İnsanların tek maaşla geçinememeleri, kadınların çalışma hayatına daha çok girmiş olması, insanların daha çok sokakta zaman geçirmelerine neden oldu. İşten çıkıp eve gidene kadar bir kafede bir şeyler içip gitme alışkanlıkları başladı. Büyük kentlerde trafiğe bağlı zaman kayıpları nedeniyle, insanlar, ev dışında daha çok zaman geçirmeye başladılar. Eskilerin muhallebi dükkânlarında geçen zamanları, şimdilerde kafelerde zaman geçirdikleri yerlere dönüştü. Bu değişim de yeni bir kafe kavramı ortaya çıkardı. Bir şeyler yiyip içebileceğimiz yerler yaygınlaşmaya başladı. Ayrıca pasta ekolüne sahip Fransızların mutfak lezzetleri de bu kafelerde, raflarda yerlerini buldu.
Kıbrıs Şehitleri Caddesi’nde hayatın nabzı atar. Sürekli bir eylemi yansıtır. Herkes bir hareket halindedir, durağanlık yoktur. Kaldırım kenarına dizilmiş sepetlerde, güneşin altında sapsarı parlayan muzlar satar bir satıcı? Karşı kaldırımda yan yana dizilmiş günlük gazeteler yaşar. Satıcıların sesleri bir taraftan yankılanır. Sokağın bir köşesinde çiçek satıcıları, güneşi âdeta içmiş çiçeklerden size bir buket uzatır. Sokağın ritüeli bu. Bir kıpırdanış, bir koşuşma, bir gidiş geliş? yaşamın kendisi.
Geçmişe bir gezi? Gezindiğim sokaklar. Bunca yıl geçmiş! O günlerde biri deseydi ki, anılarını yazacaksın, inanır mıydım ona? Yaşamın bir canlı parçasıdır bize kalanlar, her geçen günle daha anlam kazanan, daha güçlenen. Ben ne yapardım, diye düşündüm. İlkokul, ortaokul, lise yıllarım gözümün önüne geldi. Bir yığın şey unutulup gidiyor, ama öyleleri de var ki, silinmiyor bleleğimizden. Bizi biz yapan şeyler bunlar.
Kıbrıs Şehitleri’nin üzerinde çocukluğumun kahvehanesini gözümün önüne getiriyorum. Anılarda canlanan o resim hep içimde. Nerelere gittim ben böyle? Kaç yaşlarındaydım? On, on bir? On bir yaşında sanırım. Boş boş oturan insanlar arasında tavla veya iskambil kâğıdı oynayanlar, nargile tüttürenler gelir gözümün önüne. Boş zamanı geçirmenin adı kahvehane olur. Bir eylemsizlik hüküm sürer. Yorgun ve derinlere dalmış gözleri ve çember kesilmiş sakallarıyla suskun erkekler, bir yandan otururken diğer yandan sigara içip ellerinden düşürmedekileri tespihleri parmakları arasında sallayıp dururlar. Ağızlarında Yeni Harman, Bafra, Birinci, İkinci, Üçüncü sıraları. Başkalarıyla yan yana var olmanın bir başka boyutudur kahvehaneler. Hayata gevşek bir kayıtsızlıkla karşıdan seyretme sanatı da diyebiliriz. Oynak tespihler, fokurdayan nargileler eşliğinde? Kimisi nargilesini fokurdatmaya, kimisi de kâğıdın ya da tavlanın başına oturmuş, bir köşede de günlük gazetelerin içine gömülüp siyasetteki gelişmeleri yorumlayacak, ?Usta, üç az şekerli kahve çek; çaylar on olsun!? seslenmeleri arasında, masa ile ocak arasında mekik dokuyan kahveci çırağı el çabukluğuyla servisini yaparken konu konuyu açacak, mahallenin sorunları genel konulara uzanacak? Bu arada radyodan hüzünlü bir şarkının nağmeleri, kahvenin gürültüsüne karışacak?
Kaybolmuş heyecanların ve tutkuların dışlandığı, umursanmadığı yer miydi kahvehaneler? Can sıkıntılarının iskambil veya tavla oynayarak, nargile içerek veya sadece orada oturarak, geleni gideni seyrederek can sıkıntılarını gidermeye çalışan aylak insan takımı? Sigara dumanı kahvehanenin her köşesinde hissedilir, biz oradan geçene kadar üstümüze başımıza bulaşırdı. Bazen Hatice Teyze beni alışverişe giderken yanına alırdı. Onunla dolaşmak pek keyifliydi. Kahvehanelerden geçerken, Hatice Teyze başını eğer, orada oturanların gözlerinden kendini kaçırırdı. O erkek kalabalığının arasında eşinin olduğunu bir utanç olarak içinde taşırdı.
Neler, kimler yoktu ki bu güzelim caddede. Ar Sineması, Geyik Tuhafiye, Selluka Kasap dükkânı, Macit Şehzade’nin kırtasiye dükkânı, İzmir Eczanesi, Manav Cemal Ağa, Gazeteci lakaplı faytoncu İsmail Amca, Kamer Telefon, Muzaffer Gerzeli’nin jet telefonu ve daha niceleri? Kıbrıs Şehitleri Alsancak Eczanesi’nin kıdemli sağlıkçılarından Aziz Tamer her Alsancaklı’nın evine girmiştir şüphesiz. Ya da sempatik ve güler yüzü ile etrafa mutluluk saçan tonton Milli Piyango biletleri satan biletçi Hasan Baba’ya mutlaka rastlardınız. Ya da Kıbrıs Şehitleri Caddesi’nde, Ali Çetinkaya Bulvarı’nda ve Dominique Sevgi Yolu’nda, başında şapkası ile devamlı Alsancak yollarını arşınlayan, karış karış dolaşan, ince uzun, geniş omuzlu esrarengiz adam hiç kuşkum yok ki dikkatinizi çekmesin.
Günümüzde, İzmirlilerin en meşhur buluşma noktasıdır Sevinç Pastanesi’nin önü!
Kıbrıs Şehitleri Caddesi’nin girişindeki büyük meydanda kalabalık denen koyu, rengârenk bir ırmak akar. Kıvrılarak ilerler insanlar, birikintiler oluştururlar. Kimi zaman küçük küçük derelere ayrılırlar, kimi zaman ırmaklar halinde birleşirler. Gözlerim dalgınca görür onları. Bu karışık kargaşa cumartesi öğle saatinin yürüyen kalabalığıdır. Ayrılan dostların “Hoşça kal!”ları, “Görüşelim”lerin yankısı kesik kesik duyulur. Uzaklarda kahkahalar atan gençliğin esrikliği? Buruşuk elleriyle adamlar, kulaklarından sarkan inci küpeleriyle kadınlar? Kadın giysilerinin sonsuz çeşitliliğinde kentin şen türküsünü bulursunuz. İçeride dışarıda, kafelerde, sinemalarda, restoranlarda, orada burada, her yerde, onların gittiği her yerde bu kargaşayı, bu seslerin mırıltısını, şamatasını işitirsiniz kentin. Tüm Alsancak uçucu, kırpışan mozaik kırıntılarından yapılmış gibi parıldar. Bir kuş şakır camın dibinde. Meydanın odak noktalarının etrafında, yürüyen kibrit kutularına benzeyen otobüsler şangırdar, homurdanır. Sanki dev kibrit kutuları bunlar. Madeni bir gıcırtı çıkarırlar yola koyulurlarken. Şehir neredeyse dimdik yükselir, hiç istifini bozmadan.
Anılar gelip gidiyor. Gelip gidecek yaşadıkça?
Bir cevap yazın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.