İzmir’de “termal tedavi” veya “şifalı sular” dediğimizde aklımıza gelen ilk yer Agamemnon Kaplıcaları ya da bugünkü adıyla Balçova Termal Tesisleri’dir. Adı M. Ö. 1200 yıllarında Troya’ya karşı savaşan ünlü komutan Agamemnon’la duyulan, arkeologların tanımıyla hastanelerin bulunduğu bir kompleksi barındıran bu Asklepion’a ne zaman gitsem, o dönemi yansıtacak kalıntılardan izler arar dururum. Tesise her girişte, “Keşke ünü ülkemiz sınırlarını aşan bu şifa yurduyla adı özdeşleşen komutanı, askerlerini ya da efsaneye göre şifa bulduğu söylenen kızını temsil edecek, sembolik de olsa bir büst, bir heykel olsa, kaplıcalardan biz iz görsek” derim. Sorarım kendime, “8 bin 500 yıl önce İzmir’in ilk kurulduğu yer Yeşilova’dan bile objeler çıkarken 3 bin 200 yıl önce var olduğu söylenen bu Asklepion’dan geriye kalan bir şeyler yok mudur?” diye.
Balçova’nın sağlık yurdu

Nisan ayı başında Turizm Haftası nedeniyle Medical Park Hastanesi’nde düzenlenen “İzmir’de Sağlık Turizmi” temalı panelde bu sorularımın yanıtlarını kısmen de olsa buldum aslında. Dokuz Eylül Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Klasik Arkeoloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi, Ege Bölgesi Kültür Varlıkları Araştırma ve Uygulama Merkezi Müdürü Prof. Dr. Ergün Laflı, panelde yaptığı “Eskiçağ’da İzmir’de sağlık” temalı sunumunda İzmir’in sahip olduğu cevherin aslında nasıl bir mücevher olduğunu bir kez daha gösterdi bizlere.

Eskiçağda İzmir’de hastanelerin bulunduğu komplekslere adını veren 54 farklı asklepion tanıdığımızı anlatan Prof. Dr. Laflı, bunların en ünlüsünün Bergama olduğunu, Bergamalı Galenos’un ise İzmir’de önemli bir tıp hekimliği geleneği bulunduğunun kanıtı olduğunu dile getirdi. Aynı zamanda, bu dönemlerde İzmir’de çok ciddi anlamda ameliyathaneler bulunduğunu anlatan Prof. Dr. Ergün Laflı, buralardan sanatçılar tarafından iç organların çok güzel betimlendiği objeler çıktığını söyledi.
Antik Çağ’da tıp alanında yapılan çalışmalara dair buluntuların bu asklepionlardan elde edildiğini, ancak İzmir’den çok fazla kalıntı bulunmadığını anlatan Prof. Dr. Laflı, 19. Yüzyıl’da yapılan kaçak kazılardan elde edilen çok sayıda anatomik vücut parçaları ve adak eşyaların bazılarının Paris’teki Louvre Müzesi’nde sergilendiği bilgisini paylaştı.

Asklepion adı verilen bu sağlık tesislerinin şehirden, termal tesislerden uzak yapılamadığını dile getiren Prof. Dr. Ergün Laflı, “O nedenle eski çağda hastane çok büyük olasılıkla bizim üniversitemizin bugünkü hastanesinin olduğu yere çok yakın olmalıydı. Yani Balçova, Narlıdere olmalıydı. Elimizde çok büyük belge olmasa da 19. Yüzyıl yazarları, bazı Fransız araştırmacılar, bize o bölgeden bu tür objelerin çıktığını söylemekte. Bu eserlerin çoğu Louvre Müzesi’nde ve çıkış yerleri Narlıdere Balçova’dan ele geçirilmiş. Ama nokta olarak çok bilinmeyen şeyler bunlar. İlginç olan iç organların bu kadar iyi tanınması” dedi.
Adak amaçlı organ heykelleri

Asklepionlara gelen hastaların sorun neresindeyse oraya ilişkin olarak sanatçılara “adak amacıyla” heykelcikler yaptırdığını ve bu hastanelerde bulunan ibadethanelere bırakıldığının düşünüldüğünü anlatan Prof. Dr. Ergün Laflı, kulak, göz ya da meme şeklindeki organların çok iyi betimlendiğini belirtti. “İç organların bu kadar iyi tanınması Mısırlıların mumyalama geleneğinden geliyor” diyen Prof. Dr. Laflı, sunumunda hastalıklı kişilere ait figürünlerin, heykelciklerin resimlerini gösterirken bunlardaki detayların tıbbi açıdan da çok ilgi çekici olduğunu söyledi. Terrakotadan yapılan eserler içinde hamile kadınlar, kulak ve göz adakları olduğunu anlatan Prof. Dr. Ergün Laflı şu bilgiyi paylaştı:
“İzmir’de sağlıkla yapılan işlemlerden biri, çok yaygın olan kulak adak levhaları. Aslında Mısır’dan beri tanıyoruz, bu levhaları. Neden kulaktan var, çok yorumlayamıyoruz. Bunlar bazen tekil oluyor bazen ikili üçlü. Ahşaptan, taştan ya da fayanstan, bronzdan yapılmış. Yine İzmir’de tekil ayak var rastladığımız. Çok büyük olasılıkla hastaların o hastanelere, tanrıya o hasta uzvunu görmesi için bıraktığı objeler olarak bıraktığını düşünüyoruz. Sağlıkla ilgili mobiliteyle ilgili olması gerek bunların. Sadece göz, kulakla sınırlı değil kadın göğüsleri de var. Büyük olasılıkla süt vermesi için annelerle ilgili olan bir şey diye düşünüyoruz.”
Objeler yurt dışındaki müzelerde

Bugün Antik Smyrna’dan çıkan çok sayıda heykelcik, uzuvlar ya da organları betimleyen objeler Metropolitan Müzesi, British Museum ya da Louvre Müzesi’nde sergileniyor. Akıl hastalıkları, bedensel rahatsızlıklar, yüzdeki acı, sıkıntı son derece detaylı betimlenmiş bu eserlerde. Kimi organların, kulakların alt kısmında ise, Bergama Müzesi’nde sergilenen eserlerde görüldüğü gibi bu adağın neden yapıldığını, Tanrı’dan ne istendiğini anlatan birkaç satırlık yazılar bulunuyor. “İzmir’i sağlık turizmi açısından çok farklı düzeylere çıkartacak eserler keşke İzmir’de kalabilseymiş” demeden edemiyor insan.
Balçova’daki Agamemmon kaplıcaları üzerine araştırmaları bulunan meslek büyüğümüz
Gürol Tolunay, Egelife Dergisi’nde yayımlanan bir araştırma yazısında, kaplıcalar bölgesinde bulunan yeraltındaki bir hamamdan söz ediyor. Öte yandan 1965 yılında Balçova’nın ilk Belediye Başkanı
Ercüment Uysal‘ın döneminde bir sıcak su kuyusu açılırken bulunan beyaz bir mermer büste dikkat çekiyor. İzmir Arkoloji Müzesi’ne teslim edilen büstün, “Agamemnon kral sülalesinden bir prens” olarak müze envanterine kaydedildiğini belirtiyor.

Kral Agamemnon’un yaralarını, askerlerini belki de gerçekten kızını iyileştiren, hastalara şifa veren tesisten çıkan sağlık yurdunun üzerinde bugün kocaman bir otel, önemli bir tesis bulunuyor. Bu eserler bir gün, gün yüzüne çıkar mı bilinmez. Ancak umarız en kısa zamanda kaplıcaya gelenler, girişteki bu değerli tesisi ayağa kaldırıp bugünlere getiren unutulmaz Valimiz Hüseyin Öğütcen’in büstünün yanında “Agamemnon kral sülalesiden bir prensin” büstünü de selamlar.
Related Images:
Bir cevap yazın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.