüzümüz iç dünyamızı temsil ediyor. Dünyada oluşumuzu, hayatta oluşumuzu kutlamak ve bunu başkalarıyla paylaşmak istiyoruz. Hala hayatta ve hala gerçek olduğumuzu belgeleme ihtiyacımızı gideriyoruz. Çektiğimiz selfie’lerin günün birinde belleğin derinlerine sinen unutulmuş günler yumağından ansızın su üstüne çıkan bir çocukluk anısı gibi bir gün su yüzüne çıkıvermesini umuyoruz.
İnsan nasıl bir dil bulabilir, kendini anlatmak için? Kelimler o kadar cana yakın, o kadar uyumlu, o kadar kolaylıkla uyarlanabilen şeyler ki, yorucu derecede can sıkıcı olabiliyorlar. Oysa selfie’lerde yaratılan yeni bir dil, yeni bir gösterge var. Çağımız insanı şeffaf bir dil bulmak istiyor kendini anlatabilmek için. Şeffaf bir dil, bizi özgürleştiren, buyurgan olmayan, kendini beğenmeyen ama küçültmeye de çalışmayan, ruhumuzun tüm çıplaklığıyla benliğimize teğelsiz ve dikişsiz tastamam uyan, gerçekten kendini tanımaya çalışan. Kendimizi arayışımız ve kendimizi sergileyişimiz, insanı insan yapan narsist doyum döngüsünün temel taşı, ben ve başkası arasındaki iletişimin en temel unsuru. Kimliklerimiz her birimizin gösteri alanı? giyim kuşam, beden ve yüz, tüm görüntümüz gösterinin en temel parçaları?
Selfie’lerimiz? Bir süreklilik? Bir hayat bağı simgesi? Açık denizde kaybolmamızı engelleyen simgesel çapalarımız? Zamanın gizemli işleyişinin içine dalmak gibi bir şey. Kendi yüzümüzü göremediğimiz için, kendimizi çevremizdeki insanların yüzlerinde görüyoruz ve yavaş yavaş aynamız oluyor başkaları.
İşte, insanın trajedisi bu. Kendini göremiyorsun. Neye benzediğini aynalardan fotoğraflardan biliyorsun, ama şu yeryüzünde ister dost, ister yabancı, ister en yakın sevdiklerin olsun, insanların arasında dolaşırken kendi yüzün sana görünmüyor. Başka yerlerini, kollarını bacaklarını, ellerini ayaklarını, omuzlarını, gövdeni görebiliyorsun, ama sadece önden; ancak uygun bir biçimde kıvırdığın takdirde bacaklarının arkası dışında hiçbir yerini arkadan göremiyorsun; görmeye ne kadar çırpınsan da yüzünü göremiyorsun, hiç göremiyorsun, oysa sonuçta -en azından başkaları açısından- yüzün senin kimliğin.
Bir cevap yazın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.