Rahat bırakın insanları

Denize yakın, çok yakın. İzmir’in en uzun caddesi Mithatpaşa üzerinde, 99 Sokak başındaki apartmanın bodrum katı burası. Hakimiyet-i Milliye İlköğretim Okulu’nun cıvıl cıvıl çocuk sesleri kulaklarımda, iki basamak merdiveni iniyorum kaldırımdan aşağı. Heyecanlıyım. Uğraşısında ne zaman yarım asır devirmiş bir usta görsem hep böyle heyecandan kabarır yüreğim.

Kapıda durmuş, okyanus mavisi gözlerinin içi gülümseyen, ak saçları gibi beyaz tenli, ipek inceliğinde bir zarif insan bekliyor beni… Kırk yıllık dost sevecenliği ile karşılanıyorum. İlhan Koman’ın sergi açılışında görmüştüm onu ilk kez. Buyur ediliyorum içeriye. Adımımı içeri atar atmaz kuyumcu vitrinindeki mücevherler gibi ışıldayan boy boy seramiklerin içine düşüyorum.

Seramiklerin sergilendiği girişten sonra, sağdaki odada çalışma masası ile misafir karşılama oturma grubunun yanından geçip, arkada fırın ve çamur çalışma mekanını olan, ama şimdi tamamen boşaltılmış bölümü geziyoruz bir solukta. Girişin sağ tarafındaki çalışma masasının önündeki koltuklarda yerimizi alıyoruz. Yandaki kafeteryadan çaylar geliyor. Ortada duran sehpanın üzeri dosyalar, kataloglar dolu, belgeler hazır, beni bekliyor.

Masanın ardı boydan boya kitaplık, çoğu bağışlandığı halde hala kitap dolu içi. Karşımdaki duvarda boy boy Japonca, Almanca, Türkçe, Fransızca yazılı seramik sergi, sempozyum afişleri. Afişlerin önündeki rafta ışıltılı onlarca ödül, dizi dizi kadife kutular içinde madalyalar, teşekkür plaketleri… Oturduğum yerden afişlerin olduğu duvarın ardında görünen odanın, henüz çekilmiş bir diş boşluğu gibi duruşu, inceden inceye bir sızı yayıyor ağzımın içine.

Dilimde hissettiğim bu çekilmiş diş sancısı ve acı morfin tadı yüzünden olsa gerek, elimde olmadan ağzımdan kaçan bir cümleyle, pat diye soruyorum:

“35 yıl burada emek vermek ve bugün buradan eşyalarını, kitaplarını, fırınını, sırlarını, çamurlarını, seramik eserlerini, hatıralarını boşaltıp çıkmak nasıl bir duygu?”

Gülümsüyor, onda hiç burukluk yok gibi, bendekinin aksine…

“Özellikle kitapları verirken çok güzel bir duygu. Çünkü onların internetten dahi ulaşamayacakları kitaplar vardı. Yurtdışından getirdiğim, bir de doğrudan bana gelen piyasada bulunmayan, çok eski, yeni basımı olmayan çok değerli kitaplar… 1960’lı yıllardan beri biriktirdiğim…”

Sanatın toplumsal tarihi

Bingül Başarır uluslararası üne sahip bir seramik sanatçısı. Sanat yaşamında neredeyse 60 yılını dolduruyor. 35 yılını geçirdiği bu mekanda kim bilir nasıl gençlik heyecanları, duyguları, hayalleri ile kaç ton çamur yoğurdu, fırınlarda pişirdi, kaç özgün eser meydana getirdi? Kim bilir hangi büyük değerli sanatçıların eserleri, sesleri ile dünyanın bütün renkleri yayılmıştı bu dükkandan İzmir sokaklarına? Kaç sanatçıyı, kaç sanatseveri ağırladı BADA Sanat Galerisi adıyla bu küçük oda? Onların seslerini, duvarlara sinmiş varlıklarını hissettiğiniz “sır”ların bu mekanında, ona can veren her nesnenin, her hatıranın, tatlı yorgunluluklarının, alınterinin, usul usul damarlardan kan çekilircesine boşaltılıyor olması hangi sanatseverin içini sızlatmaz ki?

Atölyesinin tüm malzemelerini henüz Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesine bağışlamış olduğu şu günlerde bu sohbeti gerçekleştirebilmek benim için büyük şans oldu. Çünkü Bingül Başarır’ın 1962 yılından bu güne kadarki kişisel gibi görünen sanat yaşamı öyküsü, aslında dikkatli bir alt okumayla aynı zamanda ülkemizdeki sanatın toplumsal tarihi hakkında çok “sır”larla dolu, çok sırları da açığa çıkarıyor. Yıllar geçtikçe, tekrar geriye dönüp, onları katman katman açmaya, altındaki cevheri arkeolojik kazı heyecanıyla yeniden keşfetmeye çalışacağımızdan eminim.

Bingül Başarır, Anadolu toprağını, çağdaş özgün yorumlarıyla yoğurup pişirerek harika eserler ortaya çıkarmakla kalmıyor, kişisel yaşantısındaki sabrı, olgunluğu, özgüveni ve azmiyle neler başarılabileceğine dair, genç kuşaklara hala esin vermeye devam ediyor.

Bingül Başarır’ın alaylı olarak başladığı sanat kariyerinde okullu olan birçok sanatçıyı sollayıp, yaratıcı cesaretiyle uluslar arası bir ün kazandığını görüyoruz. Kolaycılıktan, kopyacılıktan uzak araştırmacı kişiliği sayesinde alanında ilklere imza atıyor. Uzun denemeler sonucunda çeşitli cam, volkanik taş ve kendi buluşu kömür gibi malzemelerle seramik çamurunu birleştirerek özgün eserler meydana getiriyor.

Bingül Başarır’ın sanatının değerlendirmesini yapmak benim haddime olmadığından, öncelikle sohbetimizi aktarayım ve eserleri hakkındaki değerlendirmeleri de yazımın sonuna eklediğim, uluslararası seramik ustalarının ve eleştirmenlerinin görüşlerine bırakayım.

“Bingül Başarır seramik yapmaya ne zaman başladı?”

Bu klasik soruya Bingül Başarır, “Çok klasik olacak ama henüz altı yaşındayken, Adapazarı Hendek’te, halamın evinde ocağın yanında duran toprak çanağın aynısını yaparak başladım” diye yanıt verdi. O yıllardan başladığı, çevresinde bulduğu mısır koçanları, çer çöple üç boyutlu obje yapma ve resim merakı babasının da teşvikiyle devam etmiş.

Seramikle henüz haşır neşir olmamışken, 1959 yılında Beyoğlu’nda bir pasajın içinde Füreya’nın sergisine rastlayınca çok etkilenmiş. İşte o gün seramikçi olmaya karar vermiş Bingül Başarır, ne yapıp edip Füreya’ya ulaşmış. Füreya’nın onu bu sevdadan vazgeçirme yolunda konuştuklarını kulak arkası edip, inadıyla atölyesine yardımcı olarak girmeyi başarmış sonunda. Füreya ders vermeyeceğini, kendisine çömez olmayı kabul ederse başlayabileceğini söylüyor.

Geç vakitlere kadar süren uzun ve yoğun iş temposu içinde henüz yirmili yaşların başındaki bu tutkulu genç kız, fırsat buldukça kendisi için küçük boy birkaç küçük pano, küçük kolye uçları, madalyon ve taş formunda objeler yapar. Füreya bu işleri görünce özellikle kolye ve madalyonlarının dünya çapında rağbet görebilecek düzeyde güzel olduğunu söyler ona. Hatta kendi sergisini açtığı atölyede onun yaptığı bu küçük işleri de sergisine dahil eder. Bu büyük bir şans olur çırak Bingül için. İşleri sergiye gelenler tarafından çok beğeni alır.

Çok geçmeden, Çekoslavakya’da uluslar arası bir yarışma için Akademi’de eser seçimi yapıldığını duyar Bingül Başarır. Sergide eserlerini gören kişiler ona baskı yapar katılması için. Ama o ustası Füreya’nın söylemesini beklemektedir. Füreya’dan ses çıkmayınca son dakikada Akademi’de seçici kurulda jüri başkanı İsmail Hakkı Oygar’a işlerini teslim eder. Füreya da jüri üyesidir. Füreya atölyeye gelip, haber vermediği için onu azarlayınca, son dakikada vakit bulamadığını söyler. Olan olmuştur. Akademi jürisinden Çekoslavakya’ya gitmesi uygun görülüp seçilen işler arasında çırak Bingül’ün de eseri vardır. Mutlu haber tez gelir. Türkiye gurubunun eserleri içinde dört kişi altın madalya kazanır. Füreya, İsmail Hakkı Toygar, Gorbon Işıl seramik fabrikasının atölye şefi ve de Bingül Başarır! Ama bu muhteşem başarı üzerine, atölyenin kapısı görünür, Füreya artık bir şekilde kendisinden öğreneceği bir şey olmadığını ima eder çırak Bingül’e.

Cesaret, emek, vefa

Araya girip Füreya’nın bu tavrının nedenini sormak istiyorum ama Bingül Hanım sözümü kesip Füreya ile ilgili herhangi bir olumsuz yorum yapmama fırsat vermeden ekliyor: “Füreya çok mesafeliydi. Ben de çok çekingendim. Ama her zaman çok nazik davrandı. Zaten ben seramikten çok, şu bakımdan çok memnundum. Orası bir kültür merkeziydi. Benim herhangi bir yerde tanıyamayacağım insanları tanıdım. Ahmet Hamdi Tanpınar mesela. Son derece kibar bir insandı. Bana karşı da çok kibardı. Sabahattin Eyüboğlu, Bedri Rahmi Eyüboğlu, Halikarnas Balıkçısı, Abidin Dino, Fahrünnissa Zeid, Aliye Berger. Aliye Berger çok sevimli, candan bir sanatçıydı.”

Kalkıp arkadaki kitaplığın içinde bulunan Aliye Berger ve Füreya’nın kendisindeki eserlerini gösteriyor. “Füreya’nın atölyesinden bu olaydan sonra ayrıldım. Ama orada tanıştığım tüm aile fertleri ile çok iyi ilişkilerim oldu. Onlar da beni saydı. Hatta burada Halikarnas Balıkçısı’nın kızı İsmet Hanım, onunla da yakınız, kızları öğrencim oldu. Ben Füreya’ya minnettarım, atölyesinde çok değerli insanlarla tanıştım. Birkaç dil konuşuluyordu.”

Bir süre herhangi bir seramik işine giremeyince, İstanbul’da 2. Levent’teki evine küçük bir seramik fırını alarak üç boyutlu objeler ve panolar yapmaya başlar Bingül Başarır.

Seramik sanatının çok bilindiği sanılıp da aslında çok az bilinen bir plastik sanat dalı olduğunu söylüyor Bingül Başarır. Şöyle devam ediyor:

“Sanılıyor ki fonksiyoneldir, kap kacaktır, sonra sonra dekoratiftir gibi.. Oysa, resimde heykelde olduğu gibi duyguların da yansıtıldığı bir daldır. İçinde renk var, form var, asıl önemlisi teknoloji var. İleri teknolojide uzaya giden araçların bir çoğu seramikten yapılıyor. Elektrik sistemlerinde kullanılan parçalar… Seramik kimyacılığı, mühendisliği dalları var.”

Bingül Başarır eserlerinde çokça doğadan, insan hikayelerinden esinlenir. Anadolu topraklarında, coğrafi, arkeolojik, tarihsel konuları inceler, Hitit sevdası işleri ortaya çıkar. Ülke dışındaki insan hikayeleri de etkiler onu; Afrika’daki açlık, Amerika’daki ırk ayrımcılığı, tutsaklık, özgürlük, değişim, gelişim gibi kavramlar da ilgi alanındadır. Genom serisinde olduğu gibi bilim de etkiler duygularını, eserlerine yansıtır gen sarmalını.



Ankara’da Mühendisler Birliği lokali açılacaktır, oradan sergi teklifi gelir. “O zaman pek galeri filan da yoktu, ilk seramik sergisini ben açtım Ankara’da” diyor Bingül Başarır. Şans yüzüne iki kez güler bu sergiyle birlikte. Zamanın Belediye Başkanı Vedat Dalokay, BMM masalarını yapmasını teklif eder. Bu teklif yapılabilecek, Mustafa Oygar, Füreya, Atilla Galatalı gibi az sayıda bilinen ünlülerin arasında Binül Başarır bu şansı yakalar. İkinci önemli teklif sergiye gelen zamanın Turizm Bakanı Ali İhsan Göğüş’den gelir, “Bu sergiyi Paris’e götürün” der.

“Onu ilk defa orda gördüm, hiç tanışmıyordum. Bir zamanlar böyleydi, sergiye gelen Bakan oluyordu, gazeteci oluyordu. Sizin özel bir çabanız gerekmiyordu bu kişilerin gelmesi, destek vermesi, haber yapması için. Bir davetiye yetiyordu…”

Her sanatçının hayalindeki sanat cenneti Paris’te yaşam

Bakanlık desteği ile sergi Paris’e götürülür. Dünya sanat merkezi Paris’in kalbi Montparnasse’daki galeride açılır sergi. Kültür müdürü bir kez için bu sergiye yazık olacağını ve birkaç sergi yapmak önerisini getirir. Altı ay sonraya bir sergi daha ayarlanır ama Türkiye’ye bunları getirip götürmek madden ve şartlar bakımından çok zordur. Altı ay kendi imkanları ile kalabilmek için kalacak yer ve iş imkanı araştırır Bingül Başarır. Christian Dior’da terzilik işi bulur. Dünyanın yüksek sosyetesini giydiren bu moda merkezinde kalfa yardımcısı olarak İran Prensesi Farah Diba ile ABD Başkanı John F. Kennedy’nin eşi, moda ikonu Jacqueline Kennedy’nin elbiselerini diker!

Sergi sayısı dörde çıkınca iki yıla çıkar Paris’e yaşam. “Orada tanıdıklar var mıydı?” diye sorduğumda, Paris’teki yaşamını şöyle anlatıyor:

“Abidin Dino vardı, Güzin Dino’nun bana çok yardımı oldu. Belediye onlara ev vermişti. Valeris’e, Cote D’Azur’a, Nice’a gidecektim. ?Gidersen Picasso’nun seramiklerini yaptığı, Suzan Ramiye’nin atölyesi var, oraya git’ dedi. Oğlu Alain Ramie yönetiyordu atölyeyi, onunla tanıştım. Bana sergi teklif etti. Hatta buraya da (İzmir’e) geldi, Efes’te kaldı. 1980’de orada Picasso’nun seramiklerini yapıyordu. Şu balıklı tabak da onundur. (Duvardaki afişteki tabak) O artık simgesel oldu. Onun kalıpları vardı. Onları basıyorlardı. Benden istedikleri onların dışında bir şey yapmamdı. Onlara daha farklı çağdaş bir şey yapmamı istiyorlardı ama olmadı. Bende iki çocuk var, babaları var. O gitti geldi, ben gittim, ama kısmet olmadı bir türlü. Ancak sergilere katıldım.”

Yurda dönüş, art arda gelen siparişler

Paris’te peş peşe açılan sergilerinden sonra adı iyice yayılan Bingül Başarır, bu kez Ankara’da çok önemli devlet kurumlarında mimari yapı ile bütünleşen eserleri için siparişler alır.

“En büyük işi oğluma hamile iken aldım. TRT’den, Tarım Kredi Müdürlük binaları için. Sonra Arı Stüdyosu için 70 metre kare, 25 metrekare de sinemada, geri kalanı tiyatroda. Ayrıca Cumhurbaşkanlığı yönetim binasının duvar panosu var… 1967 de evlenmiştim, 1968’de çocuğum oldu. Hamileliğim ağır geçiyordu. Ev atölye olarak çalışıyordum. Çanakkale Seramik’te fırınlamaya göndermiştim eşimle, bu büyük işleri. Ama dayanamayıp ben de gittim ardından. Kar kıştı. Bazı parçalar kırıldığından meğer o hemen geri dönmüş. Ben boşu boşuna hamile halimle o yolu gidip dönmek zorunda kaldım karda kıymete, kötü otobüsle. Son derce zorluklarla yürüyordu işler yani…”

“Bu büyük boy sipariş panoları yaparken, eserlerinizin konusu, tekniği nasıl kararlaştırılıyordu?” diye sorduğumda, siparişlerin mimarlardan geldiğini, konu verdiklerini ama buna pek uymadığını söyleyen Bingül Başarır, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Benim amacım hem mimariye uysun, rengi ve formuyla mimariye baskın gelmesin, hem de kendi tarzımı yansıtsın istiyordum. Bir de tabii birim ücreti yüksek tutuyordum. Az ve öz olmasını istiyordum. Çünkü o panolar sayesinde uluslararası tanınırlığım oldu. Uluslararası Seramik Akademisi (IAC) sekreterinden bizzat üyelik teklifi geldi. Oysa oraya üye olabilmeniz için başvurduğunuzda size üç kişinin referans olması gerekiyordu, ondan sonra seçim oluyordu bir de. Benimki böyle olmadı, direk teklif sekreterden geldi bana.”

Denize komşu, İzmir’in ilk özel galerisi BADA

Bingül Başarır eserlerini BADA adıyla imzalıyor. 1978’de bu mekanda açtığı galerinin de adı aynı zamanda. Bu ismin nerden geldiğini soruyorum. Küçükken babaannesi onu bu isimle çağırırmış. Sevdiği bir lakap, seramikte imza için de uygun hurufat olduğunu söylüyor.

O zamanlar ve hala çok ünlü olan sanatçıların sergilerinin açılılışını yapmış burada. Hüseyin Yüce, Halil Akdeniz, Turan Erol, Nejdet Kalay, Cuma Ocaklı, Zahit Büyükişleyen gibi…

Sanatsever guruplar oluşmuş galeri etrafında. O yıllarda sergi salonu olarak Resim Heykel Müzesi ve Akbank’ın olduğu, daha sonra yeni galeriler ve Vakko Galerisi açıldığını anlatıyor. Ama İzmirli’ye sanat eseri satma zorluğundan yorulduğunu ve galericiliği bıraktığını söylüyor.

Çok sonraları, birkaç yıl öncesi Konak Belediyesi Güzelyalı Kültür Merkezi galerisinde çok güzel sergiler düzenlediklerini, eser bırakan sanatçıların eserlerinden elde edilen koleksiyon ile amaçlarının Konak Belediyesi için bir müze hayallerinin olduğu söylüyor. Ama ne yazık ki değişen yönetimlerle birlikte hayal edilen projelerin hep rafa kaldırıldığını görüyoruz.

“Sanata insanların ihtiyacı var mı, neden sanat yapılıyor?”

Sanatçıların ve sanat eserlerinin yeterli ilgiyi görmemesi sorunlarına giriyoruz.

Sanatının felsefesi, gündelik yaşamda estetik, sanatın gelişmesinin önündeki engeller, sanat eserinin toplumla, insanla buluşma gerekliliği, şartları, sorunları… sanatçının kimliği, sanatsever kişiler, kurumlar ve onlara düşen görevler…

Sohbet sırasında çokça sorun, çokça kaygı dile geliyor. Bir kaçını aktarayım. Mesela sanatçının yurtdışı sergilere daveti, katılması, yarışmalarda kazandığı ödülü almaya gitmesi ile ilgili deneylerinde bürokratik engelleri anlatıyor ki, gözlerimiz yaşarana kadar gülüyoruz. Aziz Nesin’in “Yaşar ne yaşar ne yaşamaz” öyküsündeki komediler gibi. Uluslararası ortamlarda temsil ile ilgili sorunları şöyle özetliyor Bingül Başarır: “Siz gittiğiniz zaman birisi anons ediliyor: Bingül Başarır – Türkiye, bir kişi görüyorlar… Ama siz gitmediğinizde adınız okunup geçiyor. Halbuki gittiğinizde birçok insanla tanışma görüşme şansınız oluyor.”

“Bayrağı göndere kaç kere, sayısız çektirdim. Bayrakların önündesiniz ama arkanızda kimse yok!”

“Çok sayıda ödül aldınız, süreçler sancılı, ama ödüller almak ülkeyi temsil etmek güzel şeyler değil mi?” diyorum. Yanıt tam da sanatçının kim olduğuna dair genel bir yaklaşım oluyor:

“Ben ülkeyi temsil edeyim diye gitmedim. Hiçbir zaman ülkeyi temsil edeyim diye de çalışmadım. Sadece işimi sevdiğim için başarabildiğim kadar başarmaya çalıştım. Ama dolaylı olarak ülkemi temsil ettim. ?Türk sanatçı’ dendi, bayrağımız asıldı. Bayrağımızın asılması o kadar önemliyse benim temsil ettiğim kurum da bunu değerlendirmeli diye düşünüyorum.

Bir zamanlar çok keskin bir şekilde tartışılıyordu ?sanat kim için?’ diye. Aslında sanat tabii ki toplum içindir. Ama siz toplum için sanat yapmazsınız. Siz kendi duygularınızı kendi üslubunuzca yansıtırsınız, ama o hedefine ulaşır. Siz iyi bir şey yapmışsanız, insanları etkileyebilecek bir şey yapmışsanız, o zaman toplum için sanat yapmışsınızdır. Ama ?Ben toplum için sanat yapayım’ diye çıkılmaz, ben böyle bir şey düşünmem.”

“Bundan sonraki çalışmalarınızı nasıl sürdüreceksiniz, atölye kapanınca?” diye soruyorum. Yanıtlıyor Bingül Başarır:

“Ben atölyeyi kapatınca kendimi sanattan kopmuş saymıyorum. Sadece mekanı boşaltıyorum. Bir süredir burada bir şey üretmiyordum zaten. Jüri üyeliklerim var, sempozyumlara davet ediliyorum, öğrencilere danışmanlıklarım var, bunlar da sanatsal tatmin edici şeyler. Mutlaka üretmem gerekmiyor, 60 yıla yakın üretmişim artık, hala sanatın içindeyim, hala kafamda tasarımlarım var, ondan kopmuş değilim. Bir de kutsal bir görevim var; ikiz torunlarıma bakıyorum, kızım doktora yapıyor, ona yardımcı oluyorum.”

“Soyut sanata ilgi var mı?”

Bingül Başarır’ın duvar panoları, üç boyutlu heykelleri soyut tarzda. Yine şeytanın avukatlığı sorumu atıyorum ortaya: “Sanatın izleyicisi, gerek mekanın içinde yer alan, gerekse sergilerde sergilenen soyut eserlerlerinizle buluştuğunda, nasıl bir ilişki içinde oluyor, neler hissediyor? Bunu hiç izleme imkanınız oldu mu?”

“Benim işlerim çok kolay anlaşılan işler değil ama şaşırtıcı bir şekilde kabul görüyor. Her sergimde her, düzeyde insanlardan ilgi gördüm. Mesala Ahmed Adnan Saygun Sanat Merkezi’ndeki sergimde, orada bulunduğum sürede orada çalışanlar, koruma görevlilerine kadar çok yakın ilgi gördüm. Defalarca gezenler ve ?Benim çocuklarım da böyle sanat yapsa, ilgilense’ diyenler oldu. Ben çok aramasam da her sergimde hedefe ulaşıyorum. Soyut işler ama anlıyorlar, beğeniyorlar, ilgi gösteriyorlar, etkileniyorlar. Ben de bunu samimiyete bağlıyorum. Herhangi bir şeyle güdümlenerek değil de içten gelerek yaptığım için, sanırım bu içtenlik, samimiyet yansıyor eserlerime.”

“Ben insanların sanat karşısında ürkek olduklarını düşünüyorum. Onun için çocukluktan başlatmak gerekir sanat eğitimini. İlkokuldan başlayarak galeri ziyaretleri yaptırmak, arada bir şeyler anlatmak gerek sanatla ilgili. Çünkü yetişkinler sanatı uzaya ait, kendi dışlarında bir kavram sanıyorlar. Oysa üstümüzdeki şu giysi bile sanat ve bilim ürünü. Siz seçiyorsunuz şu rengi, ben başka bir şeyi. Demek ki bir estetik duygunuz var, korkmasanız, bir adım atsanız gelişeceksiniz.”

Kendi değerini bilmemek, komşunun tavuğu hesabı…

Bingül Hanım çok yaygın bir soruna parmak basıyor. Sadece sanat değil her alanda karşılaştığımız toplumsal bir sorunu dile getiriyor:

“Yine bir başka şey var. Genel olarak bir özgüven eksikliği. Türkiye hep yabancı ülkelerin daha iyi olduğunu düşünüyor. İzmirli İstanbul’un daha iyi olduğunu düşünüyor. İstanbullu da yurtdışının daha iyi olduğunu… Kimse kendi önündeki, yanındaki şeyin değerini bilmiyor. İzmir’i örnek alırsak, ne değerli insanlar göç etmiş İzmir’den. İzmir’e gelip yerleşmek isteyenler bile vazgeçti… Mesala Halil Akdeniz, Mehmet Güler vardı. Burada sergiler açtılar ama İstanbul’da Almanya’da açtıklarında daha çok değer gördüler, burdayken o kadar değer görmediler.

Ben de mesela… Uluslararası değerim var, ama buradaysam, yok… İstanbul’daki daha iyidir!”

“İnsan sanatı ne olursa olsun yapar. Her koşulda. Çünkü o içten gelen bir şey. Eğer onu satarsa, daha iyi malzeme alır, daha iyisini yapar, daha cesur çalışır. Sınırlarını genişletir. Burada aristokrata iş düşer, burjuvanın işidir. Yani para sahibi ya da kurumlar sanatı destekler. Desteklemelidir. Dar gelirli insandan eser satın almasını bekleyemezsiniz. O ancak görür, izler, mutlu olur, özenir, kendi de yapmak ister. Ama asıl sanatın destekleyicisi burjuvadır, aristokrasidir, resmi ya da özel kurumlardır.”

İnsanları rahat bırakın

Güzel sohbetimiz bitecek gibi değil. Laf lafı açtıkça her katmanda sanat – sanatçı, herkes için sanatın gerekliliği konusunda konuştukça, aslında “sır” olmayan güzel bir dünya kapısı açılıyor önümüzde. Sanatın toplumları ve bireylerin ruhunu güzelleştirdiği, geliştirdiği gerçeği çıkıyor ortaya. Son sözleri yine usta sanatçımız Bingül Başarır’a bırakalım:

“Mağara resimleri var biliyorsunuz, gördüklerini duvara yansıtmış ilkel insan, değiştirerek, yorumlayarak duygusunu kap kacağına yansıtmış. Bu gün kopyasını yapıyoruz, o güzelliğe ulaşamıyoruz bile.

Ben şunu düşünüyorum: İnsanları rahat bıraksak onlar kendi yollarını bulacaklar!

Biz maalesef onları kötü etkiliyoruz. Gazete ile, basınla, televizyon yayınlarıyla gereksiz şeylerle dolduruyoruz beynini. Bıraksak onlar bulacak yolunu… Sanatçıyı, sanatı ayağına götürdüğünüzü düşünüyorsunuz ama onu güdümlüyorsunuz.

Oysa kendi baktığı zaman… Çorap yapan, kilim dokuyan Anadolu kadınını düşünün, ne kadar güzel renkler, ne kadar uyumlu desenler, iğne oyası yapanlar da öyle…

Yani insanın içinde bulunan inceliği, içtenliği siz yok ediyorsunuz.

Sürekli şiddet göstererek, sürekli olumsuz şeyler göstererek kafasını boş şeylerle dolduruyorsunuz. Şu anda sadece kavga var, savaş var. Başka bir şey yok, bundan nasıl bir sanat, nasıl bir güzellik çıkar?”

***

Onun için ne dediler?

“Sen gerçekten büyük bir seramik sanatçısısın. Arkitektonik kavram hala seramik sanatçılarından ve hatta bizzat mimarlardan öylesine uzaktır ki onu henüz olması gerektiği kadar benimseyemediler. Oysa sen panolarında öyle bir yücelik sağladın ki, onlara muhteşem bir eşitlik çözümü sağladın. Anıtsal, özgün ve etkileyici muhteşem mimarlık seramik panolarında, doğuya özgü yorumlaman ile şaşırtıcı etki yaratıyorsun.”

Prof. Mario Vigna, IAC (Uluslararası Seramik Akademisi) üyesi, Milano Belediyesi Seramik Tarihi Koordinatötü, Seramik Tarihi Eğitim Merkezi Direktörü-1983

***

“Bingül Başarır’ı yaklaşık yirmi yıldır tanıdığımın farkına varıyorum. Zaman ne çabuk geçti. İlk tanışmamız, benim Everson Sanat Müzesi’nin yöneticiliğini yaptığım sırada, Bingül’ün Uluslararası Seramik Akademisi ile birlikte New York’a gelişiyle birlikte olmuştu. Günden güne, Bingül’ün çarpıcı sanatına, buluşçuluğu, güçlü etkisi ve maceracı deneyselliği nedeniyle dahada hayranlık duymaya başladım.”

Ronald Kuchta, American Ceramics Dergisi Editörü, Everson Sanat Müzesi eski direktörü, 2000

***

“Bingül abartılı, gösterişli biçimler pek ilgi duymuyor. Ama incelik, ilginçlik onun işi. giderek onun seramiği, toprak ve cam etkilerinin hesaplanmasına yöneliyor. Bu son çalışmalarındaki ilginç çarpıcı renklerin etkileri, yeni bir tad da veriyor. Tabi bu tür çamur – cam kombinasyonu, yeni bir araştırma faslı da oluşturabilir. O son çalışmalartı ile daha gelişmiş, daha kendine yaklaşmış. sanatçının kendini, kendi bulduğu biçimlerde yansıtması, işte tad alınacak nokta. Bingül deneysel bir seramik çalışması yaptığından, yöntemleştirme kolaylıklarından kendisini korumuştur. Zaten seramik çalışmalarında metodik tekarın yaratma serüvenine ters düştüğünü, işini hafife almayan her sanatçı kısa zamanda anlayabilir. Bingül’de bu tür hafiflikler yok.”

Prof. Adnan Turani, 1994

***

Ödüllerden bazıları

1. Mino Uluslararası Seramik Yarışması, Şeref Mansiyonu, Japonya, 1992
2. Devlet Resim-Heykel Yarışması, Birincilik Ödülü, 1992
3. Devlet Resim-Heykel Yarışması, İkincilik Ödülü, 1991
4. Faenza Uluslararası Seramik Yarışması, Altın Madalya, İtalya, 1979
5. Faenza Uluslararası Seramik Yarışması, Altın Madalya, İtalya, 1975
6. Clermont-Ferrand Uluslararası Yarışma, Grup Birincilik Ödülü, Fransa, 1974
7. Vichy Uluslararası Resim-Heykel Yarışması, Heykel Birincilik Ödülü, Fransa, 1974
8. Prag Uluslararası Seramik Yarışması, Altın Madalya, Çek Cumhuriyeti, 1962

Eserlerinin bulunduğu müzeler

1. Icheon World Ceramic Centre Kyonggi Provence, Korea
2. Burlington Kültür Merkezi, Burlington, Kanada
3. Mikolas Ales South Bohemian Gallery, Bechyne, Çek Cumhuriyeti
4. Museum of Decorative Arts, Prague, Çek Cumhuriyeti
5. Kostelec Museum, Kostelec, Çek Cumhuriyeti
6. Galleria Madoura, Vallarius, Fransa
7. Keramion Seramik Müzesi, Frechen, Almanya
8. İjiro Village Hall, Yamagata Gifu Pref, Japonya
9. Ministry of Construction, Tajimi City, Gifu Pref, Japonya
10. Everson Sanat Müzesi, Syracuse, NewYork, ABD
11. Faenza Uluslararası Seramik Müzesi, Faenza, İtalya
12. Ariana Seramik Müzesi, Geneva, İsviçre
13. Resim ve Heykel Müzesi, İzmir, Türkiye
14. Resim ve Heykel Müzesi, Ankara, Türkiye
15. Benaki Müzesi, Atina, Yunanistan

Çalışmalarının yer aldığı yayınlar

1. Ceramics in the Environment, Janet Mansfield, Avustralya, 2006
2. World- Famous Ceramic Artists Studios, Çin, 2005
3. Hands in Clay, Charlotte Speight ? John Toki, ABD, 2004
4. The Craft and Art of Clay, 4. Basım, Susan Peterson, ABD, 2004
5. Working With Clay, Susan Peterson, ABD, 1999
6. Ceramic Technology for Potters and Sculpturs, Yvonne Hutchinson Cuff, ABD,
1996
7. The Art and Craft of Clay, Susan Peterson, ABD, 1991
8. Büyük Larousse Ansiklopedisi, Türkiye
9. The International Art of Ceramics, Hideto Sanaka, Japonya, 1984
10. Kunts ? Handwerk, Ceramic of the World, Gottfried Bormann, Almanya, 1983
11. Annuair International Galeries Des Arts, France, 1966

Fotoğraflar: Can Tunca, Mehmet Aydın






Related Images:


Yayımlandı

kategorisi

yazarı:

Etiketler:

Yorumlar

Bir cevap yazın