Kitap sayfalarının kokusunda savrulmak istemez misiniz?

Murathan Mungan kitap okuma eylemini şöyle yorumluyor:

“Her kitap okumanın bir yolculuk olduğu söylenir. Her kitap aynı zamanda bir büyük yolculuğun parçasıdır; o büyük yolculukta başlı başına bir uğrak, bir konaklama yeridir.”

Kanımca zaman karşısında diri kalmanın yolu kendini yenilemekten, dünyaya açık gözlerle bakmaktan yani okumaktan geçiyor. Hiç şüphesiz sizin de bir okuma zamanınız vardır. Bazen ansızın hayat ağır gelmeye başlar, sanki başaramamışım, sanki yenilmişim gibi gelir bana, bir kırılganlık anımdır, hayata küskün olmaya yaklaşmışımdır, aşağılara savrulduğum, ruhumun derinliklerinden bana nüfuz eden bir hüzün dalgasına yakalanmışımdır… Böyle anlarımda bir kitaba sarılırım. Bilirim ki okuyacağım yazar kendimi korunaklı, güvende hissetmemi sağlayacaktır. Yalansız, egosuz, kaprissiz, sonsuz huzur veren bir ortamın içine dalarım. Düşüncelerim gelişir, hayatı ve insanları daha iyi kavrarım, yaşama gücüm, hayata karşı cesaretim daha da artar. Çok büyük zenginliğe gerek duymadan, size haz vaat eden bir büyülü dünyaya adım atarım.  Bir yazar bizlere neler söylemez, neler göstermez ki. Bize hissettirmiş, yaşatmış, düşündürmüş olması bile başlı başına bir armağandır.

İlk gençlik yıllarımdan beri dinmek bilmez bir açlıkla donatmaya çalıştım kütüphanemi. Her okuduğum kitabın ayrıcalıklı olduğunu, onu ihtimamla korumam gerektiğini bilirim. Okuma süreci içerisinde bazı sayfalarına ilgili notlar düşerim, yıllar sonra geriye doğru dönüp baktığımda yaşadığım geçmiş heyecanları anar, bana yaşattığı heyecanın okuma yolculuğumun seyrini hatırlatan her bir notu, uzun bir zaman rastlamadığım bir dosta kavuşur gibi gülümseyerek selamlarım.  Üstelik parça parça gelişen ve beni geliştiren bu dostlar, o kitabı okuyup anladığıma dair kılavuzluk ederler bana; kitabı okuyup okumadığımı bu notları sayesinde anlarım.

Lâkin kişisel kütüphânesini oluşturmaya çalışan pek çok insanın derdi ve sıkıntısı aynı: yer sorunu! Bu soruna karşı, raflarda derinlere doğru arka arkaya ikili ve üçlü sıralar, maalesef ki geçici çözüm; zira onlar da çok geçmeden doluyor, üstelik arka sıralardaki dostlara ha deyince öyle kolay ulaşamaz oluyorsunuz, bu da soruna ayrı bir boyut ekliyor. Sık kullanılmayanları ve kıyılamayan eski dostları kolileyip bir köşeye istifleyeyim diyorsunuz, gözden ırak olan gönülden de ırak olur korkusuyla içiniz rahat etmiyor. Eh, tüm evde kitaplar dolusu bir kütüphaneniz olsa bile gözünüzün doymayacağı ve daha fazlasını hayal etmeden edemeyeceğiniz de bir gerçek. Dolayısıyla ömür, bu tatlı ve vazgeçilmez ikilemlerin gelgitinde sürüklenip gidiyor…

Okumanın zaman ve emek istediğini; bu uğurda sabrın önemi tartışılmaz. Ama yalnız okumak değil, hangi kitabı okuyacağınızı seçmek de başlı başına bir emek ister. Kitabevlerine uğramak, ayakta saatlerce durup, sayfaları karıştırmak, benim için vazgeçilmez bir alışkanlık. Hele arayıp da bulamadığım bir kitabı görünce, dünyalar benimdir. Beklenmedik bir anda karşıma çıkmış olan bu kitaplardan bazıları unutulmaz bir anı olarak anımsarım.

Bir kitap kurduysanız, sizden önceki kuşaklar içinde kitabın oluşum serüvenini özel bir dikkatle anlamaya, verimlerinin zaman karşısında nasıl bir sınav vermiş olduğunu öğrenmeye çalışıyorsunuz. Tarihte ilk kütüphane İskenderiye Kütüphanesi. İskender’in İmparatorluğu dağıldıktan sonra Mısır yöresi Ptoleme Hanedanına geçince bu hanedanın yarattığı bir kütüphane. M.Ö. 250 senesinde kurulmuş 500 veya 700 bin papirüs tomarını kapsadığı söyleniyor ki bu gerçekten inanılmayacak kadar büyük bir rakam. Hele o günlerde bugünkü gibi matbaalarda bol bol kitap üreten işlikler olmadığını düşününce 700 bin papirüs tomarını toplamanın kolay bir iş olmadığı çıkıyor ortaya.

Helenistik Çağ genel olarak sanatı ve bilimi geliştirmek aracı olarak kütüphaneleri kullanma fikrini yaratmış olan bir çağ. Yalnız İskenderiye Kütüphanesi yok, Anadolu’da Bergama Kütüphanesi var, o çağda kütüphaneler arası yarışlar var, kim hangisini geçecek yarışmaları.

Tarihsel kaynaklar Atina Tiranı Plistratus’un M.Ö. 540’ta Atina’da bir kütüphane kurduğunu söylüyor. Bu kütüphane Pers Kralı Serhas Atina’yı işgal ettiği zaman İran’a götürülmüş, savaş sonrası anlaşmalara dayanılarak da tekrar Atina’ya geri getirilmiş. Bu olay o çağlar için bir kütüphanenin ne kadar önemli, savaş sonrası anlaşmaya girebilecek kadar önemli olduğunu bize göstermesi açısından ve eskilerin kitaba verdikleri değer açısından önemli.

Büyük Konstantin zamanında Roma İmparatorluğu’nun 26 tane kütüphanesi varmış. Anadolu’da, Afrika’da, Yunanistan’da kütüphaneler kurmuşlar Romalılar. Anadolu’da Efes Antik Kenti’ndeki Celsus Kütüphanesi 1970-1978 yılları arasında Avusturyalı Prof. Dr. Hueber ve Prof. Dr. Strocka yönetiminde restore edildi. M.S. 110-135 yılları arasında yapıldığı tahmin edilen bu kütüphane muhteşem bir anıt görünümünde.

oma Kütüphanelerinin arkasından ilk Hristiyan Kiliselerinin kütüphaneleri geliyor. Kayseri’de, Filistin Kayseri’sinde, Beytüllahm’da,Küdüs’te pek çok kütüphane kurmuşlar. Bunun arkasından Hristiyanlığın geç dönemlerinde manastır kütüphaneleri oluşmuş. Bu güne ilginç gelen bir husus da kitapların raflarda zincirlerle bağlanıyor oluşu. Ortaçağda kitap o dönem için çok değerli. Bu yüzden kitaplar dışarı çıkmıyor. Okuyucu istediği zaman rahlelere zincirle bağlanmış kitabı ancak orada okuyabiliyor.

Ortaçağ Manastır kütüphanelerinden söz ederken İslam dünyasının kütüphanelerinin önemini vurgulamak isterim. İslam dünyasında da 10 milyon mevcutlu kütüphaneler vardı, yani İslam dünyası kütüphaneler konusunda çok iddialıydı. Bazı kaynaklara göre 10. Yüzyıl’da Avrupa kütüphaneciliğine göre 200-300 yıl ilerdeydi, hem derlemelerin zenginliği, hem kütüphanecilik yöntemleri bakımından. Topkapı Sarayı kompleksi içinde yer alan müstakil bir bina halinde, üçüncü avluda Sultan III. Ahmed (1704-1730) tarafından yaptırılan kütüphane binası, hem binası hem de zengin süslemesi bakımından bir sanat anıtıdır.

RKütüphanelerden söz etmişken, Jorge Luis Borges’i düşünmeden geçemem. Çocukluğunda saatlerini kitap okuyarak geçirirdi. Yaşamındaki en önemli unsur olan babasının kütüphanesi, sahip olduğu edebi altyapıya işaret eden sağlam bir örnektir. Baba Borges, İngiliz şairlere hayrandı ve bu tutkusunu oğluna da aşılamıştı. Borges kitapları o kadar çok seviyordu ki, şehir kütüphanesinde çalıştı. Ellilerinde kör olduğunda çalışmaya devam etti. Önce belediye kütüphanesinde asistan olarak ardından Buenos Aires Ulusal Kütüphanesi’nde yönetici oldu. Bir kütüphaneci ve kitap aşığı olduğundan, Jorge Luis Borges’in kısa öykülerinden birinin, bir kitap ve ona saplantısı olan bir adam hakkında olması bizi şaşırtmıyor. Borges’e göre, hayatın en büyük macerası ve ilgilenmeye değer gördüğü tek şeyi, okuduğu kitaplardı. Borges, eylem adamı olmadığını anlatmış, kendisini bir şair ve yazardan önce bir okuyucu olarak gördüğünü açıkça söylemişti. “Okumak yazmaktan öte bir iştir… Daha uysaldır, daha uygardır, daha entelektüeldir” diyen Borges ateşli ve düzenli bir okuyucuydu; düşünüp yorumlayan ve araştıran bir zihne sahipti. Zihnini kurcalayan sorularını araştırdı ve bu uğraşını yazın dünyasına armağan etti. Bize, okurları olarak, onun rehberliğinde uçsuz bucaksız okuma yolculuğuna çıkmak düşüyor.

Bir televizyon programında hayranlıkla izlediğim özel bir kütüphaneden, Prof. Dr. Celal Şengör’ün özel kütüphanesinden söz etmeden bu yazıyı bitirmek olmaz. Jeolog Celal Şengör’ün kendi dalında dünya çapında bir ünü var. Türkiye’nin tarihinde Amerikan Bilimler Akademisi için seçilen ilk bilim adamımız. Akademi Bilimler üyesi olmanın dışında Avrupa’nın Akademisi olan Academia Europaea ve Alman Bilimler Akademisi’nin Avusturya Bilimler Akademisi’nin, Leibniz Bilim Cemiyeti’nin (eski Prusya Bilimler Akademisi) ve Rus Bilimler Akademisi’nin üyesi, TÜBİTAK’tan Türkiye’de en genç bilim ödülü alan kişi. Avrupa Yerbilimleri Birliği (European Geosciences Union, kısaca EGU), Prof. Dr. Celal Şengör’ü 2018 Arthur Holmes Madalyası’na layık gördü.

Prof. Dr. Celal Şengör, bir çocuk masumiyetinde anlatıyor, kütüphanesi üzerine bilgi veriyor. Kütüphane uzmanlığı olan jeolojiden mitolojiye, sözlüklerden felsefeye kadar geniş bir alandan oluşuyor, atlas koleksiyonu başlı başına bir hazine. Türkiye’nin en çok kitaba sahip olmayan ama en kaliteli ve değerli kitaplara sahip olan kişisel kütüphanesidir. 50 binden fazla kitap barındıran kütüphane. Kitapların hemen hemen hepsi yabacı dillerde yazılmış orijinal kitaplar. Bu kütüphaneye hayran olmamak elde değil. Kitap aşığı herkesin sahibi olmayı isteyebileceği türden bir kütüphane. Bir kitapsever olarak itiraf edeyim ki kıskandım. Ama tatlı bir kıskançlık. İnsanlar durup dururken biblioman olmuyorlar, biblioman olabilmesi için önce bibliofillik, kitap sevgisi gerekiyor. Tabii, yaptığınız işe bu denli titizlikle yaklaşınca böyle bir kütüphanenin oluşması doğal görünüyor. Çok ince ayrıntılar üzerinde durulmuş Celal Şengör; örneğin kütüphanede 1580 yılından bir kitap bulunuyor, gerçek bir dinozor yumurtası fosili sergileniyor. Jeoloji ve jeolojiye katkı sağlayan muhtelif bilimlerden bilim insanlarının heykelleri baş hizasının üstünde sergileniyor. Celal Şengör öğrencileri ile bazı derslerini bu kütüphanede verdiği için öğrenciler burayı gezerken bu insanların altında yürüsünler, yüzlerini görsünler diye düşünmüş.  Daha hatırlayamadığım bir sürü ayrıntı…

Okumak bir arayış, hakikati, doğruyu, güzeli arayış. Her arayış içinde bulma heyecanını barındırır. Arayışlar hiç bitmez. Sizler de tüm dünyayı unutmak, sayfaların kokusunda savrulmak istemez misiniz? Haydi! o zaman…

Yaşamınızda kitapların aydınlığı eksik olmasın. Güzel okumalar dilerim.

Related Images:


Yayımlandı

kategorisi

yazarı:

Etiketler:

Yorumlar

Bir cevap yazın